Mavi Huydur Bende'den tanıdığımız Serkan Atay ve kendi özgün tarzıyla epeydir iyi bir yol alan Mihrap Eskiocak, "Bu Karanlık Böyle İyi" şarkısında bir araya geldi. Aşkın alttan almak zorunda kaldığı, gururun mağruru oynadığı "Bu Karanlık Böyle İyi", Atay ve Eskiocak'ın hem söz hem de müzikte yön vermesiyle son dönemin dikkate değer düetlerinden biri olmuş.
Yollarınız, sanırım ilk kez Mihrap'ın "Ayran" şarkısı vesilesiyle kesişmişti. Onun öncesinde birbirinizden haberdar mıydınız? Yaptığınız müziklerle ilgili bir fikriniz var mıydı?
Mihrap: Mavi Huydur Bende'yi dinlemiştim. Serkan'ı tanımıyordum ve hatta hemşerim olduğunu da bilmiyordum. Bir zaman sonra birbirimizi sosyal medyada ortak arkadaşlarımız vesilesiyle takip etmeye başladık sonra Mavi'nin içinde Serkan Atay'ın olduğunu da öğrendim. Hem Mavi'de yapılan hem de Serkan'ın kendi bestelerini beğeniyordum. Serkan'ın "İstanbul" klibimi montaj yapmasını istediğim zaman daha yakından tanıdım.
"Arapça müzik, bizi ilk besleyen tür"
Şimdiyse "Bu Karanlık Böyle İyi" şarkınızla aynı kadrodasınız. Farklı tarzlarda müzik yapıyorsunuz. Öncesinde de sizinle aynı türde müzik yapmayan arkadaşlarla bir araya gelmişsinizdir mutlaka. Böyle durumlarda frekans genelde tam olarak nerede kesişiyor?
Mihrap: Farklı türde müzik yapanlarla bir araya gelmek beni heyecanlandırıyor. Bilmediğim bir yerde olmak güzel, yeni bir bakış açısı kazandırıyor bana, müzik yoluma yeni bir şey ekliyorum. İçimde o türe dair bir şey varsa onu keşfediyorum. Bazen aynı türde müzik yaptığım insanlarla müzikal anlamda anlaşamadığım da oluyor. O sebeple aynı türde müzik yapmam benim için bir kıstas olmuyor. Çünkü frekansın uyuşması demek o türe dair içinde bir şeyi barındırıyor olması demek.
Biz aynı topraklarda aynı müziklerle büyümüş çocuklarız. Her ikimizin de üzerine çok düşmediği Arapça müzik, bence bizi ilk besleyen müzik türü. Birbirimizin yaptığı müzikleri beğeniyor olmamızın da en büyük etkisi bu olabilir. O figürlere rastlıyoruz ve bize tanıdık geliyor müziklerimiz. İşte frekans burada kesişiyor olabilir. İyi iletişim kurabilmek ise bizi bir araya getiren diğer faktör olmalı.
Serkan: Mihrap çok güzel bir şekilde açıkladı aslında ama ben de üzerine ekleme yapmak istiyorum. Farklı türde müzik yapsalar da yeni şeyler denemeye açık yaratıcı insanlar bir araya geldiğinde bir frekans uyumu yakalamak zor olmuyor diye düşünüyorum. Çünkü iki tarafın da yeni bir arayışı ve beraber yaratma amacı oluyor. Sahip oldukları farklılıkları da kullandıklarında ortaya iyi bir iş çıkabiliyor. "Bu Karanlık Böyle İyi"de bunu başardığımızı düşünüyorum. Ayrıca yeni şarkımızı önceki solo çalışmalarımızla karşılaştırdığımda tür ve sound gibi birçok açıdan farklı olduğu anlaşılıyor. Ama bu sonuç iki tarafı da mutlu etmiş durumda.
"Renklilik ve farklılık güzeldir"
Mor ve Ötesi'yle Aleyna Tilki'nin "Yaz, yaz, yaz" cover'ı çok konuşuluyor mesela şu sıra. Karşılıklı uyum birinci kuraldır herhalde ama "taviz" konusu ortaya çıkıyor mu? Bunu olumsuz anlamda kullanmadım...
