Dünden sonra yarından önce yazmak lazım.
Dün cenazede hepimiz orada Ermeniydik, Hrant'tık.
O kadar çokken cenazede,
Azınlık olmayı seçmiştik
Hrant'ın katledilişinin üzerinden beş aydan uzun süre geçti.
Bugün Hrant Dink cinayetinin ilk duruşması gerçekleştiriliyor.
Cenazede çoğunluğu, azınlığı parmak hesabına vurmanın alışkanlığıyla, elimizde olmadan kendimizi sayıyorduk biz bile. Durup geriye, ileriye bakıp "kaç kişiyiz acaba?" diye birbirimize sora sora hesap çıkardık. Yol uzundu, hesaplamak zorlaşıyordu bazen. Yine de saymaya, tahmin etmeye çalıştık beraberce. Kimimiz ileriye, kimimiz geriye bakarak saydık. Çoktuk, evet...
Türkiye'deki 55 bin Ermeni'den daha çoktuk. 73 milyonluk Türkiye'deki 55 bin Ermeni'den fazlaydık Hrant'ın cenazesinde.
Azınlıktan daha çoktuk. Orada bulunamayan ama bizimle beraber olduklarını söyleyen arkadaşlarımızı da sayınca hatta çoğunluktuk bile.
1927'deki ilk sayımda 14 milyona yakınmış Türkiye'nin nüfusu. Azınlıkla çoğunluğun toplam nüfusu bu kadarmış. 14 milyonun içindeki Ermeni azınlığın nüfusu da 300 binmiş. Demek ki, 80 yıl önce, azınlık bugünkünden daha çokmuş.
Azınlık çoğunlukça azaltılmış demek ki...
Dünkü çoğunluk halimiz bile, 80 yıl öncenin azınlığından azmış demek ki!
Seksen yılda 300 binden 55 bine indiğine göre Ermeni nüfus, azınlığın daha da azalması istenmiş demek ki. Varlık Vergisi... 6-7 Eylül olayları... Darbeler... Darbelerle Türk milliyetçiliğinin, Türk-İslam sentezinin devletin resmi ideolojisi olarak usul usul her santimine kazındığı çoğalırken azalan bir ülke...
Hrant'ın cenazesinde yürürken, yol uzundu, düşünecek çok zaman oldu. Türkiye için düşünecek zaman oldu. Çoğunluk hali nasıl bir haşinlikle beraber işlenir zihinlere? Azınlıktan olmak nasıldır, güvercinin kanadında nasıl yaşanılır diye çok düşünüldü cenazede.
Şişli'den başladı, Kumkapı'da bitti cenaze yürüyüşü. Yürünecek yol uzundu. Düşünenlerin azınlıkta olduğu, bilerek azaltıldığı bir ülkede yaşadığımızı düşünecek kadar uzundu yol.
Uzun yolumuzda AGOS'un önünden geçerken, bir arkadaşımın yola çıkarken bana verdiği gülü Hrant'ın düştüğü yere bırakmıştım. Başka güllerin, karanfillerin yanına. Aklımda Necatigil'in dizeleriyle:
Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda
Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca
Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda.
Dokunulduğunda solgun bir gül oluveren, zamanın anıya dönüştürdüğü her şeyi düşünmeye yetecek kadar zaman vardı cenazesinde Hrant'ın. Her şeye dokunduk biz de. En çabuk solan gül dışında, her düşünceye dokunduk yürürken.
Bir tek Hrant'tan alınan candan kalan son soluğa dokunmadım ben. Oraya solmayacağını umarak, bilerek bir gül bıraktım.
Yol uzun, güzergah zorluydu...
Yol bittiğinde arkadaşlarla oturduk dinlenmek için. Çocuklarımız da yürüyüşteydi. Bazılarına ölen arkadaşlarımızın adları verilmiş olan, artık bizimle olmayan babalarına, annelerine benzerliklerini bulduğumuz, savrulan yapraklar gibi gidenlerin ardından yürüyen çocuklarımız da bizimleydi Hrant'ın cenazesinde.
O çocuklara, çocuklarımıza bakınca, Hrant'ın hepimizin ellerindeki resimlerine bakınca, sanki geçen yıllarda bizi azaltmaya çalışan herşeye inat, inadına azalmamışız da çoğalmışız gibi geldi bana. Çoğunluk olmanın hoyratlığından uzak... ama çoktuk.
Olmak gerektiği gibiydik.
Demek, resme iyi bakacak kadar uzun yürümek, bütün solgun gülleri okşayarak diriltmek gerek diye düşünerek...
Geriye bakıp ölen arkadaşlarımı saydım, cenaze törenlerinde uğurladıklarımızı saydım.
İleriye baktığımda da çocuklarımızı saydım, elimizden bırakamadığımız resimlerinde artan, çoğalan Hrant'ları saydım.
Cenazeden kalan resimler bunlar oldu bende. Çokken azalıyoruz diye düşünerek başladığım yolu, azalırken çoğalıyoruz da ama diye düşünerek bitirdim Hrant'ın cenazesinde.
Hrant'ı uğurladığımız yolun, düşen arkadaşlarımızdan geriye kalan yollarla kesişen izi hepimizde derin olduğu için...
Gidenlerin ardından yaşamanın ağırlığını ömrümüze yükleyenleri affetmeyeceğimiz için...
Hepimiz hala Hrant, hala Ermeni olduğumuz için...
Bugün Hrant Dink davasında olacağız.
Nazım'ın şiirindeki (*) Bakkal Karabet nasıl affetmediyse Kürt Dağlarında babasının kesilmesini,
Kendimizi ve birbirimizi hala sevebilmeyi mümkün kılmanın başka yolu olmadığı için;
Türk halkının alnına bu karayı sürenleri biz de affetmediğimiz için;
Bugün mahkemedeyiz...(FÇ/EÜ)
(*) Nazım Hikmet'in "Akşam Gezintisi" şiirinden