“Puşi”, “Annem Kurtar Beni”, “Benim Sana Verecek Oğlum Yok Paşa!” veya “Pınar’ın Şarkısı”nı dinlediniz mi? Aygül Erce bu şarkılarla sanki Türkiye’nin yakın tarihini bestelemiş.
“Acıya Şarkılar” (Stranên Ji Êşê Re) albümü, altı yaşında İzmir’e göç edip operanın ne olduğunu bilmeden operacı olmak isteyen Erce’nin ilk gözağrısı.
Kom Müzik etiketiyle yayımlanan albüm Türkçe ve Kürtçe iki CD’den oluşuyor. On şarkıdan yedisi kendi bestesi, bunların beşinde kendi sözleri yer alıyor. Diğer ikisinde de Karacaoğlan`ın ve Sivas Katliamı’nda yitirdiğimiz Behçet Aysan’ın dizelerini bestelemiş. Ayrıca Pir Sultan Abdal, Serdari, Ercişli Emrah da albümün konukları arasında.
“Acıya Şarkılar” bize ne anlatıyor?
* Kırık Bir Kurşun Kalemin Şiiri (Söz: Behçet Aysan / Müzik:Aygül Erce)
Albüm, Türkiyeli olarak yaşadığımız acıları anlatıyor. Bu albüm müzisyen olarak kendi yolculuğum ve son dönemin hukuksuzluk gündemi aslında. Ben kimim? Hayata, insanlara, doğaya nasıl bakıyorum? Nasıl bir dünya düşlüyorum? Bu soruları sorarak yola koyuldum.
İlk şarkıyı Terörle Mücadele Kanunu (TMK) mağduru çocuklar için yaptım. Sivas Katliamı’nı anmak için Sivas’ta yakılan Behçet Aysan’ın "Kırık Bir Kurşun Kalemin Şiiri"ni besteledim.
Albümde Pir Sultan Abdal, Serdari ve Nesimi'nin üç anonim şarkısı da yer alıyor, bir de Karacaoğlan'ın bir şiirini besteledim. Bunlar ilk defa Kürtçe söylendi.
“Acıya Şarkılar” her ne kadar hüzünlü çağrışım yaratsa da, ben buna “Umut albümü” diyorum. Çünkü acılarımızı konuşup anladıkça, birçok konuda uzlaşma sağlanabilir. Savaşların halklara ne büyük acılar yaşattığını biliyoruz. Hepimizi kurtaracak şeyin barış olduğuna inanıyorum. Bu nedenle Türkçe ve Kürtçe, iki dilli bir albüm yaptım.
“Kürtçe anadilim, şimdi Kürtçe kursuna gidiyorum”
** Helbeta qelemzirîçeke şikestî (Helbest: Behçet Aysan / Muzîk: Aygül Erce)
Şarkıları Kürtçe dilbilimci Zana Farqînî çevirmiş. Çevirmen kullanmak size ne hissettirdi?
Ben Kürdüm, Kürtçe benim anadilim. Çocukken Zazaki ve Kurmanci lehçelerini konuşabiliyordum. Ama ne yazık ki kullanamadığım dilimi unuttum. Şimdi Kürtçe kursuna gidiyorum. Bu çok acı. Sorunuzun yanıtı da bu olsa gerek.
Gündemdeki pek çok konuya dokunuyorsunuz…
Gündemi düzenli olarak izliyorum. O kadar çok hikaye var ki. Birbirimizin adını biliyoruz ama hikâyelerimizi bilmiyoruz. O hikayeleri öğrendiğinizde “Aman Allah’ım! İnsanlar bu kadar acı şeyleri yaşayıp hayatlarına nasıl devam edebiliyorlar?” diyorsunuz.
Empati duygunuz gelişiyor ve şarkılar besteliyorsunuz. Ben, çocuğumu savaşta yitirseydim nasıl hissederdim diye düşündüm ve “Benim Sana Verecek Oğlum Yok Paşa!” şarkısı böyle doğdu. Bu şarkıları yaparken kendimle çok konuştum.
Mesela TMK mağduru çocuklarla ilgili “Annem Kurtar Beni”yi yaptım. Çünkü Pozantı'yı yaşadık ve canımı çok acıttı bu.