Mihrap: Mor ve Ötesi çok sevdiğim, dinlediğim bir müzik grubu, Aleyna Tilki dinlemediğim ama sesini de beğendiğim bir şarkıcı. Kendi alanında iki popüler ismin bir arada bir çalışma yapması bana iyi bir fikir gibi geliyor. Çünkü ilginizi çekmeyen bir müzik türünde şarkı söyleyen bir sesi çok sevdiğiniz bir müzik türünde dinliyorsunuz. Müslüm Gürses'in Ortaçgil şarkısı söylemesi gibi çok güzel geliyor bana. Bu tarz yeniliklere açık olmak lazım.
Biz birbirimize destek olabilmekten ziyade hali hazırda anlaşabildiğimizi fark ettik müzikal yaratım yaparken. Beraber bir şarkı yapmak için heyecan duyduk. Bir arada müzik yapmaya çalışanların saygıya dikkat etmesi lazım. Saygı olursa ölçülü bir taviz oluyor. Her iki taraf bunu anlıyor aslında. Taviz verdiğini ve kendisine taviz verildiğini. Bunu fark etmek ilişkiyi sürdürüyor ve ortaya çıkarılan esere odaklanmaya yardımcı oluyor. Anlaşmazlıklar olabilir, mühim olan bunu çözme yöntemi bulabilmek. Yani bir yemek yapacağız ama her iki tarafın malzemesi farklı, Serkan'ın ortaya koyduklarına ben, benim ortaya koyduklarıma Serkan saygı duyduktan sonra orta yolu bulmak daha kolay oluyor.
Serkan: Evet, bu aralar çok konuşuluyor ve maalesef birçok yerde Mor ve Ötesi hakkında çok fazla üzücü yorum var. Ülkemizde müzik dinleyen kitle maalesef dinlediği sanatçılar hakkında çok muhafazakâr. Bir sanatçı, sound'unda bir değişiklik yaptığında onu dinleyen kitlenin tarzına uymayan bir düet yaptığında ya da politik olarak konumlandırıldığı yerin dışında bir fikir beyan ettiğinde acımasızca asılıp kesiliyor. Umarım bu yaklaşım bir gün değişir çünkü renklilik ve farklılık güzeldir. Tek başınıza müzik yapmıyorsanız taviz vermemek gibi bir durum söz konusu değil bence. Bunu Mavi Huydur Bende'nin şarkılarında da yaşıyorum. Okan'la birçok konuda bazen anlaşamayabiliyoruz ama yerine göre iki taraf da taviz veriyor. Bu ortak işlerde böyle olmalı zaten. Bu şarkının yaratım sürecinde de Mihrap'la anlaşamadığımız bazı noktalar oldu elbette ama bunları konuşup beraber çözdük.
"İki farklı şehirdeydik"
"Bu Karanlık Böyle İyi" nasıl ortaya çıktı? Birlikte bir şarkı yapmaya nasıl karar verdiniz?
Mihrap: "Ayran" sayesinde diyebilirim. Serkan ile alt yapısı hakkında öylesine konuştuğum bir şarkıydı. "Ayran"ın altyapısına Serkan el attığında tam istediğim gibi oldu. Her ikimiz de bu çalışmayı çok beğendik.
Serkan bir düet yapalım dediğinde sadece tema olarak köşede duran bu ezgiyi gönderdim "en parlak yıldızları herkes görür/Beni görmek istersen ışıkları söndür." Ne anlatmak istediğimi de konuşunca ikimizin kafasında "İki Yabancı" şarkısındaki hikâyede anlaşılmamış olma haline benzer bir şarkı yapmak fikri oluştu.
