Evrensel Birdirge'nin hemen başında, giriş bölümünde "insanlar birbirlerine kardeşlik duygularıyla yaklaşırlar" sözleriyle bu etik temele vurgu yapılmıştır.
Kişiler gibi devletler de; yasadışı örgütler de insan haklarını ihlal etmişlerdir. Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunda (rahmetli Can Yücel 'Kürdiye' derdi) 1984 yılından sonra PKK'nın başlattığı savaşta korkunç insan hakları ihlalleri ortaya çıkmıştır.
30 bini aşkın insanın ölümüne; 3 milyon insanı yerinden edilmesine yol açan bu savaşta silahlı yasadışı örgütlerin yanı sıra en büyük hak ihlalcisi kuşkusuz dönem boyunca işbaşında olan hükümetler ve uygulanan politikalardır.
Bugün gelinen noktada barış diye yana yakıla inlenilmekte ancak örgüt silahları patlamakta, askerlerden de dağdakilerden de insanlar ölmeye devam etmektedir.
Her ülkede olağanüstü dönemler olmuştur. Her ülkenin tarihinde kara sayfalar vardır. Demokratik ülkeler aynı zamanda bu dönemlerle veya kara sayfalarıyla hesaplaşmayı başaran ülkelerdir.
Bizim hükümet, uzun yıllardan sonra Avrupa'nın tavsiyeleriyle nihayet bu olağanüstü dönemden ötürü vatandaşıyla "anlaşma" gereği duydu. Temmuz 2004'te "savaş döneminin yaralarını sarmak için" bir kanun çıkardı. Gerçi bazı kötü niyetli kişiler bu yasanın AİHM'deki tazminatlardan kurtulmak için çıkarıldığını söylüyordu ama olsun.
Pek çok hukukçunun bile ismini Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun söylemekte zorlandığı yasa, ki vatandaş "zarar ziyan yasası" diyor, yürürlüğe gireli 1,5 yıl oldu. Bu 1,5 yılda Zarar Tespit Komisyonları hantal da olsa çalıştı ve ilk kararlar verildi.
Son yirmi yılda, nereye gittikleri bile tam olarak hala bilinemeyen üç milyon insanın batıya zorunlu göç ettiği memlekette, bugüne kadar yasadan yararlanmak için dilekçe verenlerin sayısı iki yüz binde kaldı. Bu, zarardan etkilenenlerin onda biri bile değil. Milyonlarca insanın haberinin olmadığı bir rehabilitasyon yasası.
Aslında bu yasa "Vatandaşla Barışma Yasası" idi. Ama hata yapanın kişinin özür dileme geleneği olmayan memleketimizde "ulu devletimiz" vatandaştan özür dileyecek değildi ya!
Vatandaşıyla ve geçmişiyle barışmak isteyen Almanya, Yunanistan, Güney Afrika vs. gibi başka ülkelerin çıkardığı kanunlarda var olduğunu bildiğimiz "Barış", "Uzlaşma", "Anlaşma", "Hakikatleri Ortaya Çıkarma" vb. sözcükleri barındırmayan bizim yasanın adında "terör" kelimesi hem de iki kez geçiyor!
Dönemi tarif edip; zarar gören insanları devletle barıştırmak istemeyi amaçlayan bir kaç duygulu cümle bile içermeyen bizim yasa nedense ölenlerin mirasçılarına yapılacak ödemeleri bir hayli ayrıntılı düzenliyordu. Bu da tuhaf sonuçlara yol açıyordu. Ölen yedi yaşındaki çocuk da olsa otuz yaşındaki yetişkin de olsa ödenecek miktar aynıydı.
Yine yasa mayından ayağını, kolunu, gözünü veya bacaklarını kaybeden insana birkaç bin Yeni Türk Lirasını reva görürken mülkiyetine ulaşamayanlara on binlerce Yeni Türk Lirası ödenmesine yol açıyordu. Bu hal de eski Ceza Yasamız gibi insandan önce "malı" merkeze alan köhne yaklaşımı hatırlatıyordu.
Yasanın süresi Temmuz 2005'te bir yıl daha uzatıldı. Aradan geçen altı aya rağmen başvuranların sayısında sadece bir kat artış yaşandı. Demek ki yasadan haberdar olmayanların sayısı hala başvuruculardan daha fazla.
Yazının başında insan hakları sorununun etik bir sorun olduğunu belirtmiştik. Silah seslerinin yirmi yıla yakın zaman duyulduğu; köylerin, mezraların boşaltıldığı; milyonların zorunlu göçe maruz kaldığı ve insan hakları ihlallerinin her türlüsünün görüldüğü bir memlekette, devlet-vatandaş ilişkisinin "kupkuru katı nakit ilişkisi"ne dönüşmesi bir kez daha ciddi bir etik sorununun varlığını gösteriyor.
Belirttiğimiz etik sorunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarında da görülüyor. Acının her türünü yaşayan mağdurlara sadece "tazminat" ödemeyi gündemine alan bir insan hakları sistem ve uygulaması ne Avrupa'da ne de bizim memlekette etik olamaz.
Ama yine de bu da bir "adım" işte. Yıllardır devletten hiçbir yardım alamayan mağdurların zararlarının bir parça bile tazmin edilmesi yine de bir "gelişme" sayılabilir. Devlet-vatandaş yakınlaşması için bir "adım", bin ola ! ... (HA/EÖ)
* Başlığı nerede duyduğumu hatırlayamadığım bir sözden esinlenerek koydum. Söz sanırım şöyleydi: "Barış yolunda bir adım, bin ola."