İngiltere'de yaşıyorsunuz. Uzaklardan Türkiye’de olup bitenler nasıl görünüyor?
Biz militer bir Cumhuriyetin yetiştirdikleriyiz. Bize demokrasi diye yutturulanların aslında hiç de öyle olmadığını görüyorsunuz öncelikle. Askeri darbelerin kol gezdiği ve tarihinin her sayfasında kan akan bir toplum olduğumuz gerçeğiyle yüzleşiyorsunuz.
Hiçbir acı birbiriyle kıyaslanamaz ama Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin bu coğrafyada yaşadıklarını biraz uzaktan baktığınızda daha net görüyorsunuz. Ve uzaktan en çok da “Hâlâ mı değişmiyor bir şeyler?” diyorsunuz. Böyle durumlarda söz yazmam, bestelemem kendimi iyi hissetmemi sağlıyor.
“İçim acıdı, şarkı yaptım”
Müziğinizi protest veya politik olarak tanımlar mısınız?
Canımı sıkan veya beni sevindiren konularda şarkı yapıyorum. Bir müzisyen olarak bu gayet doğal. Şarkılar protest gelebilir, bazıları öyle de. Çünkü hepsi belli teması olan şarkılar.
Ruhi Su`dan, Joan Baez'den, Zülfü Livaneli'den, Grup Yorum'dan çok etkilendim, onlarla büyüdüm. Dolayısıyla protest müziği reddetmiyorum.
Pir Sultan'ın, Cigerxwîn’un, Behçet Aysan'ın acısı hiç değişmedi. Onların dertleri de hep acı çeken insandı. Bu dertleri deştiğinizde birileri sizin müziğinizi politik müzik kategorisine sokar ve bu da anlaşılabilir. Ama derdiniz insanın acısını anlatmaktır. Yani aslında “İçim acıdı şarkı yaptım” diyebilirim.
Kliplerle ilgili çalışmanız var mı?
Youtube’da şu an dönen klipler albüm çıkmadan önce yapılmış, amatörce kliplerdi. Yeni klipler yakında izleyicilerle buluşacak.
Müzisyen olmaya nasıl karar verdiniz?
Her zaman şarkı, türkü söylerdim. İçimde varmış. Ağabeyim Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Tiyatro bölümünde okuyordu. Bir gün Dostlar Korosu’nun kasedini getirdi Ankara dönüşünde. Onun sayesinde Ruhi Su ve Sümeyra Çakır ile tanıştım ve büyülendim.
Sonra aslında operanın ne olduğunu doğru dürüst bilmeden, opera okumaya karar verdim. Çünkü sesim onlar gibi güzel olsun istiyordum.
Lisede bir gün müzik öğretmenimiz bizi “Windsor'un Şen Kadınları” adlı operaya götürdü. Büyülü bir ormana girmişim gibi hissettim, çok etkilendim. Böylece opera eğitimi görmek istedim.
İkinci denememde İzmir Dokuz Eylül Devlet Konservatuarı Şan bölümüne girdim. Burada beş yıl birçok opera repertuarı üzerine çalıştım.
Okul bitince İzmir Opera Balesi'nde bir süre çalıştım. Eğitimimi yurt dışında sürdürmek isteyince, İngiltere’ye gittim. Goldsmith Üniversitesi’nde caz ve popüler müzik, Royal School Of Music’de şan eğitmenliği dersleri aldım.
“Türkiyeli olmak müzisyen için avantaj”
Farklı türleri denemek sizi nasıl etkiledi?
Birçok müzik türüne bulaşmanın avantajları var kuşkusuz ve bu albüme de yansıdı. Opera, caz ve popüler müzik eğitimi almak, türkülerle, Kürtçe şarkılarla, Alevi deyişleri ile büyümek bana olumlu katkı sağladı. Bu nedenle her tür iyi müzikten hoşlanıyorum.
Üniversitede beş yıl boyunca haftada iki opera, bir senfonik konser izledik. Klasik müzik ufkumu açtı. Ben kompozitör değilim ama şarkıcı ve besteci olarak dağarcığım ve hayalgücüm opera sayesinde epey geniş.
Operadan neden vazgeçtiniz?