Serkan: Mihrap bana ilk ses kaydını gönderdiği an kafamda şarkıya dair bir taslak şekillenmeye başlamıştı. En sevdiğim kısımlardan biri olan trompet ara solosu Mihrap'ın mırıldandığı bir bölümdü mesela. "En parlak yıldızları herkes görür/Beni görmek istersen ışıkları söndür" kısmı da vardı kayıtta. Başlarda onu nakarat olarak düşünüp onun öncesinde kullandığımız kendi bölümümü yazmıştım. Sonrasında Mihrap da yine benim sözlerime cevaben kendi bölümünü yazdı. İki farklı şehirdeydik uzaktan uzağa kayıtları paylaşarak ve zoom üzerinden aylar süren bir süreçle sonunda ikimizin de içine sinen bir şarkı yaratmış olduk.
Şarkının sözlerinde ikiniz de farklı duyguları temsil ediyorsunuz. Serkan işin aşk tarafında, Mihrap sen de, "En parlak yıldızları herkes görür/Beni görmek istersen/Işıkları söndür" diyecek kadar gurur timsalisin. Şarkı ana hatta kafanızda oluştuğunda işin müzikal kısmını bir yana bırakarak sadece şarkının duygusal tarafına odaklanmak için ayrıca kafa patlattınız mı?
Mihrap: Ben bir kadının diliydim, o da erkeğin. Bence en zor ve bir yandan da en heyecanlı bekleyiş buradaydı. Çünkü her ikimiz birbirimizin ne yazacağını merak ediyorduk, o duyguyu kaybetmemek için birbirimize bu kadın ve erkeğin nasıl biri olduğunu anlatıp durdu. Sözlerin ortaya çıkması için birbirimize de zaman tanıyorduk. Hem sözlerin birbirini tamamlaması gerekiyordu hem de birbirini kesinlikle anlamayan kadın ve erkek çizmeliydik. Ben Serkan'ın yazdıklarını kendiminkinden daha çok beğendim.
Serkan: Birbirimizin gururunu okşuyormuş gibi görünecek ama ben de Mihrap'ın yazdıklarını özellikle pre-chorus kısmını daha çok beğeniyorum. Bunu defalarca birbirimize söyledik ama buraya da not düşmüş olalım.
Elimizde üç satırlık bir bölüm vardı ve bu bölüm mağrur bir kadının sözleriydi. Şarkıyı hem müzikal hem de lirikal olarak bunun üstüne kurmaya çalışıyorduk. İki karakter nasıl olmalı diye düşünüp uzun uzun fikir alışverişi yaptık ve her birimiz bir karakterin sesi oldu. Sözleri yazıp birbirimizle paylaştığımızda üstünde neredeyse hiç değişiklik yapmadık. Çünkü karakterlere başarılı bir şekilde bürünmüş ve amaçladığımız duyguları yansıtabilmiştik.
Turgut Uyar'ın dizesi
Yukarıdaki soruyu sormamın sebebi, sözlerin bana fazla şiirsel gelmiş olması. Öyle alelade oturup, "Hadi bir aşk şarkısı yapalım," diye yazılmamış. Bir de mevzu aşk. Herkes için bin çeşit anlamı var. Sözleri yazarken en çok nerede zorlandınız?
Serkan: Ben sözleri yazarken pek zorlanmadım. Sanki bunu yazmayı bekliyormuşum gibi kısa bir süre içinde doğaçlamıştım. Hazır siz sözlerin şiirselliğine değinmişken şarkının adını veren dizeye değinmek istiyorum ben. "Bu Karanlık Böyle İyi", Turgut Uyar'ın "Göğe Bakma Durağı"nda geçen bir dize aslında. Benim en çok sevdiğim ve öykündüğüm şairlerden biridir. Olur, olmadık zamanlarda sevdiğim şairlerin dizeleri kafamda döner durur. Bölümümü sesli bir şekilde doğaçlayıp kaydederken kıtanın sonunda ağzımdan birdenbire o dize çıktı. Ve öylece kaldı.
