27 Mayıs’ta “BÖF” (@Tweet_Guneydogu) hesabından yapılan bir paylaşımla Hurşit Külter’in gözaltında olduğuna dair fotoğraflar paylaşmış, ardından bu paylaşım geri çekilerek hesap uzun bir süre askıya alınmıştı.
BÖF rumuzlu ve @Tweet_Guneydogu kullanıcı adlı hesabı, sosyal medya kullanan insanlar yakından tanıyorlar. Bu hesap özellikle PKK ve Hükümet arasında yürüyen müzakerelerin askıya alınması ve yeniden savaş sürecinin başlamasından itibaren iyice popüler hale gelmiş, ablukalar sürecinde ise iyice bilinir olmuştu. Özel harekatçıların yönettiği düşünülen hesaptan bölgedeki çatışmalara, ölümlere ve katliamlara dair ciddi haberler alınabiliyordu. Yine pek çoğumuzun malumu olan ve azıcık vicdan sahibi olanlarımızı yerle yeksan eden, abluka altındaki kentlere PÖH ve JÖH ekiplerince yazılmış ‘meşum’ duvar yazılarının pek çoğu da bu hesap üzerinden dolaşıma sokuluyordu. Bu hesabın verdiği bilgilere daha sonra havuz medyasında haber kisvesi adı altında rastlıyorduk.
Velhasıl, bölgeden sürekli haber geçen bir operasyon hesabının duyurusu sonucunda DBP Şırnak İl Yöneticisi Hurşit Külter’in gözaltına alındığını öğrenmiş bulunduk. Buna ek olarak Hurşit Külter’in ise ailesine gönderdiği son mesajda etrafının sarıldığını ifade ettiği ve “Hakkınızı helal edin” dediği belirtilmişti. Abluka dönemi Şırnak’ında Hurşit Külter’in gözaltına alındığına dair tanıklık yapanları da öyle zannediyorum bu bilgi torbasının içine koymak gerekiyor.
Bu torbayı yanımızda tutarak biraz tarihe ve arka plana doğru göz atmak olayı anlamak açısından şart. Dönemin başbakanı ve AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu 20 Ekim 2015 tarihinde Van’da yaptığı mitingde "AK Parti iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz toroslar dolaşacak. Biz buraları faili meçhullere bırakmayacağız" demiş, Kürt halkına aba altından sopa göstermişti. Kürt şehirlerine yönelik ablukaların başlamasıyla birlikte de pek çok insandan sıklıkla duyduğumuz siyah ve beyaz renkli Ford Ranger marka araçlar ile gözaltılar başladı. Gelişen ve kalkınan Türkiye tabii ki beyaz toroslarla idare edilmemeliydi!
Abluka süreciyle beraber başlayan ve bu araçların ortaya çıkmasıyla ayyuka çıkan “90’lara mı dönüyoruz?” sorusu herkes tarafından sorulmaya başlanmış, üstüne tartışma programları yapılmıştı. Tartışma programlarının ve derdi sadece bağcıyı dövmek olan bir kesimin sormadığı, görmediği veya anlatmadığı şey ise 90’ların ne olduğuydu.
90’lar Batı için hafif Türkçe pop eşliğinde geçen bir “nostalji” ya da Süper Baba ya da Alf iken bölge için neydi? ’95 yılından sonra Herhangi bir Cumartesi günü Galatasaray Lisesi önündeki kalabalığın ellerinde tuttuğu fotoğraflar aslında herkese yeter nitelikte bir yanıt. Yetmiyorsa eğer rakamlar anlamak için yardımcı olacak nitelikte.
Kesin olmayan kayıplar listesine göre 91-99 arasında bin 283 kişi zorla kaybedildi. Bu insanların neredeyse yarısının bedenlerinin nerede olduğu bilinmiyor. Rakam dudak uçuklatıcı nitelikte. Öyle ki çeşitli sivil toplum girişimleri bu rakamların dikkate alınarak DNA veri bankasının kurulması için çeşitli kampanyalar yaptılar ve hala da yapmaya devam ediyorlar.
Hakikat, Adalet, Hafıza Merkezi’nin uluslararası standartlara göre oluşturduğu veri tabanına göre ise 90-99 yılları arasında zorla kaybedildiği doğrulanan kişi sayısı 448'dir. Bu kaybedilenlerin yarısından fazlası Şırnak, Batman, Diyarbakır, Mardin ve Hakkari’den.
Rakamların soğukluğu ile ifade edebildiğimiz ve aslında hiçbiri aritmetik olmayan, her birinin adı, ailesi, arkadaşları ve bittabi hayatı olan en az 448 kişi bizzat devlet tarafından kaybedildi.
