Ancak yeni TMK 6. maddedeki tüm para cezalarını yeniden hapis cezasına (3 yıla kadar hapis) çevirdi ve "basına fazla yüz vermeye gelmez" diyerek "aslımıza dönmüş" olduk.
Bundan sonra;
* Her hangi bir örgütle ilgili ya da örgütün açıklamalarından haber yapılması veya bir muhbirin kimliğinin basında yer alması halinde haberi yapan muhabir bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecektir.
* Yayın sorumluları ve gazete sahipleri açısından ise "objektif sorumluluk" kuralı yeniden getirilerek, bu suça katılmamış olsalar dahi gazete sahiplerine ve yayın sorumlularına bin günden 10 bin güne kadar adli para cezası verilebilecektir. Tabi ki gün para cezası süresi içerisinde ödenmediği takdirde, hapse dönüşecektir. Hatta birden fazla hüküm varsa, bir yayıncı veya yayın sorumlusunun 5 yıla kadar hapis yatması olası olacaktır.
Tek bir suçtan dolayı mahkumiyet halinde ise para ödenmediği taktirde mahkumiyet en az üç yıl hapis cezasına dönüşecektir. Para cezasının bakiyesi ise 6183 sayılı yasa hükümleri uygulanarak, hükümlüden tahsil edilecektir.
* Ceza Hukukunun temel ilkesi olan "kusurluluktan" vazgeçilmiştir. Artık bir yazı işleri müdürüne "taksir" yani, yayından dolayı "özen ve dikkat yükümlülüğünü" yerine getirip getirmediği dahi araştırılmadan 500 bin YTL'ye -gazete sahibi açısından 1 milyon YTL- ulaşabilecek adli para cezası verilebilecektir.
"Objektif sorumluluk"
Gerçekten, "ceza sorumluluğunun şahsiliği" kuralı kişinin kendisine ait kusurlu fiilinden sorumlu tutulması anlamına gelmektedir. 5187 sayılı Basın Kanununun 11. maddesiyle "Süreli yayınlarda eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında bulunması nedeniyle Türkiye'de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkûm olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde" sorumlu müdürü salt gördüğü görev sebebiyle ve kusurunu aramaksızın sorumlu tutarak, üçüncü şahsın fiilinden kusursuz sorumluluk hali yaratmıştır.
Böyle bir sorumluluk şekli "objektif sorumluluğun" kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Objektif sorumluluk sistemi ise, kusur aranmadığı için, "ceza sorumluluğunun şahsiliği" ilkesine aykırıdır. Ceza sorumluluğunun şahsiliği, sadece maddi fiilin o faile ait olması anlamına gelmemekte, ayrıca kusurunun aranmasının gerekli bulunduğunu ifade etmektedir.
Nitekim, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 45. maddesi de (5237 s.y. 20.md ), kişinin ancak kendi fiilinden "kast" derecesinde kusurlu olması durumunda ceza sorumluluğunun doğacağını belirtmek suretiyle objektif sorumluluğun kabul edilmediğini göstermektedir.
Yayın durdurma anayasaya aykırı
Getirilen hapis cezaları dışında Cumhuriyet Savcısının emriyle süreli bir yayının 15 günden 1 aya kadar durdurulabilecek olması da diğer bir ilginçliktir.
Çünkü ilk baktığımızda bu süreler neye göre ve nasıl hesaplanmıştır ve burada beklenen amaç nedir soruları zihinlere düşmektedir. Yasa bunun bir tedbir olduğu söylemektedir. Ancak, bu bir tedbirse 15, 20 ve 30 günlük "yayın durdurmadan" ne gibi bir hukuki fayda beklenmektedir; bu belli değildir. Aslında mantıklı olan yayının temelli durdurulmasıdır. Aslında istenenden de odur ve zaten yasanın son 9-10 aylık uygulamasından ortaya çıkan sonuçta bunu doğrulamaktadır. (Örneğin İstanbul'da yayınlanan Gündem gazetesi hakkında üst üste toplatma kararı verildi)
Belki de her hangi bir mahkumiyet kararı olmadan "süresiz bir yayın durdurma"nın mahkeme onayıyla da olsa, AB organları önündeki "imajımız" açısından pek olumlu bir katkı yapmayacağı düşüncesiyle olsa gerek, bu yöntem tercih edilmek zorunda kalınmış olabilir. Başka bir anlatımla "murat edilen"le "imaj" arasında yapılan tercihte ortalama bir yol bulunmuştur.
