Avrupa Birliği (AB) üyeliği süreci ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) tek başına iktidarı ile gündemdeki yerini uzun bir süre daha bırakmayacak olan "anayasanın" çevresinde oluşan saflaşmaları, Türkiye'de yaşanan tartışmaların insanların hukuka olan yaklaşımlarındaki etkisini ve bu çerçevede yapılması gerekenleri Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Ülkü Azrak'a sorduk:
Şimdiye kadar anayasada yapılan değişiklikler bazen AB'nin talep etmesiyle bazen de mevcut iktidarın ihtiyaçlarını karşılaması için yaptığı değişiklikler şeklinde gerçekleşti. Ama toplumun önemli bir kesiminin 1982 anayasasının bütününe yönelik bir itirazı var. Tartışılmayan daha çok anayasanın bütünü ve özellikle değiştirilmesi söz konusu edildiğinde saflaşmalara, kamplaşmalara yol açıyor. Bu durumun nedeni ne sizce, anayasanın farklı kesimler için farklı anlamları mı var?
Anayasanın temel bazı konularında tartışmalar oluyor, o hassas konularda tartışma yapıldığı zaman cepheleşme ortaya çıkıyor. Orada çeşitli cenahlardan gelen bir takım dirençler ortaya çıkıyor. O dirençler karşısında başka türlü bir takım iddialar da ortaya atılıyor. Çok açık söylemeseler bile ordunun bu konularda en ufak bir değişiklik yapılmasına razı olmayacağı belirtiliyor. En azından böyle bir şey hissettiriliyor.
Peki bu cepheleşmeler yaşandığında, anayasa değiştirmek isteyenler ve buna karşı direnç oluşturanlar için ne ifade ediyor, farklı anlamları oluyor mu?
Bazı çevreler var ki bu çevreler esasen hukuku bir siyasi amacın aracı olarak görmeye çalışıyor. Hukuk ve mevzuat da dahil, bunların tepe noktasında da anayasa var. O da amaca ulaşmak için bir araç olarak görülüyor. Siz hukuku bir araç düzeyine indirirseniz belli amaçlar için o aracı istediğiniz gibi değiştirebilirsiniz. Ama bu iş bundan ibaret değil. Çünkü amaçla araç arasında çok sıkı bir bağ olduğu gibi amaç da aslında hukukun dışında kalmaz, yani hukuk amacı da kapsar. Hukuk sırf bir araç değildir. Hukuku siyasileştirmekten bahsediliyor. İki taraf da aynı iddiayı öne sürüyor. Bir kör dövüşü gibi. Aslında iki taraf da hukuku siyasileştiriyor tabii.
Yapılması gereken ne?
Siyaseti hukukileştirmek lazım. Yani siyasetin hukuki sınırlarını çizmek gerekir. Eğer siz siyaseti hem özü itibariyle hem de sınırları itibariyle hukuk dediğimiz -amacıyla idealiyle, üstün prensipleriyle zengin bir alan olan hukuku siyasetin bir aracı, vasıtası haline getirirseniz, o zaman hukukun düzeyi çok düşer ve özü kaybolur.
Aslında hukuk sadece aracı değil amacı da kapsayan bir alandır. Bu nedenle siyaseti hukuk dışına taşımaya kalkıştığınız anda gerilimlerden kaçınma imkanı kalmaz. Mutlaka gerilimler çıkar.
Bu gerilimler insanların yaşamlarını, hukuka olan yaklaşımlarını nasıl etkiliyor?
Hukuk ve siyaset tartışması Türkiye'de ilk çağdaş anlamda bir anayasa 1961 yılında yapıldı. Bu çağdaş anayasa yapıldıktan sonra daha önceki 1924 anayasasının yetersizlikleri ortaya çıktı. Anayasayı çiğneyen siyasi iktidara o zamanlar hukuk yoluyla bir şeyler yapma imkanı yoktu. Çünkü anayasa yargısı, anayasayı koruyucu bir güç yoktu. Ve anayasaya aykırı kanunlar çıkarıldı. Gerilimi o zaman yarattılar. 1924 anayasası o zamanlar yetersizdi. 61 anayasası çıktığı zaman herkes sanki bir can simidiymiş gibi o anayasaya yapıştı. Yani sokaktaki insan bir takım şeylerin doğrudan doğruya anayasaya aykırı olduğunu düşünmeye başladı. Doğru olmasa da böyle düşünmeye başladı.
