Sayamadım ki, sen kaçıncı kurbanısın bu topraklardaki törenin candan önde, candan ala yer tutmuşluğunun? Toprağınız bol olsun.
Sayende bir kere daha gördük ve öğrendik, devlet el atarsa, ölüm kararını alan ve kızına ölümü eliyle veren ailen cenazeni alıyor, namazını kıldırıyor.
Yaşamıştık biliriz, devletin ağırlığını kendi sırtında hissetmeyen Şemse'nin ailesi cenazesini de altı ay başında nöbet tutan kadınlara bırakmıştı. Tabutuna "utancın simgesi" sarı yemeniyi de örtse, evinin duvarına çalacağı beyaz kireci suya da salsa, senin cenazeni ailen aldı ve kaldırdı.
Devlet tarafını değiştirsin
Bildiğimiz dersi bir kere daha tekrarladık sayende Güldünya kardeşim. Töreyi cenazeyi almak ve kaldırmak aşamasında durduran devlet, isterse eğer cinayetten önce de töreyi keser.
Hep dedik, yine diyelim: Devlet töre cinayetlerinin tarafıdır; ister susarak, görmezden gelerek töreden ve cinayetten yana olsun isterse yaşama hakkından yani kadından yana, devlet töre cinayetlerinin tarafıdır. Bu topraklarda töre cinayetine kurban verilen kadın olmasın isteniyorsa, devlet töreden değil kadından yana taraf olmalıdır.
Meclisteki Ceza Kanunu Tasarısı'na ilişkin mücadelemizin bir yanı işte tam da budur. Çünkü, töre cinayetine tahrik indirimi uygulamayı isteyen Tasarı töreden yanadır.
Biz ise, çıkacak kanunun bizden, kadının yaşama hakkından yana, yani töre cinayetini kan saikı ile öldürme suçuyla aynı tutar olmasını; "nitelikli insan öldürme" maddesinde sayılan ağırlaştırıcı nedenlere "namus" sözcüğünün de eklenmesini istiyoruz.
Günü kesilmiş kadınlar
Haberi bize ulaşmış ya da ulaşmamıştır, ama şu geniş topraklarımızda sen gibi günü kesilmiş nice kadının sırada beklediğini biliyoruz. Peki, günü kesilmiş kadınların "yaşamak istiyorum" diyen seslerini duyan, "tutun elimden" diye uzattığı ellerini tutan kim var?
Devletin sığınakları mı? Karakolları mı? Valileri, kaymakamları mı? Kadın kuruluşlarından, bugün örneğin Ankara'da ellerime sarılarak "nasıl biter bu cinayetler?" diyen kadınlardan başka kim var? Şimdi gün, varı görmenin, varı ortaya koymanın günüdür; devleti temsil eden ne varsa, görevlileri ortaya çıkmalı, "biz töre cinayetinden yana değiliz" demelidir.
Senin hikayen bilmeyene de çok öğretti Güldünya. Aşiret meclisinde 100 kadar kişi toplanıp kararın kesmiş... Ben gazetelerin yalancısıyım, bunu onlara ağanız söylemiş. Sonra da şunu eklemiş: "Bizim kararımız ölüm değildir, kızın kuma verilmesi, ona tecavüz eden adamla birlikte olaylar durulana kadar Bitlis'ten uzaklaşmasıdır."
Emekli imam töreyi bilmez mi?
Böylece anladık Doğan Soyarslan'ın Ceza Kanunu'nda olsun diye çırpındığı "tecavüzcünle evlen" nereden geliyor, kimi rahatlatıyormuş. Sana soran olmamış: "Kocası tecavüzcündür diye kardeş çocuğu olduğun kadına kuma gider misin Güldünya?"
Tecavüz hem de aile içi tecavüz itibarı zedeleyen bir şey değil ki tecavüzcün seni "ikinci karı" almayı bile kabul etmeyebilirmiş.
Amcan seni almış, götürüp bir süreliğine İstanbul'a bırakmış. Güvenip de yanına koyduğu kişi, köyünüzde imamlık etmiş bir emekli imam. O halde, törenin ne olduğunu, sana dair kararın nasıl alındığını ve uygulandığını bilen bir insan. Yaptığıysa, seni infaza gelen ağabeylerine teslim etmek.
İmamlar bu Cuma hutbesinde...
Senin hikayenin her cümlesinden "devletin töre cinayetlerini durdurmak için yapması gerekenler" fışkırıyor Güldünya kardeş.
Ve ben senin hikayeni işte böyle bir nedenle, tam bu noktada kesiyorum. Bence şimdi Diyanet'in yapması gerekenlerin zamanı!
Diyanet İşleri, "töre"nin ardına sığınanların dinin örtüsü altında saklanmasına izin vermemek için yapması gerekenleri yapmaya başlamalı: İmamlar, bu Cuma hazırlıkları süren hutbeyi okumalılar camilerde; bu 8 Mart'ta Diyanet İşleri Başkanı Kocatepe'de, tüm imamlar görev yaptıkları camilerde töre cinayetine kurban verdiğimiz tüm kadınlar için gıyabi cenaze namazı kıldırmalı; Hükümet üyeleri başta olmak üzere devleti temsil edenler de bizler gibi orada olmalı.
Töre cinayetlerinin gerçeği, Güldünya'nın doğduğu ve gömüldüğü Bitlis'in dağları kadar çıplak ve acı. Onu var eden her taşı yerinden kaldırmalı. (NI/NM)