“Sesini dörde bölseler dört iyi ses çıkabilecek solist”, “Doktorların kendisine aşk acısından ölen bir kadının kalp kasından ses teli yaptığı sanatçı”, “Selluka kelimesini ondan güzel söyleyen var mı?”, “Kim ‘Hişt’ diye onun kadar içten seslenebilir?” Hüsnü Arkan hakkında sözlüklerdeki yorumlardan birkaçı.
Arkan 1990’lardan beri Ezginin Günlüğü, Destur ve solo albümleriyle müzik listemizden, altı kitabıyla kütüphanemizden eksik olmadı.
Yeni albümü “Yalnız Değiliz” bu ay çıkınca sorduk:
Kim o yalnız olmayanlar?
Türkiye’de arkanız yoksa itilip kakılırsınız. Milyonlarca insan sosyal güvenceleri olmadan yaşıyor. Asgari ücret açlık sınırının altında. Çalışanların ancak yüzde altısı sendikalı. Kürtler seksen yıl boyunca anadillerini konuştukları için yargılandılar...
İnsanın yalnız olmadığını keşfetmesi zaman alıyor. Kürtler keşfetti. Onlardan öğrenecek çok şey var. Burada silah, külah ya da terörden bahsetmiyorum, şiddet kullanalım demiyorum. Kendi kaderimize sahip çıkmaktan, politikleşmekten ve doğuştan gelen özgür yaşama hakkımızı takip etmekten bahsediyorum.
Bu Ezginin Günlüğü’nden ayrıldıktan sonraki ikinci albümünüz. Yalnız Değiliz aradığınızı bulduğunuz bir çalışma mı?
İçime sinen bir iş çıkardık. Bu albümde, söylemek istediklerimi doğru bir biçimde söylediğimi zannediyorum. Bulunduğum yer, popüler kültürün ana mecrası dışında kalan, nispeten gürültüsüz patırtısız bir yer. O yerin, benim için hem müzikal hem de sözlerin içeriği anlamında, sesimi yükseltebileceğim bir kürsü olduğuna inanıyorum.
İlk solo albümünüz Bir Yalnızlık Ezgisi, sonra Ezginin Günlüğü, arada Destur süreci, şimdi solo albümler... Bu geçişler sizi nereye taşıdı?
Eğitilmeye açıksanız, bulunduğunuz her yeri bir öğrenim yuvası haline getirebilirsiniz. Burada, süreçlerin sizi nereye götürdüğü çok önemli değil. Önemli olan her daim süreçlerin içinde kalmak ve öğrenmeyi sürdürebilmek.
“Çaldığım aletlere tahammülüm yok”
26 sene; ya çok yaratıcı ve çalışkansınız veya meseleniz, derdiniz çok! Müziğinizin derdi değişti mi?
İşkolik değilimdir. Aslına bakarsanız fazla derdim de yok. Ancak vasıflı birkaç derdim var. Zenginliklerin adil paylaşılması gerektiğine inanıyorum, adalet istiyorum. İnsanın, okuduğu kitapları hiç okumamış gibi davranması hep garibime gitmiştir. Yani yüz sayfa Tolstoy okuduktan sonra karısını döven bir adam, o yüz sayfayı hiç okumamış gibi olur. Müzikte de edebiyatta da birkaç temam var, onların çevresinde dönüp duruyorum.
Haziran’da Ölmek Zor besteniz hala hafızalarda. Böyle başka eserler var mı sandıkta günışığına çıkmayan?
Eski şarkıları bir gün yayınlamayı umuyorum. Bunlar daha çok şiirler üstüne çalışılmış şeyler. Ama henüz zamanı gelmedi.
Kendinize zaman ayırdığınızda ne tür müziklerle besleniyorsunuz? Arada bağlama çalıp türkü söylüyor musunuz hala?
Dinleyicilik konusunda pek başarılı değilim. Yani, yeni neler var diye araştırmam. Bunları arkadaşlarım tavsiye eder, dinlerim.
Ama klasik müzik dinlemeyi bırakmıyorum. Bunun çapı da gitgide daralıyor. Eskiden daha çok büyük orkestralar için yazılmış eserleri dinlerdim. Şimdi birkaç çalgılı şeyler daha iyi geliyor.
Bir de tabii, her zamanın bir yakışanı vardır; rakı masasında Barok dinleyemiyorum. Ama bunun da reçetesi yok. Ben size, sabahları kalktığınızda Bob Marley ya da Napoliten dinleyin dersem, bu da belki size uymaz.
Kendi çaldığım aletlere pek tahammülüm yok; çünkü kötü çalıyorum.
"Sövdükçe sövesim geliyor"
Bir üniversite panelinde davet edilince öğrenci evinde kalmışsınız. İnternette sizi rakı içmeyi isteyecek kadar yakın bulduklarından bahsedenler var. Bunu neye bağlarsınız?
Öğrenci evinde kalmam olağan bir şey. Paneli düzenleyen gençler evlerine davet ettiler, gittik. Beni kendilerine yakın bulmuş olmaları tabii ki hoşuma giden bir şey.
Ezginin Günlüğü’ne katıldığınızda grubun popülerleştiğini, aşk şarkılarına yöneldiğinizi söyleyenler olmuştu. Bu eleştirilere hak veriyor musunuz?