Tabi ki düzenleme Anayasa'da aykırıdır. Çünkü Anayasa'nın 28. maddesi sadece suç konusu olan yayının dağıtımının durdurulmasından ve toplatma kararından bahsetmektedir ve 28/4-8'e göre "tedbiren dağıtımın durdurulması" ve "toplatma kararı" ancak basılmış bir yayın hakkında verilebilir.
Bu düzenleme bir yayının belirli bir süreyle veya süresiz -tedbir yoluyla veya ceza mahkumiyetinin sonucu olarak- yayımlanmasının durdurulmasını kapsamamaktadır. Kaldı ki basın özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili Anayasaca öngörülmeyen bir tedbir veya yaptırım yasa yoluyla getirilemez. Bu nedenle, getirilen düzenlemenin Anayasa'nın kaba bir şekilde ihlalinden başka bir hukuki anlamı yoktur.
Sadece TMK değil
Sonuç olarak, TMK'nın son dokuz aylık uygulaması hiçbir sürpriz getirmemiştir. Basın açısından sorunun sadece yeni TMK olmadığı da zaten son Nokta dergisi operasyonu ile ortaya çıkmıştır. Askeri Savcının talebiyle bir derginin günlerce aranması, bilgisayarlarına ve tüm dokümanlarına el konulması, yasada yazılanın hiç önemli olmadığını, yasanın bir ayrıntı olduğunu bizlere göstermiştir.
Gündem ve Nokta'nın başına gelenler, Türkiye'de yayınlanan tüm muhalif basının yıllardan beri ortak kaderi olmuştur. "Türkiye basın tarihi yargılanan yazı işleri müdürleri tarihidir" demek belki biraz abartılı görülebilir, ancak birilerinin hukuktan bağışık olduğu bu ülkede yasanın bazıları için ayrıntı bazıları için de cezaevleri duvarları anlamına geldiği de bilinmelidir.
Kaldı ki Türkiye'nin basın özgürlüğü sorunu sadece TMK ile sınırlıda değildir. Başta 301 olmak üzere, 305 (temel milli yararlara karşı faaliyette bulunma), 326 ila 339 (Devlete sırlarına karşı suçlar) 318 (halkı askerliğe karşı soğutma) 277 (yargı görevi yapana etkileme) 288 (adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs) gibi TCK hükümleri zaten basının tepesine her an için inebilecek giyotin gibi durmaktadır.
Özgürlükleri boğacak yeteri kadar hükmün TCK'da bulunması nedeniyle Adalet Bakanının bu yasanın hukuki bir ihtiyaçtan değil siyasi ortam bunu gerektirdiği için çıkartıldığını "söylemek zorunda kalması" da boşuna değildir.
Basın özgürlüğü de, yalnız başına basının özgürlüğü değildir. Toplumsal gelişme ve ilerlemenin temeli olan ifade özgürlüğünün ta kendisidir. Bir toplumda ifade özgürlüğü yoksa, diğer özgürlüklerinde teminatı yok demektir.
Bu anlamda "Her şeyin ölçüsü insandır" diyen Yunan düşünürü Protagoras ile "Yasalar devlet için değil, özgürlüklerin güvencesi için yani insan var olmalıdır. Yasaları idare eden yasalar da vardır. Bu da insan hakları ve ahlak kurallarıdır. Hukukun bütün tarifleri eksiktir. Doğrusu şudur: Hukuk insanlıktır" diyen Faruk Erem hoca aralarında asırlar olsa da insanlığın ortak dili ile konuşmaktadır.(ME/EÜ)
* Münip Ermiş, Antalya Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı