HRW: Engelli Kadınlar ve Çocuklar Cinsel Şiddete Karşı Daha Savunmasız
İnsan Hakları İzleme Örgütü, engelli kadınların ve kız çocuklarının cinsel şiddete daha çok maruz kaldığını belirterek hükümetlere kadına karşı şiddet programlarına engelli kadınları ve kız çocuklarını da dahil etme çağrısında bulundu.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch – HRW) dünyadaki tüm hükümetlere kadına karşı şiddet programlarına engelli kadınları ve kız çocuklarını da dahil etme çağrısında bulundu.
Örgüt yaptığı açıklamada engelli kadınlar ve kız çocuklarının evde, okulda, kurumda ve genel yaşamlarında daha yüksek oranlarda cinsiyete dayanan şiddet vakaları ile karşılaştıklarını fakat iletişimin önündeki engeller ve ulaşılabilir formattaki kaynakların eksikliğinden dolayı durdurma ve destek programlarının dışında kaldıklarını belirtti.
Üç kat daha fazla cinsel şiddete açıklar
Dünya Sağlık Örgütü, dünyadaki kadınların yüzde 35'inin cinsiyet bazlı şiddete maruz kaldığını belirtiyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, engelli kadınlar ve kız çocuklarının hem cinsiyetlerinden hem de engellerinden ötürü gerçekleşen çeşitli ayrımcılık mekanizmaları yüzünden daha fazla marjinalleşerek şiddete karşı daha savunmasız hale geldiğini vurguluyor.
Araştırmaya göre engelli kadınların ve kız çocuklarının tecavüze, fiziksel ve cinsel saldırılara maruz kalmasının üç kat daha muhtemel olduğu belirtiliyor.
Psikolojik ya da entelektüel engelleri olan erişkinler ve çocuklar ise dört kat daha fazla risk içererek en savunmasız grupların içerisinde yer alıyor.
Nereden yardım alacaklarını bilmiyorlar
İnsan Hakları İzleme Örgütü Engelli Hakları Direktörü Shantha Rau Barriga “Engelli kadınlar ve kız çocukları çoğu zaman şiddetin kurbanı oluyorlar fakat nereden yardım alacaklarında dair çok az bilgileri oluyor” dedi.
Buna karşı bir adım atmak için örgütün yayınladığı engelli kadınlar ve kız çocukları için "Birinin Size Kötü Bir Şey Yaptığında Yapılması Gerekenler" isimli bilgilendirici dokümanı şiddetin tespiti, engellenmesi ve şiddete karşı korunma için kolay bir rehber niteliği taşıyor.
bianet'in 2014 erkek şiddeti çetelesine göre erkekler 2014’te 109 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti/tecavüz girişiminde bulundu.
Rojin Kabaiş’in şüpheli ölümü, sosyal medyada büyük bir dayanışma hareketine dönüştü ve Türkiye gündeminin üst sıralarına yerleşti. #RojinAdaletBekliyor ve #RojineNeOldu etiketleriyle yapılan binlerce kişi paylaşımları ile Kabaiş’in ölümü ile ilgili belirsizliklere ışık tutulması çağrısında bulunuyor.
Baba Nizamettin Kabaiş’in “Benim kızım intihar etmedi, adalet istiyorum” sözleri kamuoyu vicdanında derin bir yankı uyandırırken, birçok kullanıcı, soruşturmanın kapsamlı ve etkin bir şekilde yürütülmesi için çağrıda bulunuyor.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği birinci sınıf öğrencisi olan 21 yaşındaki Rojin Kabaiş’in trajik ölümü, tüm Türkiye’de yankı buldu. Diyarbakır’dan üniversite eğitimi için Van’a giden ve Seyyid Fehim Arvasi Kız Öğrenci Yurdu’nda kalan Rojin, 27 Eylül akşamı yurttan ayrıldıktan sonra kayıplara karıştı.
Rojin Kabaiş’ten haber alınamaması üzerine başlatılan yoğun arama çalışmaları, 18 gün sonra sona erdi. Rojin Kabaiş’in cansız bedeni, Van Gölü’nün Tuşba ilçesi Mollakasım Mahallesi kıyısında bulundu. Yapılan otopsi sonucunda ölüm nedeninin "suda boğulma" olduğu tespit edildi. Rojin’in cenazesi, memleketi Diyarbakır’da gözyaşları içinde toprağa verildi.