Peki nedir kayıp ya da zorla kaybetme?
Birleşmiş Milletler zorla kaybetmeyi “…devlet görevlilerinin ya da devletin yetkilendirmesi, desteği veya göz yummasıyla hareket eden kişilerin ya da kişi gruplarının gözaltına alma, tutuklama, kaçırma ya da diğer herhangi bir biçimde özgürlükten yoksun bırakması ve bu durumdaki bir kimseyi, özgürlükten yoksun bırakmayı kabul etmenin reddedilmesi veya kaybedilen kişinin akıbetinin ya da nerede olduğunun gizlenmesiyle, hukukun koruması dışına çıkarması” olarak tanımlıyor.
Bütün bunlardan sonra yanımıza aldığımız bilgi torbasını bütün bu arka plan bilgisi eşliğinde açalım. Hurşit Külter’in kaybedildiği iddiası gündeme geldikten sonra Külter ailesinin İl Emniyet Müdürlüğü, Cumhuriyet Savcılığı, 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı ve Valiliğe yaptıkları başvurularda, “Bu isimde bir gözaltı kaydı yok bizde” yanıtı verilmişti. “Bizde yok” tümcesinin ne anlama geldiğine tarihsel arka plandan Kürtler ve akıl izan sahibi herkes aşina… Üstüne tiyatro oyunlar yapılan “Bizde Yok” bir dönemin zorla kaybetmelerinin ne yazık ki kötü imgesi.
Peki, Hurşit Külter’i kimden soralım?
Cevap basit: Hurşit Külter’in ve bu ülkede yaşayan ve yurttaş olan herkesin can ve mal güvenliğini sağlamakla mükellef olan devlete tabii ki. Ne de olsa Anayasa ile bağlı olan hala devlet yetkilileri.
Pratikte devlete soru sormanın suç sayıldığı, devletin hesap vermesinin ütopik bir istek olarak algılandığı bu toprakların siyasi kültür hakim. Hal böyle olunca da Hurşit Külter Nerede sorusunu kararlılık ve cesaretle 134 gün boyunca soran sivil girişimleri linç etmek bu siyasi kültürün basit bir uzantısı.
O sorunun kıymeti Hurşit Külter’in açıklamasıdır. Zira Külter’in de açıklamasından anladığımız ve öğrendiğimiz kendisinin 13 gün boyunca gözaltında işkence yapılarak tutulduğudur. Ancak o 13 gün boyunca ve sonrasında devlet tüm başvurulara, soru önergelerine, sivil toplum girişimlerine ve uluslararası kamuoyunun baskısına rağmen cevap vermekten her seferinde imtina etmiş tek verdiği cevap ise “Bizde yok” olmanın ötesine geçmemiştir.
Şimdi soruyu şöyle soralım: Hurşit Külter neredeydi? O 13 gün boyunca nerede tutuldu? Kendisine neler yapıldı? Külter’e gözaltı işlemini yapan özel harekatçılar kimlerdi?
Bu sorular kuşkusuz çoğaltılarak önümüzdeki günlerde sorulmaya umarım devam edilecek. Zira Külter’in açıklaması sonrası yabana atılamayacak miktarda olan yorum ve saldırılarda handiyse Hurşit Külter öldürülmediği için itham edilmekte.
O işkencehaneden kaçarak güç bela hayatını kurtarmış bir insanın “Kendimi tam güvenli hissettikten sonra basına açıklama yapıyorum” demesindeki o karanlık hala yakıcılığını ve Külter’in neden kendisini güvende hissetmediği sorusu geçerliliğini koruyor. Zira 134 gün boyunca ailesine, özellikle annesine haber ulaştırmasına engel olan o karanlık 90’lardaki kayıpların bizzat kendisi.
Geriye bu bilgiyle bizim ne yapacağımız kalıyor. Alenen kaybedilmeye yeltenilmiş bir insanın, henüz bedenleri bulunmayan yüzlerce insan varken mucize kabilinden ortaya çıkmış olmasına sevinmekle beraber mücadeleyi sorularla çoğaltmak ve diğerlerinin akıbetini sormaya devam ederek büyütmek en insanca görevimiz.
“Külter kayıp mücadelesine zarar verdi” diyenleri ise yüzleri varsa, her hafta Cumartesi günü Galatasaray Lisesi önünde saat 12.00’de toplanan Cumartesi Anneleri/İnsanları’na destek olmaya ve Külter’in verdiği zararı(!) yerinde görmeye davet ediyorum. (LP/ÇT)