Bu yazıyı
bu şarkıyı dileyerek okumanızı öneriyoruz.
Dil, insanın dünyayla kurduğu en temel bağdır. Sadece bir iletişim aracı olmanın ötesinde, düşünme biçimimizi, kavrayışımızı, duygu dünyamızı ve kimliğimizi şekillendirir.
Dil, insanın kendi varlığını inşa ettiği ilk yapı taşıdır. Bu nedenle dil, bir insan için sadece iletişim aracı değil, aynı zamanda düşünce dünyasının, eğitim hayatının ve kendini ifade etme biçiminin temelini oluşturur. Anadil, insan yavrusunun dünyaya açılan ilk anlam/a penceresidir; bireyin kavramlarla örülü bir dünya kurmasında kritik bir rol oynar. Özellikle öğrenme ve kavrama süreçlerinde, Anadil ile dünyayla bağ kurmanın işlevi yadsınamaz.
Anadil aynı zamanda toplumsal barışın da temel dinamiklerinden biri olarak görülebilir. Bir insanın kendi Anadilinde düşünmesi, öğrenmesi ve kendini ifade etmesi, dünyayla kurduğu ilişkinin dolaysız belirleyicisidir.
Anadil, eğitimden fırsat eşitliğine, kültürel sürdürülebilirlikten bireysel özgürlüğe kadar birçok alanda hayati roller oynar. Ancak, bugün birçok dil tehdit altındadır; bu da yalnızca dillerin değil, insanlığın düşünsel çeşitliliğinin de küçülmesi, deyim yerindeyse daralarak çoraklaşması anlamına gelir.
Anadillerin yaşatılması, yalnızca dillerin korunması anlamına gelmez; aynı zamanda farklı kültürlerin, dünya görüşlerinin ve yaşam biçimlerinin de korunması anlamına gelir.
Her dil, kendine özgü bir dünya yaratır. Dilin kaybolması, o dünyaların yok olması demektir. Oysa dillerin bir aradalığı, birlikte yaşamanın en önemli zenginliklerinden biridir.
Dünyada barış içinde bir arada yaşayan kentlere baktığımızda, çokdilliliğin ve kültürel çeşitliliğin bu yapının ayrılmaz bir parçası olduğunu görürüz.
Buna karşın, ulus-devlet anlayışının ilerlemeci ve pozitivist bakışı, genellikle tek dil ve tek kimlik dayatmasıyla dillerin ve kültürlerin yok olmasına yol açmıştır. Paul Feyerabend’in Akla Veda diyerek eleştirdiği Batı merkezli akıl anlayışı, dünyanın kavranışını belirli bir çerçeveye hapsederek, diğer dilleri ve kültürleri marjinalleştirmiştir. Endüstri Devrimi’nden bu yana Batı'nın dünya üzerindeki ekonomik ve politik tahakkümü, sömürgecilik pratikleriyle birleşerek, birçok yerel dili ve kültürü yok olma noktasına getirmiştir.
Ne yazık ki günümüzde bazı ideolojiler, tek bir dilin ve kültürün üstünlüğünü savunarak diğer dilleri ve kültürleri yok etmeye çalışmaktadır. Ulus-devlet ile kimlikçi totaliter ideolojiler, insanlığın eksilmesine ve kültürel çeşitliliğin azalmasına yol açmıştır. Bu da ilerlemeci pozitivist anlayışları yanlışlar.
Bu tür ideolojiler dünyayı tek bir kavrayışa ve dile hapsederek dünyayı kolonize etmekte ve sömürgeciliği körüklemektedir. Hayatı daraltarak eksiltip çoraklaştıran bu anlayış, endüstri devriminden bu yana büyünün bozulmasında ve doğa tahribatında ana müsebbip olarak görülebilir.
Türkiye'de Anadil denilince akla ilk gelen ve alerji olmuşçasına tepki gösterilen dil hiç kuşkusuz Kürtçedir. Türkiye’de Anadil meselesi, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sosyo-politik gerilime içkin. Anadilin politik bir tabu haline gelmesi, başka dillerden çok Kürtçeye yönelik tepkilerde kendini gösterir.
Düğünlerin basılıp müziğin susturulmasına varan örnekler, kamusal alanda Kürtçe konuşmaya dair çeşitli engeller, 1930'ların Türkiye'sini tekrar ettiğimiz anlamına gelir. Bunlar, 1930’ların Türkiye’sini hatırlatmak yanında, dilin ideolojik bir araç olarak görüldüğü anlamına gelir.
Dil, bazen çoğunluğun tahakkümünü pekiştiren bir mekanizmaya dönüşebilir. İdeolojik bir araç olarak dil, bir sömürü ve kolonize etme aracı olduğu kadar, yoksullaştırma ve eğitime erişim hakkının zorlaştırılması işlevi de görebilir. Çoğunluk kimliğine ve diline sahip olmayanların ikinci sınıf ve efendilere hizmetkarlara dönüşmesi de "fırsat eşitliği" retoriği ile kamufle edilir. Oysa bu retorik, eşitsizliğin kapitalist dildeki kamuflajından başka bir şey değildir.