Van Barosu: Rapor yetersiz
Rojin Kabaiş’in ölümüyle ilgili yürütülen soruşturmada Van Barosu ve Van Barosu Kadın Hakları Merkezi’nden önemli bir açıklama geldi. Baro, Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından hazırlanan raporun ölümün aydınlatılmasına yeterli olmadığını belirtti.
Açıklamada, otopsi bulgularının İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildiği ve ölüm nedeninin "suda boğulma" olarak kaydedildiği ifade edildi. Ancak raporun birçok hayati bilgi ve değerlendirmeden yoksun olduğu vurgulandı. Baro, raporda dikkat çeken dört önemli eksikliği şöyle sıraladı:
DNA Örnekleri: Rojin’in cansız bedeni üzerinde bulunan iki farklı DNA örneğinin kime ait olduğunun tespit edilmediği belirtildi. Ayrıca bulaş riskine dair detaylı bir değerlendirme yapılmadığı ifade edildi.
Suda Kalma Süresi ve Mide İçeriği: Rojin’in suda kalma süresi, midesindeki sıvının içeriği ve yurttaki son görüntülerde tükettiği yemeklerle uyumu gibi kritik bilgilerin raporda yer almadığı kaydedildi.
Boyundaki Anormallik: Rojin’in boynunda tespit edilen kemik anormalliği ile ilgili raporda herhangi bir açıklama veya değerlendirme bulunmadığı ifade edildi.
Van Gölü Bağlantısı: Boğulmaya neden olan suyun Van Gölü’ne ait olup olmadığına dair tespit yapılmadı.
Van Barosu, bu eksikliklerin ölümün aydınlatılmasını engellediğini ve dosyaya katkı sağlayacak itiraz ve taleplerini sunduklarını belirtti. Baro, "Rojin Kabaiş’in ölümüne ilişkin maddi gerçeklik ortaya çıkana kadar dosyanın takipçisi olacağız" dedi.
Baba Kabaiş: Kızım intihar etmedi
Rojin’in ölümüyle ilgili soruşturma devam ederken, baba Nizamettin Kabaiş, kızının intihar etmediğini, öldürüldüğünü savunuyor. Adli Tıp Kurumu’nun yaptığı incelemelerde, Rojin’in bedeninde iki farklı erkeğe ait DNA izleri tespit edildiği iddia edildi. Bu bilgi, Van Barosu tarafından doğrulanırken, DNA örneklerinde şüpheli bir bulguya rastlanmadığı açıklandı. Ancak baba Kabaiş, soruşturmanın daha kapsamlı bir şekilde yürütülmesini talep ediyor.
Adli Tıp: Kesin bulgulara ulaşılamadı
Van Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebiyle hazırlanan ek rapor, Rojin’in ölümüne ilişkin yeni bir sonuca ulaşamadı. Raporda, Rojin Kabaiş’inölümünün intihar mı, kaza mı yoksa bir başkasının etkisiyle mi gerçekleştiğine dair tıbben kesin bir değerlendirme yapılamadığı belirtildi. Ayrıca, olay yerinden alınan biyolojik örneklerin daha detaylı analiz edilmesi gerektiği ifade edildi.
“Rojin’e ses ol”
Rojin Kabaiş’in ölümüyle ilgili belirsizlik, sosyal medyada büyük bir dayanışma hareketine dönüştü. Binlerce kullanıcı, #RojinAdaletBekliyor ve #RojineNeOldu etiketleriyle adalet çağrısında bulundu. Baba Nizamettin Kabaiş’in “Benim kızım intihar etmedi, adalet istiyorum” sözleri, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı.