Eskiden halk hiç anayasa ile meşgul olmazdı. Yani 61'de anayasa popülarize oldu, halklaştı. Sokaktaki insan bile anayasadaki haklarının ne olduğunu anlamaya çalıştı. Yani isyan ettiği zaman "siz anayasaya aykırı hareket ediyorsunuz" gibi laflar ortaya çıktı. İnsanlar anayasanın içeriğinin tam olarak bilmeseler bile onu kendilerini koruyan bir kalkan gibi gördüler. Anayasanın böylesine popüler hale gelmesi hem iyiydi, hem de onu hedef haline getirdi. Yani sıkıntıların anayasadan doğduğu vehmine kaptırdı bazı iktidarlar kendilerini. Mesela 1965'te bu anayasa "bizi çok sıkıyor, kısıtlamalar siyasi iktidara iş yaptırmıyor..." Demirel'in ilk defa başbakan olduğu dönemde söylediği laflardır bunlar.
Daha kötüsü 12 Mart müdahalesinde. 12 mart müdahalesi 61 anayasasını bugünkü anayasaya yol hazırlayan değişikliklere tabi tuttu. YÖK, DGM'ler o zaman ortaya çıktı, bir takım yasalara karşı dava açılamaması meselesi o zaman ortaya çıktı. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi o zaman kuruldu. Sayıştay'ın kararlarının kesinleşmesi o zaman kabul edildi. Bütün bunlar aslında geriye dönüştü. O geriye dönüşle mücadele edildi. Hukukçular gene bir cephe oluşturdular. Ondan sonra siyasi iktidar bu değişiklikleri gayet güzel kabullendi ve yürütmeye çalıştı.
Demirel 65'te " bu anayasa bizi çok sıkıyor" diyordu. 80'deki 12 Eylül müdahalesinin baş aktörü General Evren "bu anayasa çok bol bizim toplum için, biz bunda fırıl fırıl dönüyoruz. Türk milleti bunları kullanamıyor, kullandığı zaman kötüye kullanıyor." dedi. Bu noktadan hareket edince bu görüşler daha anayasa yapılmadan ortaya atıldı. Zaten daha o zaman başımıza gelebilecekleri öğrendik.
Bir karşılaştırma yapacak olursanız 1961 dönemiyle 80 sonrası dönemde hukuka olan yaklaşımda nasıl bir değişim var?
1950-60 yılları arasında olduğu gibi büyük bir çoğunluğu elinde bulunduran bir siyasi iktidar var. Bu siyasi iktidar bize gösterdi ki isterse anayasayı kolayca, iki gün içinde değiştirebilir.
Bundan önce yok muydu böyle bir kanı?
Hayır. Anayasayı değiştirmek o kadar kolay değildi. Daha geride kalan dönemlere baktığımızda anayasayı değiştirmek kolay olmamıştır. 82 anayasası 61 anayasasını tamamiyle bir tarafa iten ama iskeletini muhafaza eden, ama özgürlüklerden yana değil, otoriteden yana bir kimliği bulunan bir anayasa yaptı. Halk şimdi anayasanın pek fazla değer taşımadığını düşünüyor. Kolay değiştirilebilen bir hukuk belgesi olarak görüyor. Bu çok kötü bir şey tabii.
Halkta oluşan bu anlayış nasıl sonuçlara yol açabilir?
Cumhurbaşkanı Sezer kendisinin itiraz ettiği ve meclise geri çevirdiği bir anayasa değişikliğini karşısında oluşan bir tehdit cephesi yüzünden referanduma sunamadı. Referanduma sunsaydı, kolay kolay Mecliste temin edilen çoğunluk temin edilemezdi. Yani halk anayasanın belki de kolay değiştirilmesinin karşısında olacaktır. Bundan sonra eğer değişiklikler yapılırsa, siyasi iktidar kolayca değiştirme yollarına giderse ve cumhurbaşkanı "bunu halkın hakemliğine sunalım^" derse o zaman göreceksiniz ki halk bu siyasi iktidarın kolayca yapacağı değişikliklere evet demeyecektir.(HA)