incelmiş bir gövde.
Surlar, Dicle'yi seyrederken
figürleri dökülmüş
tarihin sonbaharı."
Hüseyin Elçi'yi ne zaman tanıdım? Tam anımsamıyorum. Ama onu her gördüğümde, ya da şimdilerde her anımsadığımda çok, çok uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi duygulara kapılırım.
Şairdir bir kez Hüseyin... Kendi kuşağı içinde adı, sanı olan iyi şairlerden. Düz yazıda, özellikle de mekân tarifli gezi yazılarında rüştünü ispat etmiş bir kalemdir de... Bir de fotoğraf sanatçısıdır Hüseyin Elçi... Meraklıları bilir, hani "Anadolu'nun solan rengi, Süryaniler" fotoğraf sergilerinden...
Öğretmenlik macerasının bugüne kadarki döneminin epeyce bir zamanı kendi topraklarında geçmiş; Adıyaman, Diyarbakır, Tunceli, Antep...
Şimdilerde Yalova'da olsa da, coğrafyasında olmak onun için hep bir özlem. Ve hep Diyarbakır'ı yazmak istemiş, biraz da yaşayarak. İşte hep o özlemle mi demiş;
" Dicle, surlara bakarken ince gülüşlü ay aydınlığında.
Surlar, Dicle'yi seyrederken bilgece tebessüm kapanan kapılarda."
Hüseyin Elçi'nin bugünlerde Gün yayıncılıktan çıkan Delâl'a Mektuplar'ını* döne, döne okuyorum. O mektuplar yıllar önce yazılırken belki ilk okuyanlardan biriydim dersem yalan olmaz Diyarbakır'ın Batıkent'inde 8-9 katlı bir binanın en üst katında bir bekâr evinde yazıldığı günleri bilirim o mektupların!
Onca yaşanan acıların, telaşlı, hüzünlü satırları o mektuplar. Kime gönderilmiş, adresini bulabilmiş mi Delâl'a Mektuplar! Bugün de sırdır. Tıpkı sırlı kent Diyarbekir'in sırları gibi...
Ama yazar da demiyor mu? "Bu kent kendi sırrını deşifre eder (mi), puslu bir şafakta..." Ama o deşifre olmuş puslu şafaklardaki sırlara belki de tanıklık etmek en çok sabahçı kahvelerine düşer bu şehri kadim Diyarbekir'de! Çünkü " Kahveler en çok bu şehirde dolup taşar. Çaylar en çok bu şehirde tüketilir(miş)." Bunca yılın bu şehri Diyarbekir'inin şehirlisiyim de, ben de bilmezdim öğrendim Delâl!
" Dicle, surlara bakarken coşkun ve nazlı
Surlar, Dicle'yi seyrederken ateşler içinde bahar."
Adım, adım sokaklarını, mekânlarını fotoğrafladığı Diyarbakır'dan biraz hüzünle mi ayrılmıştı Hüseyin, Delâl! "Umutlarını, sevinçlerini kucaklayabildiği, bir de iç burkan acılarını" bu şehirden ayrılırken beraber mi götürmüş? Yoksa birazını bizlere mi bırakmıştı Hüseyin? Ama bırakmıştı ki; şehir biraz bungun mu kalmıştı ne!
Delâl'a Mektuplar numarası konulmamış son mektupla birlikte 23 mektuptan oluşuyor. Kim bilir, belki de şimdilerde annesinin yaşadığı Elazığ'ın plaka koduna bir gönderme kabilinden bir rakam.
Ama neyi gönderecek ki, kendi yazdıklarının dışında! "Cevizler dallarında mı kaldı?" diye soruyor bir mektubunda. Evet aynen dallarında kaldı cevizler şair, tanığı benim. Daha geçtiğimiz yaz Munzur Gözelerine kadar uzandığımda görmüştüm.
Ovacık yolunda Munzur kıyısında cevizler dallarında kalmıştı. Yol boyunda önüne yığdığı birkaç petek balı satmaya çalışan, on yıldır zorunlu nedenlerle Çorlu'yu mesken tutmuş yaşlı Dêrsimli kadın belki de beşinci mektubun girizgahını süsleyen Roni Margiules'vari konuşuyordu :
" Bir köyün boşaltılması nasıl bir şeydir?
Mümkün değil canlandıramıyorum kafamda.
Ben, İstanbullu, kocaman caddelerin çocuğu,
Nasıl bir şeydir kırk hanenin birden boş kalması,
Birden duyulmaz olması artık insan seslerinin."
Ama yaşamıştı işte o Dêrsimli kadın. Ve anı dillendirmek şaire kalmıştı; "Kalanlar koriçi (korucu), gidenler kendi yurdunda mülteciydiler. Kendi yalnızlıklarında bilenerek..."
Delâl'a Mektuplar bir dönemin, acılı yaşamlarının hüznüne ince ayar tutan şair duyarlılığıyla yazılmış yürekli metinler bütünüdür. (ŞD/NM)
* Hüseyin Elçi, Delâl'a Mektuplar. Gün Yayıncılık. Ağustos 2003. İstanbul