Öne çıkan sosyal medya paylaşımlarından bazıları şöyle:
Bayan Yanı: “Bir baba 55 gündür ‘Benim kızım intihar etmedi’ diye yakarıyor. Bu sesi büyütelim. #RojinİçinAdalet”
Feyza Akınerdem: “Gencecik bir kadın, sevenlerinden koptu. Bu babanın bilmeye hakkı var. Kadınlar olarak bilmeye hakkımız var. #RojineNeOldu”
Dayanışmanın Kadın Hali: “Rojin Kabaiş’e ne olduğu hala belirlenebilmiş değil. Adalet arayışını görünür kılmak için her platformdan soruyoruz! #RojinAdaletBekliyor”
Amedspor Barikat: “Rojin’e ne olduğu açığa çıkarılana dek sormaya devam edeceğiz. Vicdan sahibi herkese çağrıda bulunuyoruz; #RojineSesOl”
Meral Danış Beştaş: “Bu feryada sessiz kalmayalım. Hep birlikte sesimizi katalım. #RojineSesOl #RojineNeOldu”
Baba Kabaiş’in “Adalet istiyorum” çağrısı, kamuoyunun desteğiyle daha güçlü bir şekilde duyulmaya devam ediyor.
bianet erkek şiddeti çetelelerinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Kadınlar “doğurmayacağım” diyor, Aile Enstitüsü ne yapacak?
Aile odaklı sosyal politikalar tasarlanıyor, yeni kurumlar kuruluyor: Aile Enstitüsü, Nüfus Politikaları Kurulu gibi. Ancak bu çabalar, kadınların “neden çocuk doğurmadığı” ya da “ailelerin neden parçalandığı” gibi sorulara gerçekçi bir yanıt vermiyor.
2000’li yılların başlarıydı. Asmalı Konak adlı bir dizi, Türkiye’yi ekran başına kilitlemişti belki hatırlarsanız. Bahar (Nurgül Yeşilçay) ve Seymen Ağa’nın (Özcan Deniz) hikayesi. Aklımda kaldığı hali ile, modern bir sanatçı kadının taşra ile, gelenekle ve güçle yüzleşmesi. Elbette kadın ve erkek ilişkisinin çatışması. Bir sahne vardı tam Türkiye özeti.
Bahar, hamileliğinin son günlerindedir. Seymen Ağa’ya öfkeli bir tartışmanın ortasında aniden sancılanır ve doğum başlar. Ama Bahar o an haykırır: “Doğurmayacağım! Doğurmayacağım!”
Türkiye’de ben kadın diyeyim, muhafazakar kesimler aile diye okuyabilir, “doğurmayacağım” çığlığı yükseliyor uzun zamandır.
Bu arada yazının konusu değil fakat bu bebek sahibi olma meselesi ile ilgili bir de “gönüllü çocuksuzluk” kavramı var ki o da sonraki yazıların konusu olsun. Malum sistem buna da karşı…
Şimdiki konumuz ise “vay efendim ah efendim kadınlar doğurmuyor efendim..” Türkiye’nin nüfus artış hızı hızla düşüyor.
Bir nevi “fala inanmam falsız kalmam” etkinliği gibi sürekli olarak baktığımız TÜİK verileri, 2021’de binde 12,7 olan nüfus artış hızının 2022’de binde 7,1’e gerilediğini gösteriyor. 2023’te 958 bin 408 bebek doğmuş doğurganlık oranı ise 1,51 çocuk ile nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,1’in çok altında. Geçmişte, 2001’de bu oran 2,38 idi.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu durumu “varoluşsal bir tehdit” olarak nitelendiriyor. Ancak hükümetin çözümü, daha fazla çocuk yapılmasını teşvik etmekten öteye geçmiyor.
Aile odaklı sosyal politikalar tasarlanıyor, yeni kurumlar kuruluyor: Aile Enstitüsü, Nüfus Politikaları Kurulu gibi. Ancak bu çabalar, kadınların “neden çocuk doğurmadığı” ya da “ailelerin neden parçalandığı” gibi sorulara gerçekçi bir yanıt vermiyor.
Peşinde düştükleri soru bu aslında “kadınlar neden doğurmuyor?”, “Gençlerimiz neden birbirini beğenmeyip de evlenmiyor?”
Bekarlara sosyal yardım yok
Kadının İnsan Hakları Derneği'nin düzenlediği “Cumhuriyet Dönemi Devletin Aile Politikaları” panelinde, Prof. Dr. Nükhet Sirman, Prof. Dr. Pınar Elis Yelsalı Parmaksız ve Hatice Kübra Şamlıoğlu gibi önemli isimler bu konuyu ele aldı.
