Ne var ki insan hakları alanında tablo göz kamaştırıcı. Bu alandaki kurulların sayısını akılda tutmak bile zor. Bu alanda bir "kurullar enflasyonu"nun varlığından dahi söz edilebilir. Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecinin yarattığı zorunluluğun ürünü olarak hala Hükümete bağlı yedi ayrı örgütlenme var.
İnsan hakları ile ilgili resmi örgütler oluşturulması fikrinin bir boyutunu da uluslararası gelişmeler oluşturuyor. Birleşmiş Milletler (BM) 1993 yılında açıkladığı "Paris İlkeleri" içerisinde "her ülkenin insan hakları kurulları oluşturması gerektiği" yönünde tavsiye kararı bulunuyor.
Kuşkusuz ki; insan hakları kavramına karşı faaliyet yürüten devletin bu kavramı sahiplenmesi ve kendisine bağlı örgütler kurmaya başlaması bir ikiyüzlülük. İnsan hakları mücadelesinin hedefi zaten hükümet veya devlettir. Zamanında komünizm için söylenen şey bugün insan hakları için gerçekleşmiştir: "ben devletim, insan hakları gerekirse onu da ben veririm"!
İnsan Hakları İl ve İlçe Kurulları
Bu kurullar, "insan haklarının korunmasını sağlamak", "hak ihlalleriyle ilgili savları araştırmak" ve "sonuçları Ankara'daki yetkililere bildirmek" amacıyla 2 Kasım 2000 tarihinde yayınlanan yönetmelik kapsamında tüm il ve ilçelerde oluşturuldu.
Kurulların öncülüğünde toplantılar gerçekleştirildi. Bu kurulların hukuki statüsü belirsiz bir yapı gösteriyor. Kurulların şikayetleri inceleme dışında bir yetkisi yok. Kovuşturma ya da soruşturma açma yetkileri bulunmayan kurullara halkın ilgisinin çok düşük düzeyde kaldığı görülüyor. Bazı illerde bu kurullara bugüne kadar hiçbir başvuru yapılmaması son derece çarpıcı. Bu kurullar tarafından şehirlerin önemli noktalarına konulan "insan hakları şikayet kutuları"na da ilgi gösterilmemiş.
Valinin ve Kaymakamın başkanlığındaki bu kurullara genellikle resmi dairelerin amirleri katılıyor. Kurullara katılan kimi görevliler hak ihlallerinden doğrudan sorumlu. Pratikte kurullara başkanlık görevini de vali yardımcılarından biri yapıyor.
Ağırlıklı olarak "resmi" temsilcilerden oluşan bu kurullar, "devlet politikası" ile uyumlu bir görüntü çizmiş; çoğu zaman Türkiye dışındaki hak ihlallerine daha fazla ilgi gösterdi. Kimi kurullar "Ermeni soykırımı iddialarıyla" ilgili "karşı tartışmalar" yapabildi.
Söz konusu niteliklerine karşın kimi illerde kurullara baskı uygulanması dahi gündeme gelebildi. Bazı illerde kurul üyesi sivil kuruluşlar dinlenmemiş ve azarlanmış; İzmir gibi büyük bir kentte dahi yapılan kurul toplantısı "örgüt propagandası yapılıyor" iddiası ile polis baskınına uğrayabilmişti.
Kurulların mevcut yapı ve anlayışları nedeniyle hak ihlallerini önlemek; insan haklarını geliştirmek yönünde hiçbir şey yapamadığı ve hatta "rapor yazmak" görevini dahi yerine getiremediği kısa zamanda ortaya çıktı.
Kurulların "devletin ihtiyaçları"na göre planlanması yaşanan gelişmelerle traji-komik sonuçlara yol açtı. AKP Hükümetinin İçişleri Bakanı birkaç yıl evvel yayınladığı bir "genelge" ile 81 ilin valisini "psikolojik harekat yürütmekle" görevlendirdi.
Valiliklere gönderilen genelgede; "illerde bir Vali Yardımcısı psikolojik harekat ile görevlendirilecektir" talimatı yer alıyordu. Geçen hafta ise bizzat Başbakan tarafından Diyarbakır İl İnsan Hakları Kurulu'na gönderilen genelge ile "işkence iddialarını araştırmayın" talimatı verildi.
Hak ihlallerinin kaynağı
İnsan hakları örgütlerinin sayısının bile akılda tutulamadığı Türkiye'de insan hakları sorununun aktüel niteliğini sürdürmesi bir "paradoks" olarak görülebilir. Ancak bu yanıltıcı.
İnsan hakları sorunu ülkenin ekonomik ve siyasi rejiminden ve demokratikleşmenin düzeyinden ayrı ele alınamaz. Ülke kaynaklarının adil olmayan dağılımı; gelirin eşit olmayan paylaşımı; ekonominin geniş halk yığınları aleyhine yönetilmesi; emekçi sınıfları kucaklayacak genel bir adil-sosyal politikanın oluşamaması ve demokratikleşmenin zayıflığı her gün artan oranlarda insan hakları ihlallerine yol açıyor.
İnsan hakları sorununun kaynağı siyasi iktidar ve ekonomik-siyasal rejimdir. Devlete bağlı kurumların insan hakları sorununu devlet ve hükümet yararına ele almaları da kaçınılmaz. Diyarbakır'da yaşanan gelişme, insan hakları il kurullarının, sembolik varlıklarıyla bizzat Başbakan tarafından rafa kaldırılabildiğini gösteriyor. Bakanın veya Başbakanın keyfince talimat verdiği bir kurulun insan hakları ihlalleri konusunda araştırma yapması ve "sonuçlarını Ankara'daki yetkililere bildirmesi" herhalde mümkün değil. (HA/KÖ)