Mihrap: Tek başına şarkı yapmak daha kolay, her yerini değiştirebilirsin eserinin. Bir başkasının sözüne ve duygusuna cevap veren ve kompozisyonu bozmayan bir söz ve müzik yapmak daha zor. Duygu olarak zorlandığım yerler oldu. İkinci sözleri yazarken, gururlu kadın çizgisinden çıkmam gerekiyordu, Serkan'ın sözleri böyle bir şey yapmamı gerektirdi. Ama yapamadım. "Sen yoksan bir anlamı yok" diyen adama, "Göğün ardındayım" diyerek öylesine bakarak görmeyeceğini anlattım. Nezaketi elden bırakmadan, "Bir kez parlarım öper gibi geceye kulaç atmış gözlerinden" diyerek de yanıt vermiş oldum. Kadın onu bulsun istedi ve sadece bir anahtar verdi: ışıkları söndür. Şarkı bittikten sonra öğrendiğim tek şey gururumu törpülemem gerektiği oldu.
Kaybetmek...
Bana gelen basın bülteninin başlığı şöyle: "Kaybedilene sesleniş: "Bu Karanlık Böyle İyi." Başlık harfiyen anlatmak istediğim şeye uymuyor ancak bir "kaybedilen" varsa "kaybeden" de vardır ortada. Herkesin derdi kendinedir ama artık "kaybeden", "kaybedilen" olmak ya da öyle görünmek için ayrıca bir çaba sarf eder hâle geldik. "Kaybeden" olmak bir "statü" oldu neredeyse. İyi de prim yapıyor. Bu "kaybedenler", "kaybedilenler", "kaybetmek" meselesi biraz fazla uzamadı mı sizce? Sıkılmadık mı artık ters giden en ufak bir şeyde "kaybeden"i oynamaktan? Ve açıkçası bunun bize ne kazandırdığını tam olarak anlayabilmiş de değilim. Sizin de düşüncelerinizi öğrenmek isterim...
Mihrap: Burada kaybeden Serkan. Burayı o anlatsın.
Serkan: Daha da uzayacak. Sanırım aşk ve insan ilişkileri devam ettikçe bu kaybeden ve kaybedilen meselesi devam edecek. Aşk üzerine bir eser yapıyorsanız edebiyatta da, müzikte de, sinemada da genelde kaybeden ve kazanan karakterler oluyor. Ama bunu esere dönüştüren taraf genelde kaybeden taraf oluyor. Çünkü bunu sanatla dışavurmak bir nevi tedavi gibi bir şey. Son yıllarda bu biraz daha fazla arttı. Bunda sosyo-ekonomik durumlar da etkili çünkü bu yüzden gittikçe artan bir mutsuzluk var toplumumuzda. Mental olarak bu durum belki de pek bir şey kazandırmıyor hatta zarar veriyor bile olabilir. Ama üreten biri olarak yazdığım şarkıların ve şiirlerin çoğunluğunun kaybettiğimi hissettiğim zamanlarda çıktığını söyleyebilirim. Sadece aşkta bireysel bir kaybedişi kastetmiyorum burada. Hiç tanımadığım, tanışmadığım bir çocuğun, bir insanın da kaybedişi ya da kayboluşu da benim yazdıklarıma konu oluyor. Ya da okuduğum bir kitaptaki karakterin kaybedişi de bana bir şeyler yazdırabiliyor.
Mihrap: Ben de ekleme yapayım. Hüzünlü bir şarkıda kaybeden ve kaybedilen olması kaçınılmaz. Her aşk ve her ilişki emek gerektirir. İç sesi duymak için etraftaki gereksiz gürültüyü susturmak gerekir. O çok parlak ışıklar belki de bestseller kitaplar, belki de anlamsızca izlenen kısa videolardır. Karganın parlak nesnelere gitmesi gibi refleksif ve dürtüsel olmamalı aşk, bulmak için aramamak gerekli evet ama ortalığı ışıksız ve sessiz bırakmak gerekir. O içerdeki sesi duymak için. İç ses de aşkın hangisi olduğunu söyleyebilir bize çünkü. Belki gözümüzün önündedir.
(BS/AÖ)