Böyle eleştirilere kulak asmıyorum. Yaptığımız iş ortada duruyor. İnsan dediğin, on bin yıldır aşk şarkısı yazıyor. Bunda eleştirilmeye değer bir taraf görmüyorum. Ciddiye de almıyorum.
Okuduklarınız, izledikleriniz sizi nasıl etkiliyor; Hüsnü Arkan’ı en çok ne kışkırtır?
İşiniz şarkı ya da roman yazmaksa, her okuduğunuzdan, her izlediğinizden kendi çalışmalarınıza yarayacak sonuçlar çıkarırsınız. Bu, bana doğal geliyor. Alakasız yazılarda, müziklerde, görüntülerde alakasız ipuçları görürsünüz.
Kışkırtmaya gelince; bu dünyadaki adaletsizliğin yol açıcılarına, mülk sahiplerine her gün sövüyorum. Bu bir doygunluk yaratmıyor, sövdükçe sövesim geliyor ve bir şey yapma ihtiyacı hissediyorum.
Kendi yazdığınız sözleri bestelemekle şiir bestelemek ne kadar farklı?
Aslında hiçbir farkı yok. Yalnızca şaire karşı bir sorumluluk hissediyorsunuz. O yüzden, şiir üstüne yazılmış temaları belki de gereğinden fazla elden geçiriyorum. İşin bittiğine ikna olmam biraz daha uzun sürüyor.
Kitap yazma süreciniz nasıl? Söz yazarlığı ne kadar işinize yarar? Mesela kitaba koyacakken “Dur bunu şarkı sözü yapıp besteleyeyim” dediğiniz olur mu?
Nasıl yazdığımın birilerini ilgilendirmemesini umuyorum. Victor Hugo’nun yazılarını ayakta yazmış olması, benim bilgime hiçbir şey katmıyor.
Kurgu denen şeyi önemsiyorum. Bir de yazarken heyecanlanmamayı önemsiyorum.
Yazdıklarımla yaptığım müzik arasında söylediğiniz türden bazı alışverişler oluyor.
Yolda yeni kitap var mı?
Şu sıralar yeni roman için çalışıyorum. Umarım bir buçuk, iki yıl içinde yayınlanır.
Herkes hırsızsa kimse utanmaz
Tariş direnişine destek verdiğiniz biliniyor. 1982’de cezaevine girip çıktınız. O dönem hangi sebeple hangi maddeden ceza verilmişti?
Her dönemin ayrı havası var. Tariş direnişi yarı spontan bir hareketti ve mülk sahiplerine ‘ne oluyoruz,’ dedirtecek güçteydi. Onlar derslerini çıkardılar. Mülksüzler de çıkaracaktır; acelemiz yok.
Ama sabit kalan şey kişisel vicdandır. Şimdi, kişisel vicdanları olmayan insanlardan oluşan bir toplum yaratmaya çalışıyorlar. Yani güç sahipleri, iktidar sahipleri, çoğunluğu kendi bulundukları konuma çekmek istiyorlar. Böyle yapınca vicdanları rahatlayacak. Herkesin hırsız olduğu bir toplumda kimse utanç duymaz. Orada, hırsızlıktan normal bir şeymiş gibi söz edilir.
Geçmişte TCK 141. maddeden ceza almıştım. Bir yıl kadar tutuklu kalmıştım. Şimdi beş yıl tutuyorlar. Bunun adına da ileri demokrasi diyorlar. Bu, yaratıcı bir ironidir.
1985’te Çeşme’den Sakız Adası’na, Atina mülteci kamplarından da Amsterdam’a uzandınız. Yurtdışındaki sekiz yıl sizi ve müziğinizi nasıl etkiledi?
Türkiye’de özgürlüklerin hikâye olduğu bir dönemdi. Yurtdışına çıkınca rahat bir ortamın içine düşüyorsunuz. Türkiye’nin, dünyanın merkezinde filan olmadığını görüyorsunuz.
Öte yandan onlarca arkadaşınız cezaevinde ya da kaçak durumda. En belirgin olarak, bu süreç bana vicdanın ne kadar önemli bir şey olduğunu anlattı.
Son albümünüzdeki “Ne Güzel”i içerideki gazetecilere ithaf ettiniz. Basın ve ifade özgürlüğünün mevcut durumunu nasıl değerlendirirsiniz?
Çok sayıda gazeteci arkadaşım var. Bunların bir kısmı içeri girdi çıktı, bir kısmı hâlâ içerde. Basın üstünde artan bir tehdit var; içeri atılma, işsiz bırakılma tehdidi.
Millî basın temennisini ürkütücü buluyorum. Basında tek yanlı bir dil oluşturma gayreti diktatörlüklere özgüdür.
Albümde Rojin’le söylediğiniz Dağlar’ın bir bölümü Kürtçe. Şu anda barış görüşmeleri de gündemimizde. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Kuyruklu Kürtler haklarına doğru adım attılar. Bu adımı başkaları atmadı, başkalarına rağmen onlar attılar. Şimdi o kuyruk Türkiyeli çalışanların kuyruğu. Üç beş mirasyediyle mücadele etmeden o kuyruktan kurtulamazsınız. (EG/YY)