2002 Yıllık İnsan Hakları Raporu'nda, Avrupa Birliği üyeliği için bekleyen 13 ülkeden beşi yer aldı. Bu ülkelerden biri olan Türkiye ilgili bölümü özetleyerek yayımlıyoruz.
Böylece, en azından beş ülkeden her biriyle ilgili olarak Avrupa Birliği İlerleme Raporu 2002 ile HRW 2002 İnsan Hakları Raporu'ndaki değerlendirmeleri karşılaştırma şansı ortaya çıkıyor.
İnsan hakları alanındaki gelişmeler
Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi koalisyonu bir kez daha, askerin karşı çıktığı önemli reformları hayata geçirememiştir.
Türkiye hükümetinin AB'ye katılım programı insan hakları konusunda bir çığır açabilecekken, bu alanda yapılanlar belirsiz ve genel girişimlerle sınırlı kalmıştır. Bu girişimlerin amacı, açık bir şekilde, değişimi engellemek ya da en azından, geciktirmektir.
Haziran ayında, Anayasa Mahkemesi, dindar Fazilet Partisi'ni, devletin laik ilkelerine aykırı hareket ettiği gerekçesiyle kapatmıştır. Ekim ayında onaylanan değişiklik paketi, tutukluluk süresini kısaltırken, idam cezası ve ifade özgürlüğü kısıtlamalarını ortadan kaldıramamıştır.
Türkiye'de dinin rolü, etnik köken, ve ordu hakkında resmi görüşten farklı fikir beyan edenler yargılanmaya ve hapse atılmaya devam etmektedir.
Askeri mahkemeler, ifade özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik davalarda sivilleri yargılamaktadır.
Valiler, son yıl boyunca da sergi kapatmaya, film gösterimlerini yasaklamaya, kitap ve gazeteleri toplatmaya devam etmişlerdir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, (RTUK) ulusal güvenliği tehlikeye attıkları gerekçesiyle birçok yayını durdurma kararı almaktadır. Azınlık dillerinde eğitim ve yayının engellenmesi için birçok yasal mazeret kullanılmıştır. Bu mazeretler, azınlık dillerinde eğitim ve yayın yasağını kaldıran reformların tamamıyla uygulanıp uygulanmayacağı konusunda soru işaretleri yaratmıştır.
Yerel yönetimler, ayrımcılığa neden oldukları gerekçesiyle, Kürtçe sokak isimlerini, oyun, kaset ve filmleri yasaklayabilmişlerdir. Öğrenci ve memurların başörtüsü takması yasağı sıkı bir şekilde uygulanmaktadır, ve bu yasak özel üniversitelere de yansımıştır.
Birçok avukat ve insan hakları savunucuları, işkence ve kötü muamelenin arttığını belirtmektedirler. Ülkenin her yerindeki tutuklular, polis ve jandarmalar tarafından işkence gördüklerini açıklamışlardır. Dayak, ölümle tehdit, tazyikli soğuk su, tecavüz, elektrik vermek, ve kollardan asma yöntemi en yaygın işkence şekilleridir. İki kişi ise, gözaltındayken dövülerek öldürülmüştür.
Mart ayında, milletvekili Sema Pişkinsüt, hapisteki çocukların yaklaşık yüzde 90'ının gözaltında işkence gördüğünü açıklamıştır. Kadınlar gözaltındayken, cinsel tacize ve tecavüze uğradıklarını bildirmektedirler. Türkiye'de işkence hala cezasız kalmaktadır. Güvenlik personelinin işkence suçundan yargılandığı durumlarda ise, cezalar genellikle ya çok hafiftir ya da ertelenmektedir.
İşkenceciler, tıbbi kontrol işlemlerinde hile yoluyla korunmaktadır. Aralık ayında, adli tıp yetkililerinden Dr. Nur Birgen, işkenceyi örtbas eden yanıltıcı rapor hazırlamaktan suçlu bulunmuş, üç aylık hapis cezası 1 dolara, yani yaklaşık 1.5 milyon Türk lirasına çevrilmiştir.
HADEP yetkilileri Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz, Ocak ayında jandarma tarafından karakola götürüldükten sonra kaybolmuşlar ve hala ortaya çıkmamışlardır.
Adalet Bakanlığı, tutukluları F-tipi cezaevlerine transfer etmiştir. Sivil toplum ve uluslararası örgütler, F-tipi cezaevlerinin, zalim, insanlık-dışı ve aşağılayıcı muameleye yol açabileceği yolunda uyarılarda bulunmuşlardır. Ancak bakanlık, bu uyarıları görmezden gelmiştir.
2000 yılının Aralık ayında hükümet, "Hayata Dönüş Operasyonu" düzenlemiş ve tutukluları F-tipi cezaevlerine nakletmek için 10,000 asker görevlendirmiştir. Bu operasyon sonucunda, 28 tutuklu ve iki jandarma hayatını kaybetmiştir. Bazı tutuklular protesto amacıyla kendilerini yakmışlardır. Ancak diğerleri, güvelik güçlerince kasten öldürülmüştür. Jandarma, nakil işlemleri sırasında tutukluları dövmüş ve işkence etmiştir.
