Ertuğrul Özkök de orada yazıyor
Hürriyet yayın kurulunun, bir an önce, Playboy dergisinin tanıtım sloganı olan Playboyu sadece yazıları için almayın.... ifadesinin benzeri bu ifadeyi, gazetenin kapak sayfasında, hemen isminin altına bir yere yazma işini görüşmesinde fayda var.
Siz de benim gibi seri ilanları için alıyorsanız bu gazeteyi, attıkları manşetlere ve Ertuğrul Özkökün yazılarına da maruz kalıyor olabilirsiniz.
Irak krizi süresince, Hürriyeti alanlar manşete baktıktan sonra, bir kere de gazetenin ismine bakma gereği duydular. Çünkü her seferinde Hürriyeti, The New York Timesın Türkçe versiyonu sandılar. Pentagonun aylık yayın bültenin eki veya askeri savunma dergilerinden birinin çıkardığı bir gazete falan sananlar da olmuştur, belki.
Aylardır, gazetenin kapak sayfasında, Amerikan askerlerinin gaz maskesi takmış poker oynayan, elinde bayrak tankın tepesinde veya dul bırakan yazılı bir duvarın önünde çekilmiş çeşitli pozları ile füze, tank, uçak gibi ölüm makinelerinin kolajlanmış fotoğraflarının dışında bir görüntüye rastlamak mümkün olmadı.
Çeşit çeşit bombaların birbirinden üstün özellikleri; yeni nesil uydu güdümlü bombalar, sığınak delenler, altyapıyı yok edenler, uçakların, silahların, tankların adeti ve türleri gibi Amerikan ordusuna ait her tür teknik bilgiye sahip olduk sayelerinde.
Hele manşetler Sanırsınız, Hürriyet olmasa bölgede bulunan Amerikan askerleri durumdan da haberdar olamayacak, zira elinden gelse savaş için başla düdüğünü de gazete (hem de bir an önce) çalacak.
Bir manşette, Başbakanın savaşla ilgili açıklamasının Beyaz Sarayı şaşırttığı, Beyaz Sarayı Şaşırtan Açıklama cümlesi ile duyuruluyor. Ya Git Ya Savaş, Eller Tetikte, Saddama Verilen Süre Bu Gece Doluyor Kimi manşette gizli özne kullanılmışken, ya git ya savaş diyerek, sanırsınız ki gazete kendisi Saddama ültimatom veriyor.
Hürriyetin başlıklarını okuyan Amerikalılar bile şaşırıp, yine de PR başarılarından dolayı kendilerini bol bol takdir ediyorlardır herhalde.
Neredeyse Pentagon için çalışan bir reklam ajansının Türkiye kampanyasını yürüttüğü bir mecra haline gelen gazetenin bu durumunu, yıllardır gazeteyi severek aldıklarını ifade eden okurları dahi, okur köşesinde eleştirdiler.
Çocukluk zor zanaat
İnsanların sinirlerini bozmamak için okumamaya gayret gösterdikleri Özkök yazılarına değinmeye niyetim yok. Aklıselim sahibi yazarlar da Özkök fenomenini yeterince ve açıklıkla işlediler.
Sadece, medyadaki Enver Paşaların genel tavırlarının okunmasında çok anlamlı bulduğum bir ifadeye değineceğim. Özkök geçen ay, bir yazısında, Irak ordusundan topal ödlek, Saddamdan ise topal ördek diye bahsetti.
Çocukluk zor zanaattır. Vicdan henüz yaşanmamış acılar ve küçük olmanın verdiği sonsuz haklılık duygusu ile, çocukça sayılabilecek acımasızlıklara ve kötülüklere açıktır.
Sizce de Özkökün tavrı, abisinin eteğine yapışıp arkasına saklanarak ortada sıçan konumuna düşen, herkesin itip kaktığı çocukla alay eden ve hatta aradan bir de yumruk sallamaya çalışan bir çocuğun çocukça tavrını andırmıyor mu ?
Çocukluk ve gazetecilik
Gazetecilik de en az çocukluk kadar zor zanaat.
Savaşı, Halaskargazi caddesindeki binanın zar atarak, kart çekilerek elde edildiği monopol, borsa gibi kazanç oyunları seviyesine indirgeyerek algılatmadaki ısrarları ise, bir başka çocukça tavır.
Efendim kaçınılmaz bir savaşta önemli olan bizim kazancımız ne olacak? Bir cümlede kaç infaz? Kaçınılmazlık, savaşa karşı olmamak ve bir de kazanç beklemek
Bu ülke, yaşadığı uzun savaş ve parçalanma yıllarının ardından, anlaşmalarla çizilen sınırların ötesinde yaşayan insanların akacak kanı üzerinden, kazanç hayalleri kurmayı, hiç bir zaman onurlu bir davranış olarak görmedi.
Bu ülke hiç bir zaman komşuları üzerinde emperyalist amaçlar gütmedi. Çünkü, bugün abisinin eteğinde akbabalık yapmanın, yarın kendine de dönebileceğini biliyor.
