"Eller okudu bakan oldu / Biz okumadık bakan olduk " diye bir deyişi vardı. İhsani, bakan koltuğuna oturmamıştı, ama diğer anlamda gerçekten bakan ve baktığını da gören birisiydi.
"Yazacağım" şiiri o yıllarda herkesin sevdiği dizeleriydi. Aklımda şu kadarcık kalmış. "Anayasa raftan inene dek yazacağım / Eşitsizlik zincirini kırana dek yazacağım" İhsani, bu dizelerle o yıllarda yürürlükte olan 1961 Anayasası'nın tam uygulanmadığını, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini anlatmaya çalışırdı.
Eşitlik, Kardeşlik, dostluk
Sazının tellerine vura vura, eşitlik, kardeşlik, dostluk türküleri söylerdi.
Aradan otuz küsür yıl geçti. Az zaman değil bu. Dünyada ve Türkiye'de çok şeyler değişti. Bu sürede, demokrasimiz iki defa ara rejimlerle kesintiye uğradı.
Ülkemizde, 1982 Anayasası yürürlükte. 2001'de otuz iki maddesi değiştirildi. Bu haliyle, güncelleştirildiği ve Avrupa Birliği'ne (AB) uyum sağladığı ileri sürülüyor. Şimdi, sırada anayasaya uyum yasaları var.
Türkiye Cumhuriyeti'ne (TC) vatandaşlık bağı ile bağlı olanların eşit bireyler sayıldığı, "demokratik, laik bir hukuk devletiyiz". Ne düşünüyorum, biliyor musunuz? Acaba, bugün Anayasamızın her yurttaşa eşit uygulandığını söyleyebilir miyiz?
Mesela ben, bu ülkede "farklı" alt kimliliğe sahip bir TC vatandaşı olarak bu soruya "evet" yanıtını verebiliyor muyum? Öyle ya, böyle düşündüğüme göre aklıma takılan bazı şeyler var herhalde. Hukukçu değilim, anayasa yorumunu yapamam. Ancak, görüp, bildiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dilerseniz, Anayasamızın eşitlik ilkesinin ne oranda uygulandığının yanıtını birlikte arayalım. Aşağıdaki sorulara verdiğimiz yanıta göre, bu değerlendirmeyi birlikte yapalım.
Ahmet bey, Hatice hanım
Engelli çocuğu olan yaşlı Ahmet Bey- Hatice Hanım ailesi, elden ayaktan düştükten sonra, kendilerine ve çocuklarına bakmaları karşılığında gariban yuvası dairelerini ilgili hayır kurumuna bağışlayabilirler mi? Yanıt: Hiç kuşkusuz, "evet"
Bu aile Ermeni, ilgili kurumda Azınlık Vakfı olsaydı, bu sorunun yanıtı, "hayır" olurdu.
Karagözyan, Kalfayan
Bir yetimhaneye ait, mesela, Darüşşafaka Vakfı'na ait bir ev onarılmaz durumda, yıkıldı, yıkılacak yada yıkılmış, bir arsa veya bina. Vakıf, yenisini yapmak için, gereken onayı alabilir mi? Yanıt: Tabii ki, "evet".
Pekiyi, bu yetimhane Ermenilere aitse, mesela, Karagözyan / Kalfayan Yetimhaneleriyse yine gereken onayı alabilir mi?
Maalesef bu sorunun yanıtı "hayır" dır.
Ermeni toplumuna
Bir hayır kurumuna, bir okul vakfına piyangodan daire çıksa, Tapusu o hayır kurumu yada okul vakfı adına tescil edilir mi? Yanıt: Gayet tabii "evet" Bu hayır kurumu yada okul Ermeni Toplumuna aitse, üzgünüm, ama yanıtı "hayır" dır.
Cami, kilise
Bir mülkünüzü mahallenizdeki, köyünüzdeki cami yaptırma / koruma derneğine yada vakfına bağışlayabilir misiniz.? Yanıt: "evet", çünkü mülkiyet hakkı var. Pekiyi, Ermeni'siniz kilise vakfına bağışlayabilir misiniz? "Hayır" yargı engeli var.
Rengi soldurarak
Bu örnekleri çoğaltabiliriz, (ayrıca başka konularda da çok sayıda örnek verebiliriz). İşte, Azınlık Vakıflarının mülk edinebilmeleriyle ilgili, gündemdeki tartışma bu. Bu ayıplı ayırımcılığın giderilmesi yerine, yazık ki bir kesim bu olayı alabildiğine saptırdı. "Milli menfaatler, vatanın bölünmez bütünlüğü, dış odaklar, hain emeller" gibi sözcüklerle olmayacak senaryolar üretildi. Azınlık olmak, sakıncalı gibi gösterildi, suçlanıldı.
Siyasilerimizin, çokça tekrarladıkları bir söz var. " Bunun yöntemi "ötekinin" üzerinden milliyetçi duyguları okşayan politikalar yapmak olmamalı diye düşünüyorum.
Sorunlara, yurtsever bir bakışla değil, etnik / dinsel farklılığa dayalı milliyetçilikle bakarak, demokrasiye ulaşmak mümkün olur mu? Hep söylüyorum, Türkiye'de nüfus içerisindeki oranımız binde bire düştü. Bu toprakların yaşayan renklerinden biriyiz. Bu rengi, bu şekilde soldurarak, ancak milliyetçi duygular beslenir. Bunun da ülkemize ne yararı olur? Doğrusu bilemiyorum.
Laik bir devlette, devlet hangi inançtan olursa olsun her vatandaşına aynı mesafededir. Türkiye'de din işlerinin giderleri benimde katkılarımla oluşan genel bütçeden pay aktarılarak karşılanır.
Katkı yerine kısıntı
Ama benim kiliseme ve benim din görevlime devlet katkı yapmak bir yana onun gelirlerini kısarsa bu kurumlar nasıl ayakta kalır?
Bunun yanıtı nedir? Müslim, Gayrimüslim tüm hayır kurumları bağışlarla ve akarlarının gelirleriyle ayakta dururlar. Akarları eriyorsa, gelirleri kısıtlanırsa o kurumlar amaçları doğrultusunda hizmet sunamaz hale gelmezler mi?..
İstenilen buysa mesele yok. Ama, biz bir hukuk devletiysek, böyle olmak istiyorsak, "eşitlik" ve "genellik" ilkesi bunun olmazsa olmaz koşulu değil midir? Umudumuz uyum yasalarında.
Anayasa, raftan inene dek yazacağım / Eşitsizlik zincirini kırana dek yazacağım. (YÖ/NM)