Aslında vazgeçmedim ve operayı asla reddetmedim. Örneğin Kürtçe klasik müzik formunda bir eser besteledim.1996'dan beri şarkı yapıyorum. Gitarla birlikte besteciliği kendime daha yakın gördüm. Bu albümde de zaten besteciliğim ön plana çıktı.
Kürtçe klasik müzik bestesi nasıl bir proje?
1999'da Kürtçe opera fikri doğdu ve Kürtçe opera eserinin olmadığını gördüm. Bu düşünceyle bir adım attım. Kürtçe ve klasik müzik formunda, Ahmet Ataş’ın “Medresa Bilure Bideng” (Sessiz Kavallar Medresesi) şiirini besteledim yıllar önce. Şiiri Selim Temo Kürtçeye çevirdi. Çünkü Ahmet de Kürt ama Türkçe yazıyor. Yaklaşık 25 sayfa ve notaları da hazır. Bu projemi hayata geçirmeyi hedefliyorum.
Eserde Ahmet Ataş bir medreseden, annesinden, dayısından ve çocukluğundan bahsediyor. Çok büyüsel ve harika imgelerle dolu bir şiir. Belki ileride Devlet Senfoni Orkestrası’yla ya da bir piyanist ile performe edilebilir.
İngiltere'de müziğinize nasıl bakıyorlar?
Narfusion grubumuzla Türkçe, Kürtçe ve İngilizce şarkılar söylüyorduk. Fakat bir süre sonra dağıldık. İngiltere'de şu anda, arkadaşım Zak Dajani ile iki gitarla konserler veriyoruz. Düzenli müzik yaptığımız bir yer yok.
Londra'daki Türkler ve Kürtlerden oluşan bir dinleyici kitlemiz var. Ama İngilizler de bizi dinliyor. En son 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde İngiliz Komünist Partisi'nin Karl Marks Kütüphanesi'ndeki etkinliğinde sahne aldım.
Orada İran, Bangladeş gibi ülkelerden gelen kadın yöneticilerle bir araya geldik. Özellikle “Benim Sana Verecek Oğlum Yok Paşa” şarkısı orada da çok beğenildi.
“Hiçbirimiz masum değiliz”
Dinleyiciler şarkıların hikayelerini öğrendiğinde nasıl tepki veriyorlar?
Aslında duydukları hoşlarına gitmiyor. Memleketimi sadece bu olumsuzluklarla göstermek istemiyorum ama onların ülkelerinde de böyle şeyler olmuyor mu? Bunları hatırlıyorlar. Gerçekten hiçbirimiz masum değiliz.
Türkiye'deki ifade özgürlüğünün durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz, sizde otosansüre yol açıyor mu?
Yüzyılımıza yakışmıyor. Fikirler ve sanat özgür ortamda gelişirler. Ne yazık ki hâlâ çok trajikomik olaylar okuyoruz, tanık oluyoruz. Ama tepkimizi de veriyoruz. Mesela ben kendi adıma “Benim Sana Verecek Bir Oğlum Yok Paşa!” şarkısını besteliyorum.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi döneminde kitapları yaktık biz. Bu noktaya oralardan geliyoruz. O kadar mücadele boşuna verilmedi. Ben her şeye rağmen umutsuz değilim.
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Silahlar susacak” dendiği gün hüngür hüngür ağladım. Herkes derin nefes alıp oh çekti. Süreci çok destekliyorum. Bu konudaki her projede yer almayı da isterim. Bu albümü iki dilli yapma sebebi zaten buydu. Diller şarkılarda buluşabiliyorsa, insanlar da buluşur.
İnsanlar maddi, manevi pek çok çöküntü yaşadı. O acıların sarılması kolay değil. Asker ailesi ile gerilla ailesinin yan yana gelmesi ve konuşması beni müthiş duygulandırdı. Çünkü yaşadıklarımız aynı. Hepimiz bu ülkenin insanıyız, Türkiyeliyiz. Kürtler oraya sonradan gelmedi.
Yabancı bir arkadaşım “Buralara gelmek istiyorsunuz ama meketinizin güzelliğinin farkında değilsiniz” demişti. Haklı da. Barış hepimize gerekli. Eline silah almak kolay ama konuşmak, tartışmak, birbirimizi anlamak çaba gerektiriyor. En zor olanı bu galiba.