Bu ülke, hiç bir zaman savaşın bir kazanç mevzu olmadığını bildiği gibi, savaşın her zaman, her anlamda ve herkes için kayıp demek olduğunu da biliyor.
Bu ülkenin insanları, savaştan hele haksız bir savaştan çıkar elde edilemeyeceğini, zaten bozuk olan ülke ekonomisinin de savaş kredileri ile kurtulamayacağını biliyor.
Ekonominin bir tehdit aracı haline getirilmesinde buna izin verenlerin rolü olduğunu da anlıyor.
Ekonomiyi düzeltmenin yolunun, borçla döndürülmek yerine öncelikle üretime dayanan bir düzenden, kendi potansiyelini açığa çıkarmaktan ve sağlam bir duruş sergilemekten geçtiğini de biliyor.
Amerikanın paranoyası kadar, ekonomilerinin içinde bulunduğu durgunluk, petrol kaynaklarının ele geçirilmesi, Irakın petrol satışını euroya endekslemiş olması gibi, sırf kendi çıkarlarına hizmet eden nedenlerden kaynaklandığı, Amerika dahi her yerde açıkça telaffuz edilen, bu savaşta cephe açmak için çırpınan medyacılardan bıktık.
Kriz dönemlerinde çıkıp konuşan ekonomi ve savaş rantçılarından, analizcilerinden, taktisyenlerinden ve provokatörlerinden bıktık.
Madem bir tecavüz olayı kaçınılmaz ve biz bu tecavüzü engelleyecek güçte değiliz, o zaman biz de kolundan tutalım, hatta bunun için de para isteyelim tavrını sergileyenlerin verdiği utancı taşımaktan da bıktık.
Amerikan ordusunun attığı seyreltilmiş uranyumlu bombalar yüzünden, on binlerce Amerikan askeri sakat kalmışken, on binlerce Iraklı bebek sakat doğarken, sadece Saddamı diktatör gösterenleri dinlemekten utanır hale geldik.
George Bush şaibeli de olsa demokratik seçim sonucunda geldiği için, Amerika sınırları içinde diktatör sayılmayabilir. Ama dünya nezdinde kendisi de en az Saddam kadar diktatördür artık.
Dünya halklarını dinlemeyen, dünya ülkelerinin örgütlülüğüne kulak asmak yerine, bir de utanmadan tehdit edip ültimatom veren kişi, dünya çapında bir diktatör değil de nedir ?
Türk ordusunun, Kuzey Irakta güvenlik gerekçesi ile bulunmasına karşı çıkacaklarını söyleyen bir ülke için, hala, onlar dost, müttefiklerimize topraklarımızı açmalıyız, eyvah geç kaldık, kızdırdık onları diyecek kadar onursuz olmayı bir türlü anlayamıyorum.
1991 savaşında Türk Ordusu orada değil miydi? Şimdi niye bu tantana?
Sen iki kararı aynı tezkerede birleştirerek, zaten orada olan Türk ordusunun Kuzey Iraka girmesinin yanına, diğer kararı da ekle. Sonra da tezkere kabul edilmeyince, gel esas şimdi savaşa giriyoruz de.
Amerika, hemen tezkerenin reddedildiği günün ertesinde basınında ve Kuzey Irakta başlattığı provokasyon oyunlarıyla, bölgedeki Kürt grupları kışkırtacaksa, kışkırtsın. Yıllar boyu Demoklesin kılıcı gibi üstümüzde asılı bu korku ve tehditle mi yaşayacağız? Hem müttefik diyoruz, hem de bize karşı Kürt grupları kullanmasından korkuyoruz. (Ne güzel. Kürtler de kullanılmaya bu kadar hazırlarsa buyursunlar, yalnız Saddamın kimyasal silahlarından kaçmaları gerektiğinde nereye sığınacaklarını da hesaplasınlar.)
Böylece Türkiye de belki müttefikini yanlış seçtiğini anlayacaktır.
Uyanın beyler. Uyuttuğunuz yeter. Yeni dünya düzeni, rakipsiz askeri güç, geç kalıyoruz, batıyoruz, küstürdük masallarınızdan da bıktık.
Osmanlının batışını hızlandıran, kendini toparlamak, yenilenmek, çağdaşlaşmak, ekonomisini ve ordusunu adam etmek yerine; müttefik bellediği işgalci kuvvetlerden medet ummak, onlara topraklarını açmak, Almanyanın yanında birinci dünya savaşına girmek değil miydi ?
Müttefiklik ancak kan getirir. Savaşta ve barışta, kimsenin müttefikliğine ihtiyacımız yok.
Medyanın Enver Paşaları, mezarında, Enver Paşaya bile takla attırıyorlar. Yakında gazetelerini kanla basmaya başlayacaklar.Bu yutturucu yazar - şahinlere ve gazetelere, acaba;
Savaşta öleceklerin kerhen değil, gerçekten öleceklerini, seyreltilmiş uranyumlarla ve şarapnel parçaları ile sakat kalacakların kerhen değil, gerçekten sakat kalacaklarını;
anne babalarını ve evlerini kaybedecek çocukların kerhen değil, gerçekten öksüz ve evsiz kalacaklarını;
Kim anlatacak?