Prof. Dr. Sirman’ın konuşmasından bazı başlıklar, kadınların ve aile politikalarının günümüzde nasıl bir çatışma içinde olduğunu gösteriyor.
Devlet ve Aile Kontrolü: “Modern devlet, eski toplumlarda hane reislerine delege edilen gücü, doğrudan kontrol eder hale geldi” diyor Sirman. Aile politikaları, sosyal hizmetler, Diyanet ve diğer kurumlar üzerinden yürütülüyor. Artık evli olmayan bireylerin sosyal destek alması neredeyse imkansız.
Sopa ve Havuç Politikaları: “Kadınlar evde kalsın” diyen politikalar havuç olarak sunulurken, erkek şiddeti sopa rolü görüyor. Sirman, “Kadın cinayetlerini durdurmak gibi bir niyet yok. Erkek şiddeti, kadınları yola getirme aracı olarak işlev görüyor” diyerek şiddetin bir kontrol mekanizması olarak kullanıldığına dikkat çekiyor.
Ekonomik Faktörler ve Belirsizlik: İstihdam güvencesizliği, yüksek yaşam maliyetleri, eğitim ve kreş gibi temel hizmetlerin eksikliği, kadınları çocuk doğurmaktan alıkoyuyor. Sirman, “Kadınlar çocuklarının iyi bir eğitim alıp almayacağını, sokakta güvenle büyüyüp büyüyemeyeceğini sorguluyor” diyerek geleceğe dair belirsizliklerin doğurganlık üzerindeki etkisini vurguluyor.
Aile ve Toplum: Güçlü Türkiye mottosu
Sirman’ın eleştirisi, hükümetin “güçlü aile, güçlü toplum, güçlü Türkiye” söylemine dayanıyor.
Ancak ailelerin geleceğini yalnızca bireylerin tercihleri değil, ekonomik ve sosyal politikalar şekillendiriyor. Kreşlerin yokluğu, esnek ve güvencesiz işlerde çalışan beyaz yakalılar, yoksulları sosyal yardımlara bağımlı kılan politikalar…
Yeni kreş açmak şöyle dursun, varolan kreşlerin kapatılmasından söz ediliyor.
İBB’nin “anne kartı” vardı örneğin. Ne kadar çok kadının evden çıkmasını sağladı bilseniz şaşarsınız. Yine kreşler de kadınların ve çocuklar için gerçek çözümler. Çocuklar akranlarından öğreniyor bir çok şeyi. Çatal tutmasından tutun da sınıfta nasıl davranması gerektiğine kadar, o minik yaşlarında öğreniyorlar.
Türkiye’de hemen her sektörde bebek doğuran annelerin büyük bir kısmı mesleğine geri dönemiyor. Kadın mesleğine dönse dahi, 22 bin küsür olan bir asgari ücretten söz ediyoruz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre, 6,6 milyon kişi asgari ücretle çalışıyor. Kadınlar, asgari ücretle çalışanların yaklaşık %32’sini oluşturuyor, asgari ücretle çalışanların yaklaşık %68’i erkek.
Ekonomik istikrarı ve sosyal koşulları düzeltmeden, Nüfus Politikaları Kurulu ve Aile Enstitüsü’nün doğum oranlarını artırma konusundaki etkisi ne kadar olabilir?
Yeni kurulan Aile Enstitüsü’nün, aileyi güçlendirme hedefiyle yapılan araştırmaları ne kadar ciddiye alacağı belirsiz. Prof. Dr. Nükhet Sirman’a göre, bu tarz girişimler genellikle yüzeysel kalıyor ve gerçek sorunlara değinmeden sadece sembolik adımlarla yetiniyor.
Türkiye’nin çekirdek aile modelini benimsediği bir dönemde, tek kişilik hanelerin hızla arttığı ve geniş aile yapısının gerilediği göz önünde bulundurulursa, bu politikaların aile yapısını ne kadar etkileyebileceği oldukça tartışmalı.