Dil, doğal bir varlık olarak birlikte yaşamın sigortası olmak yanında hayatımızı atalarımızın deneyimlerinin rehberliğinde yaşamamızı sağlayan bir değerdir. Bir dilin, o dilde yaşayan insanların ve toplumun diğer diller ile birlikte daha da zenginleştiği Hakikati yadsınamaz. Türkçe, Ermenice, Kürtçe, Süryanice, Ladino, Rumca ve Çerkesçe gibi dillerin etkileşimi, yalnızca bu dilleri konuşanları değil, dilin kendisini de zenginleştirir.
Dillerin birlikte yaşamasının doğal sonucu deyimler, kelimeler, atasözleri, dilin dönüşüm sürecine katkıda bulunur, dilleri rafine hale getirir.
Dillerin yaşaması, duyulması ve konuşulması, yalnızca kültürel mirasın korunması anlamına gelmez; aynı zamanda birlikte yaşama kültürünü inşa eden temel dinamiklerin canlı tutulmasıdır. Dillerin birlikte yan yana yaşaması, konuşulması ve kuşkusuz duyulması, birlikte yaşayanların topluma dönüşmesinin de önemli olanaklarından biridir. Bu nedenle Adadil, yalnızca bireysel bir hak değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmanın ve kültürel zenginliğin, karşılaşılan doğal ya da toplumsal sorunlarla, felaketlerle mücadele etmenin de temel olanaklarından biridir.
Anadili, bir insanın kimliğinin, kültürünün ve düşünce dünyasının temelidir. Anadilin korunması ve yaşatılması, kültürel çeşitliliğin korunması ve barış içinde yaşamanın da önemli bir koşuludur. Her dil, bir dünyadır ve bu dünyaların bir arada varlığı, insanlığın zenginliğidir.
Dillerin yaşaması, dünyanın düşünsel ve kültürel çeşitliliğini korumak anlamına gelir. Çünkü bir dil yaşadıkça, o dilin yarattığı anlam dünyası da yaşar. Ve bu dünyalar bir araya geldiğinde, barışçıl yaşamanın mümkün olduğu yeni bir dünya inşa edilir.
Anadil yalnızca bir iletişim aracı değil, bireyin düşünme biçimini, bilişsel gelişimini ve dünyayla kurduğu ilişkiyi belirleyen temel unsurlardan biridir. Ancak Anadilinde eğitim alamayan, kendini Anadilinde ifade edemeyenler, yalnızca dilsel değil, aynı zamanda bilişsel ve duygusal bir küçülmeye de maruz kalırlar.
Bu durum, dilsel küçülme (linguistic diminishment) olarak adlandırılabilir ve bireyin kendini ifade etme yetisini körelttiği gibi, düşünsel derinliğini de zayıflatır. Anadilde eğitimin yokluğu, bireylerin kendi dünyalarını tam anlamıyla inşa etmelerini engelleyerek onların düşünsel ve kültürel üretimlerini kısıtlar. Bunun sonucunda, yalnızca bireyler değil, toplum da yoksullaşır.
Dili ve kavramları sınırlanan bir toplum, düşünsel çeşitliliğini kaybeder ve zamanla otoriterleşmeye de açık hale gelir; deyim yerindeyse anlam bağışıklığı kırılganlaşır.
Bir insanın kendi Anadilinde rüya görememesi, duygularını tam anlamıyla ifade edememesi, yalnızca bir bireysel hak ihlali değil, aynı zamanda toplumsal barışın da önündeki en büyük engellerden biridir. Türkiye'de Anadil meselesi özellikle Kürtçe bağlamında büyük bir gerilim alanı yaratırken, bu yalnızca bir dilin kamusal alanda baskılanmasıyla sınırlı değildir; aynı zamanda insanların kimlikleriyle var olma hakkının reddedilmesi anlamına gelir.
Bu, radikal anlamda bir insan ve insan topluluğunun tanınmamasıdır ki varolmak için bilinç varlığı her özne tanınmaya ihtiyaç duyar. Toplumsal barış, farklı dillerin ve kültürlerin birlikte yaşama kapasitesiyle doğrudan ilişkilidir. Barış içinde birlikte yaşama kapasitesine can veren, deyim yerindeyse bunu olanaklı kılan tanıma-tanınma ilişkisidir.
Bu gerçeklikten hareketle soruların özgürleştiriciliğinden yararlanma cesaretini gösterebiliriz: Eğer barış içinde bir arada yaşamak istiyorsak, dillerin bir aradalığını ve Anadil hakkını neden düşünmeliyiz?
Bir insanın Anadilinde öğrenme hakkı, yalnızca bir bireysel özgürlük meselesi midir, yoksa aynı zamanda toplumsal barışın da bir koşulu mudur? Anadilin bastırılması, bireylerin kendini ifade edememesi, toplumun düşünsel kapasitesini nasıl etkiler? Daha kapsayıcı, barışçıl toplumların bu değeri yaşamalarında dillerin işlevi nedir?
Eğer her dil yeni bir dünya yaratıyorsa, bu dünyaları yaşatmak insanlığın ortak geleceği açısından neden hayati öneme sahiptir? Herkesin Anadilinde eğitim alma ve kendini ifade etme hakkı neden hala tam olarak güvence altına alınamıyor? Anadilinde eğitim almayan veya kendini ifade edemeyenlerin yaşadığı sorunlara karşı ne gibi çözümler üretilebilir? Anadillerin yaşatılması için toplum olarak ne gibi adımlar atabiliriz? Anadil ve barış arasındaki ilişkiyi nasıl daha iyi anlayabilir ve bu ilişkiyi nasıl güçlendirebiliriz?
(MVB/EMK)