Halk, çeşitli barış girişimleri ve platformları ile pek çok kişi, kurum anlatmaya çalıştı.
Ne zaman anlayacaklar peki?
En az Irak halkı kadar uykusuz geceler boyunca, evlerinin bodrum katında, havada keskin ıslık sesleri çıkararak uçuşan bomba ve füzelerin ne zaman tepelerine isabet edeceği korkusunu yaşadıklarında mı?
Savaş sonrası Irak topraklarına yerleşecek Amerikanın, bir kaç yıl içinde, teröre destek verdiği veya diktatörler tarafından yönetildiği iddiaları ile, Kafkasyada, Ortadoğuda, İrana, Türkmenistana, Kazakistana, Azerbaycana savaş açmayacağını ve bölgenin, şimdilik Rusyanın etki alanında görünen petrol ve doğalgaz kaynaklarına göz dikmeyeceğini kim bilebilir ?
Bunu garanti edebilecek birisi var mı, şu an tarihi fırsatı kaçırdık diyen savaş yanlılarının arasında ?
Keşke mesele sadece Saddam olsa ve orada kalsa. Amerikan basını İrandaki nükleer santraller mevzunu çoktan kaşımaya başladı. E tabi hazır oraya gitmişken. Onca da yol masrafı boşa gitmesin, değil mi ?
Mutlaka, bu konuda çok gizli Amerikan raporlarının mı ele geçirilmesine ihtiyaç var? Yoksa sadece soğukkanlılıkla biraz ileriye ve biraz geriye doğru -tarihe- bakmaya mı?
Endüstri devrimi sonrası hammadde kaynaklarıyla, ticaret yollarının paylaşımı kavgasından ibaret iki büyük dünya savaşından sonra, 2025lerde hissedilir bir şekilde dünyayı sarsacak olan petrolün, zengin ve bakir kaynakları ile tüm Ortaasyanın haritasını değiştirmesinin de önü açıldı artık.
Dünya artık, ortaçağda kilisenin cennet tapusu satmasından bir farkı olmadığını kavradığı, demokrasi , barış ve insan hakları gibi çağdaş masalların sadece güçlüler tarafından ve istedikleri şekilde yorumlanabileceğini bir kere daha anlıyor.
Tarihin sonunu getirdiği söylenen Hiroşima ve Nagazakiye attığı atom bombalarından sonra, Amerika şimdi de demokrasi, barış ve insan hakları kavramlarının da içini boşaltarak, tarihe gömmeye hazırlanıyor.
Camacho ya da Basillio
Son olarak, Özkök nezdinde tüm barışçıl-ama-kaçınılmaz-savaş-karşısında-abisinin eteğine-yapışmak ve hatta-aradan-bir-yumruk-sallamak gerektiğine inanmışlara, dünyanın ilk roman kahramanı, kahraman ve cesur Don Quijotedan, 450 yıl öncesinden bir ses :
Don Quijote, peri kızlarından birine, oyunun yazarını sordu; genç kız, oyunu, bu işlere epey yatkın olan aylıklı köy Papazının yazdığını söyledi.
- Bana kalırsa, -dedi Don Quijote-, aylıklı mı aylıksız mı, her neyse bu papaz, Camachodan çok Basillionun dostu; taşlamacı olarak da hayli usta. Baksanıza, nasıl da dokundurmuş Basillionun yetenekleriyle Camachonun servetine!
Bu sözleri duyan Sancho, hemen atıldı:
- Doğrusu, ben de Kraldan yanayım: yani, Camachoyu tutuyorum.
- Bu da gösteriyor ki, benim zavallı Sanchom, basit bir köylüsün, hani şu Yaşasın galip gelen diye bağıranlardan birisin.
- Kimlerden olduğumu bilmem diye karşılık verdi Sancho- ; bildiğim bir şey varsa, Basillionun tenceresinde, Camachonun kazanlarında ki kadar nefis şeyler bulamam hiç bir zaman.
Bunu derken, kaz ve tavuk etiyle dolu tenceresini gösteriyordu; kazandan aşırdığı parçalardan birini aldı, iştahla ağzına attı; bir yandan da konuşmaya devam ediyordu.
- Yetenekli falan da olsa canı cehenneme Basillionun! İnsanoğlunun değeri, elindeki malla ölçülür, herkesin elinde de, layık olduğu şey vardır. Bakın Senyör Don Quijote, bugünkü günde bilgiden çok servete değer veriliyor. Altın semer vurulmuş bir eşek, güzel koşumlu yağız bir attan üstündür. Onun için, bir daha söylüyorum, ben, kazanlarında bol bol kaz, tavuk ve tavşan eti bulunan Camachoyu tutuyorum; oysa gidip Basillionun tenceresini açsanız (açmasınız daha iyi olur ya, neyse) sade bir suya çorba bulursunuz ancak.
- Vaazın bitti mi? diye sordu Don Quijote. (HA/BB)