Ekonomik güvencesizlik, kadınların iş gücüne katılımındaki engeller, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gibi temel sorunlar çözülmeden, sadece doğurganlık oranlarına odaklanmanın gerçek bir değişim yaratması beklenemez. Kadınların ekonomik sorunları bir yana, nafaka hakkına dahi saldırı varken, kadınlar kendilerini güvende hissetmiyorken, neden bir bebek dünyaya getirsinler? Kendisinin güvencesi yok, minik bebeğin olacak mı?
Kitap: Yatak Odasındaki Kalabalık
Kadının bedeni üzerinden toplumu dizayn etmeye çalıştıklarını biliyoruz. Çocuklarla da kadını daha çok ev içine aileye bağımlı kılmak istiyorlar. Ekonomiyi düzeltmek yerine devlet eli ile doğurganlık artsın diye her yol denenecek gibi.
Ne zaman bu “bebek yapın” ısrarlarını duysam aklıma Metis Yayınları’ndan çıkan Yeliz Turan Yunusoğlu’nun kitabı gelir.
Kitap "cinselliği çevreleyen kültürel, kişilerarası ve içsel senaryolara odaklanıyor ve sözü vajinismus deneyimi yaşamış kadınlara veriyor ilk kez."
Katılımcıların aile hayatları, partnerleriyle ilişkileri ve tıbbi çözüm ararken karşılaştıkları sorunlar üzerine anlatılarını aktarırken “Her biri benzer deneyimleri kendi kabuklarında yaşamış, kendilerini yalnız hissetmişlerdi” diyor yazarı da.
Şöyle düşünüyorum, o kalabalıklar arasında, sosyal yardımlarla desteklememek/ desteklemek gibi gibi kamu kurumları yani bizzat devletin kendisi de var.
Narin’in katili "kutsal aile"
Bu yazının yazıldığı sırada, Narin’in öldürülmesine ilişkin davada sanıklara ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildiği haberi geldi. Ancak bu karar, toplumsal adaletin sağlandığını aksine vicdanların daha da yara aldığını düşünüyorum.
Karar elbette, Narin’i geri getirmiyor. Hep söylüyoruz, onu yalnızca dört kişi değil, bir sistem, erkek şiddeti ve politikasızlık öldürdü. Köyde elektrik kesintileriyle cinayeti gizleme çabaları, toplumun belli kesimlerinde erkek devlet şiddetinin nasıl bir tezahüre dönüştüğünü gözler önüne seriyor….
Narin’in kendi ailesinin evinde, bizzat kendi aile fertlerince öldürülmesi, “kutsal aile” anlayışının gerçek yüzünü yani feministlerin söylediği o ceberut zorba yüzünü bir kez daha açığa çıkarıyor.
Ayrıca tek sorun aile değil, yargılama sürecine de bakmak gerekli en başından beri soruşturmanın olması gerektiği gibi yürütülmediği de ifade edildi.
Bu ülkede Narin’leri nasıl yaşatırız diye düşünen, gerçekten kadınların ve çocukların yaşamını önemseyen politika yapıcıları görmek istiyoruz. Kadınları ve çocukları aileye, özellikle de bu kutsal aile anlayışına hapsetmek isteyenlere karşı her zaman mücadele edeceğiz.
Türkiye’nin sorunu doğurganlık oranı değil, ekonomik güvencesizlik, adaletsizlik ve kadınların ve çocukların yaşam hakkını tehdit eden şiddet ortamı.
Kadınların haklarına, özgürlüklerine ve yaşamlarına gerçekten öncelik veren bir sistematik bir politika anlayışının hâkim olduğu günleri görmeliyiz!
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde...
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Journo ve sektör dergileri için yazılar yazdı, haberleri yayınlandı. Hemşin kültür dergisi GOR’un kurucu yazarlarından. Yeşilden Maviye Karadenizden Kadın Portreleri, Sırtında Sepeti, Medya ve Yalanlar isimli kitaplara katkı sundu. Musa Anter Gazetecilik (2011) ve Türkiye Psikiyatri Derneği (2024) en iyi haber ödülü sahibi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu kurucularından. Sendikanın İstanbul Şubesi yöneticilerinden. İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ve cinsiyet temelli şiddet haberciliği alanında atölyeler düzenliyor. Ekim 2018’den bu yana bianet’te çalışıyor.