Önce olayın geçmişini kısaca hatırlatalım:
Grubun dergilerinden Elele'de Yılmaz Erdoğan'la uzun bir söyleşi yayınlanıyor Haziran sayısında. Hürriyet gazetesi de bu uzun söyleşiden cımbızla bir cümle çekip onu özetlemek adı altında tahrif ederek yayınlıyor. Elele dergisindeki söyleşiden bir cümle alınıp tahrif edilerek Yılmaz Erdoğan evlenmek için "ancak" bakire bir kızı alabileceğini söylemiş oluyor ki, Elele'deki cümleden bu anlamı çıkarmak imkansız.
Üstelik Erdoğan'ın bambaşka bir ortamda ve başka bir anlamda konuşurken "ancak" sözcüğü hiç geçmiyor. Ertesi gün, Yılmaz Erdoğan'ın tekzibini yayınlamak zorunda kalıyor Hürriyet. "Ben öyle bir şey demedim. Ben evlilik konusunda böyle düşünmüyorum" diyerek açık açık tekzip ediyor Hürriyet'in haberini.
Hürriyet ise, bu yalanlamayı yarım yamalak verirken (Özetleme tarzına itiraz ediyor diyor mesela) bazı sanatçılardan o tekzip edilmiş açıklama hakkında topladığı görüşleri yayınlamayı da ihmal etmiyor. Pazartesi günü Sky Türk televizyonunda "Ne Ver Ne Yok" programında, Elele'deki söyleşiyi yapan tiyatro sanatçısı da, Erdoğan da Hürriyet'in versiyonu ve tutumu ile hemfikir olmadıklarını açıkladılar. O programa ben de katılıp konuyu medya etiği açısından değerlendirmeye çalıştım.
Saldırıya devam
Pazartesi sabaha karşı İnternet'e girip Hürriyet'in Salı günkü sayısında, "Erdoğan'ın U dönüşleri-Yılmaz Erdoğan, Elele Dergisi'ndeki röportajında söylediği 'bakire bir kızla evlenebileceği' sözlerini inkar etti" haberini görünce, Hürriyet'ten beklediğimiz özür yerine, hatasında ısrarın ötesinde Erdoğan'a karşı bilinçli ve kasıtlı bir saldırı ve karalama kampanyası sürdürdüğünü anladık.
Internet sayfasında bir de "Yılmaz Erdoğan'la röportajdan-SES KAYDI'' bölümü vardı ki, 38 saniyelik ve pek net de anlaşılmayan bir ses kaydında her halükarda en az bir edit sesi duyuluyordu. Ve bu bölümde de Yılmaz Erdoğan'ın ağzından "ancak" sözcüğünü duyamıyoruz. Duyulabilen cümleden de Hürriyet'in öne sürdüğü "evlenmek için bakire kız arayan Yılmaz Erdoğan" görüntüsüne ulaşmak pek zor. Kelimelerle oynayarak, soruyu yayınlamadan cevabı kesip biçip yayınlayan, özet adı altında tahrifat yaparak Hürriyet istikrarlı bir şekilde Yılmaz Erdoğan'a karşı bir kampanya sürdürüyor. Aslında yeni bir şey değil bu... Hürriyet, geçmişte de, mesnetsiz bir şekilde beğenmediği kişilere yönelik, mesela Yılmaz Güney, mesela Yaşar Kemal, mesela Orhan Pamuk ya da Leyla Zana'ya yönelik bu tür kampanyalar gerçekleştirmişti.
Aynı grubun bir başka yayın organı olan Milliyet de yakın zaman içinde Ahmet Altan'a yönelik bir saldırıda bulunmuştu. Aslında Türkiye'de her gün onlarca insan ya da kurum ve fikir medya mağduru oluyor. Çok sayıda, tanımadığımız insan hakkında doğru olmayan üstelik aşağılayıcı haber ve yazılar çıkıyor.
Gerçi medya güvenirliğini büyük ölçüde yitirmiş olduğu için bu tür saldırı ve karalama kampanyalarının şimdiye kadar kalıcı ve başarılı olduğuna pek rastlamadık. Ama, ancak medya ile hesaplaşmayı göze alabilenler, kimlik haklarını koruyabiliyor. Medya mağduru tüm yurttaşların, Basın Konseyi hariç, haklarını çeşitli mecralarda uygun yöntemlerle talep etmeleri, tahrifatçı medyayı güç durumda bırakıyor.
İşin beş boyutu
Şimdi meseleyi beş noktada toplayabiliriz:
* Özel hayat: Yılmaz Erdoğan ya da söyleşi yapılan bir başka kişinin kimle, ne zaman, nasıl ve hangi jinekolojik kategoriden birisiyle evlenmek isteyeceği ciddi bir derginin ya da popüler bir gazetenin bile ilgi alanına girmemeli.
Bu tür konular çöpçatanlık firmalarının bülteninde yer alabilir. Hürriyet'in çeşitli etkinliklerinin yanı sıra diplomatik deyimle arabuluculuk işine girmesine hiç gerek yoktu.
Elele'deki söyleşiyi, profesyonel gazeteci olmayan bir tiyatrocu yapmış. Olabilir. O istediği soruyu sorabilir, Erdoğan da istediği yanıtı verebilir. Ama Elele dergisinde bu söyleşiyi okuyup "edit" eden, yani yayına hazırlayan sorumlu bir gazeteci var herhalde.
Bu soru ve cevap, eş-dost sohbetinde yer alsa kimseyi rahatsız etmeyebilir. Ama kamu alanı olan dergi ya da gazetelerde, editörler hem genel meslek yasası hem de Doğan Grubu'nun Etik İlkeleri gereği böyle bir diyalogu yayınlanmamalıydı.
Ne var ki, yazıların içeriğinde yapılan tahrifat ve bu manipülasyonda ısrar eden Hürriyet'in tutumu, meselenin basit bir hata olmadığı izlenimini güçlendiriyor.
* Tekzip edilmiş açıklamanın tepkisi: Pazartesi günü Hürriyet'in birinci sayfasında 10 unsur vardı. Biri de Erdoğan'ın tekzibi ve tepkiler. İç sayfada yarım sayfa ayrılmış bu konuya.
Erdoğan'ın tekzibini yayınlıyorsan, tekzip edilen açıklamaya tepkileri neden yayınlıyorsun? Burada bence iki kusurlu kesim var. Birincisini Erdoğan, Sky Türk'de söyledi: "Kardeşim sen uzman mısın? Öyle telefonda sorulan her soruya neden hemen atlayıp, bilmeden etmeden cevap veriyorsun!" dedi.
Haklı. Bin bir tuzaklı medyaya karşı sanatçılar, aydınlar, belirli bir konuda uzmanlığı olan insanlar hele telefonda gazetecilerle konuşurken çok dikkatli davranmalı.
İkincisi, o sayfayı hazırlayan editör. Hiç bir haklı gerekçesi yok. Söz konusu tepkiler, tekzip edilen bir açıklama üzerine inşa edilmiş olduğuna göre, o tepkileri yayınlamamak gerekirdi.
* Erdoğan'ın kimlikleri: Yılmaz Erdoğan neden böyle bir saldırıya muhatap oluyor? Bu ara turneye başlayan Erdoğan, Hürriyet ideolojisinin göklere çıkardığı Beyaz Türk bir sanatçı değil. Şiirleri, kitapları, tiyatro yazarlığı ve oyunculuğu ile sinemacılığının yanı sıra unutmayalım bir de reklam yıldızı Yılmaz Erdoğan.
Üstelik de Hürriyet'in rakiplerinden bir grubun cep telefonu reklamlarına çıktı. Tabi tek başına bu durum, Hürriyet'in Yılmaz Erdoğan'a saldırması için yeterli ve geçerli bir gerekçe değil.
Ama herkes emin ki, Erdoğan, söz konusu cep telefonu reklamına değil de mesela Dışbank'ın reklamına çıkmış olsaydı böyle bir saldırıya maruz kalmazdı.
Ayrıca böyle bir karalama kampanyasının bu aralar devreye girmesi, Hürriyet ile Erdoğan arasında ya da Erdoğan'ın çevresi, yakınları arasında bizim bilmediğimiz bir sorun olup olmadığı sorusunu da gündeme getiriyor. Malum, Babıali'de belden aşağıya vurmak caizdir.
* Bu kadar önemli mi? Böyle bir habere üç gün boyunca bu kadar geniş yer ayıran Hürriyet, tabi ki, ücretlilerin nemalarını alamayışına, ya da Irak'ta nükleer silahların hala bulunamamış olmasının yarattığı sıkıntılara, G8'ler toplantısına karşı Cenevre'de yapılan gösterilere ya da Diyarbakır'da Pazar günü sona eren Kültür Sanat Festivaline yer bulamıyor.
* Kaybeden hürriyet olur: Son nokta da şu: Yılmaz Erdoğan'ı milyonlarca kişi tanıyor, seveni çok. Hürriyet gazetesini de yüz binlerce insan okuyor. Ve bu yüz binlerce insan arasında Erdoğan'ı tanıyan, Hürriyet'te yazan fikirleri ve duyguları taşımadığını bilen de herhalde on binlerce insan vardır.
İşte Hürriyet, özellikle bu okurlar nezdinde inanırlık ve güvenirlik kaybediyor. Özür dileyeceği yerde megaloman tavrını sürdürüp haksız yere Erdoğan'ı suçlamaya devam ediyor.
Salı günü, bakirelik meselesini iki satırda geçiştirmiş, "Yılmaz Erdoğan eskiden beri söylediklerini inkar eden bir adamdır" demeye getiren bir derleme yayınlıyor.
Erdoğan, Sky Türk'teki yayında Hürriyet'te çok sayıda dostu olduğunu söylemişti, kimsenin kendisine düşmanlık yapacağını sanmadığını da ekledi, Hürriyet'in özür dilemesi halinde dosyanın kapanacağını da belirtti. "Yoksa bu yazıları benim avukatım okumak zorunda kalacak"" diyerek hukuki yollara başvuracağını ima etti.
Yatsıda sönen mum.. .
Sky Türk televizyonu Pazartesi günkü yayın sırasında telefonla Hürriyet'in yazı işleri sorumlularına ulaşmaya çalıştı ama, karşı taraftan ses seda veren olmadı.
Meğerse o saatlerde Hürriyet yazı işleri, Yılmaz Erdoğan'a saldırıyı nasıl sürdüreceklerini tartışıyormuş galiba. Pazartesi günü Erdoğan'ın tekzibini kuşa çevirip yayınlamış olan Hürriyet, Salı günü de, Sky Türk'teki programdan hiç söz etmeden tekzibi tekrarlayarak aslında, Pazartesi günkü kendi haberini de tekzip etmiş oluyor.
Yazı işlerinde panik mi var ne? (RD/NM)