F-tipi cezaevlerinde güvenlik görevlilerinin disiplini dayakla sağladığı yolundaki iddialar birkaç durumda tıbben doğrulanmıştır.
Türkiye'nin güneydoğusundaki çatışmalar büyük oranda azalmıştır. Ancak buna rağmen, 250,000'den fazla Kürt, bölgedeki köylerine dönememektedirler. Köylülerin büyük çoğunluğu, 1990'lı yıllarda güvenlik güçleri tarafından zorla evlerinden çıkarılmışlardır. Bu operasyonlarda işkenceler ve kaybolmalar da yaşanmıştır. Bazı köylüler ise, artarda gelen PKK saldırıları nedeniyle köylerini terk etmişlerdir.
Türkiye'den sığınma hakkı isteyenler kötü muameleye maruz kalmaktadırlar. Temmuz ayında, 200'den fazla Afrikalı mülteci İstanbul'da yakalanmışlardır. Aralarından bir kadın mülteci gözaltında hayatını kaybederken, diğerleri jandarmalar tarafından tecavüz ve cinsel tacize uğradıklarını, sonra da silah zoruyla Yunanistan sınırından geçirildiklerini bildirmişlerdir.
İnsan hakları koruyucuları
Başbakan Bülent Ecevit, Haziran ayında bir bildiri yayınlayarak hükümeti sivil toplum örgütlerine karşı hoşgörülü olmaya çağırmış, ancak aynı zamanda, bu örgütlerin, "insan hakları koruyucusu" sıfatını hak etmediklerini belirtmiştir. Buna rağmen, Eylül ayında polis, Diyarbakır'da, Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na ait bir merkezi basmış, bilgisayar, işkence gören hasta dosyaları, ve yardımcı doktorlarla ilgili bilgileri ele geçirmişlerdir.
Mart ayında, gözaltında cinsel saldırı ve tecavüz konulu konferansa katılan 19 kişi hakkında, "devlet yetkililerine hakaret"ten dava açılmıştır. F-tipi cezaevleri ve ölüm oruçları hakkında çalışmalar yapan beş İnsan Hakları Derneği şubesi, yerel valiler tarafından kapatılmış, örgüt iyeleri basın açıklaması yapmaya yeltenince dövülmüş ve gözaltına alınmıştır.
Adalet Bakanlığı, ölüm oruçları hakkında bilgi vermenin terörizmi desteklemek olduğunu belirtmektedir.
Uluslararası topluluğun rolü
Birleşmiş Milletler
Ocak ayında, Birleşmiş Milletler'in yayınladığı rapor, Türkiye'nin kendisini laik bir devlet olarak görmesini, sert şekilde sorgulamıştır. Rapora göre, Diyanet İşleri'nin sahip olduğu aşırı dini yönetim gücü, din işlerinin hükümet tarafından sistematik olarak düzene sokulduğunu göstermektedir ve İslam, bir devlet işiymiş gibi ele alınmaktadır.
Rapora göre Müslüman ve Müslüman olmayan dini azınlıklar Türkiye'de yeteri kadar korunamamaktadır. Raporda ayrıca, karşı çıkma özgürlüğünün tanınması gerektiği belirtilmektedir.
Haziran ayında, Çocuk Haklarını Koruma Komitesi, Türkiye hükümetinin, namus cinayetleriyle mücadele etmek için mevzuat değişiklikleri yapmasını ve bir bilinçlendirme kampanyası başlatmasını tavsiye etmiştir.
Avrupa Konseyi
İşkenceyi Önleme Komitesi, F-tipi cezaevlerinin kabul edilemez olduğunu belirtmiş ve Adalet Bakanlığı'nı tutuklular için hücre dışında faaliyetler düzenlemeye teşvik etmiştir.
Bir dizi davada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türk güvenlik güçlerinin güneydoğudaki operasyonlarında evlerin yıkılmasından, işkenceden, kaybolma vakalarından ve yargısız infazlardan sorumlu olduklarına karar vermiştir.
Avrupa Birliği
Avrupa Parlamentosu, Ekim 2000 raporunda, Ulusal Plan'ın belirsizliğini eleştirerek, hükümet yetkililerinin gösterdiği açık fikirliliğin, askeri güçlerce engellenmeye çalışıldığını belirtmiştir. Raporda, askerin, Türk politikası üzerinde alışılmadık bir etkisi olduğu belirtilmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 2000 yılı insan hakları raporunda, ifade ve basın özgürlüğü sınırlamaları, yargısız infaz ve işkence örnekleri verilerek, Türkiye'de insan haklarının ihlal edildiği belirtilmiştir.
Başka bir rapora göre, Türkiye, insan kaçakçılığı konusunda asgari standartlara uymamaktadır ve kadınların fuhuş için zorla Türkiye'ye getirilmesi konusunda yeterli önlemleri almamaktadır. (EA/NM)