Rakel Dink, eşi Hrant Dink'le Tuzla Ermeni Çocuk Kampı'nda tanışmalarından birkaç yıl sonra kendisine nasıl Kürtçe "seni seviyorum" dediğini anlattı.
"Herkese ilan ediyordu ilk günden"
Tanıştıklarında kendisinin 8, "40 yıllık arkadaştık" dediği Hrant Dink'in 11 yaşında olduğunu, "14, 15 yaşlarındayken resmen flört ettiklerini" söyleyen Dink "Bir şekilde açıldı. Zaten herkese ilan ediyordu ilk günden. Ben de biliyordum, bilmezlikten geliyordum. Biraz da kızdırdım onu böyle. Yüreğimi hoşnut etmek için Kürtçe 'seni seviyorum' dedi. Oradaki çocuklardan öğrenmiş" dediğinde, dinleyenleri güldürdü.
"Ondan bahsederken hep gülümsetiyor bizi"
Rakel Dink bunun üzerine "Ondan bahsederken hep gülümsetiyor bizi. Bu çok güzel. Onu daha da özlememize vesile oluyor" diye konuştu.
"Keşke bütün dilleri bilseydim"
Dink, dün (23 Mayıs) Hrant Dink anısına Tophane'deki Tütün Deposu'nda düzenlenen uluslararası atölye çalışmalarının akşamında yaptığı konuşmada, dillerin köprüler kurmasının altını çizdi.
"Eşim böylece 'sendenim' demeye getiriyordu. Üç dil biliyor olmam bir şans. Üç dilimi de seviyorum, keşke bütün dilleri bilseydim" dedi.
Rakel Dink Kürtçe, Ermenice ve Türkçe biliyor. Bunu "8 yaşıma kadar köy hayatında ne varsa Kürtçe öğrendim. Sonra Ermenice ve Türkçe'yi öğrendim. Yatılı okul nedeniyle Ermenice'yi daha çok konuştum. Çok dil bilirsen, bazen bir kelime bir dilde daha hoşuna gidebiliyor. Anlamına daha çok oturuyor" diye anlattı.
"Kürtçesini" çocukluğunda bıraktığını düşündüğünü söyleyen Dink, dört yıl önce Diyarbakır'a gittiğinde dili rahat konuşabildiğinin farkına varmış.
Rakel ve Hrant Dink'in tanıştığı Tuzla'daki kampa devlet el koymuş durumda, Hrant Dink "Tuzla Yoksul Çocuk Kampımız" diye adlandırdığı kampa el konulmasının öyküsünü "Davacıyım Ey İnsanlık" başlıklı yazısında anlatmış, şöyle yazmıştı:
"Sekiz yaşında gittim Tuzla'ya. Tam 20 yıl oraya emek verdim. Eşim Rakel'i orada tanıdım. Birlikte büyüdük. Orada evlendik. Çocuklarımız orada doğdu... Ama bir gün elimize bir mahkeme kağıdı tutuşturdular. Beş yıl süren direnişimize rağmen yenildik. Ne yapalım ki, karşımızda devlet vardı."
Rakel Dink'in dün akşam yaptığı, gülümsemeler ve gözyaşlarıyla dinlenen, alkışlarla son bulan konuşmasından bazı bölümler şöyle.
Bir sürü "seni sevmiyorum" cümlesi: Türkiye'de bir sürü "seni sevmiyorum" cümlesi var. Doğrudan söylenmiyor, ama öyle hissediliyor. "Biz mozaiğiz" denir, ama eski yer mozaiklerine bakıyorum, her parçanın kendi rengi vardır. Herhalde mozaiği öyle düşünmüyorlar. Bazen eşimle birlikte televizyon izlerken, "Ellerinden gelse, farklı düşünmememiz için fikirlerimizi de hapse sokacaklar" derdik.
Hrant Dink "öldürüldü": Eşim hakkında, cinayetten sonra "ölüm" sözcüğünün kullanılmasını doğru bulmuyorum. Kullandığımız sözcüğün gerçek anlamında olmasını tercih ediyorum. Çünkü "öldürülme" yerine "ölüm" doğallaştırıyor. Eşimin öldürülmesinin insanlarda doğallaşmasını istemiyorum.
Hrant Dink'in dili: Eşimin de bir dili vardı ki, sizlere dokunmuş. Onunla temasa geçmiş, izi kalmamış birini tanımıyorum. Vücut, söz, göz dilini başarıyla kullanıyordu. Konuştuğuna ayna tutuyordu. Onun gibi düşünenler mutluydu; düşünmeyenler o aynadan rahatsız oldu. Ya da o aynadaki görüntülerini herkesin görmesini istemediler.
Hangi dili seçiyoruz: Diller kendini ifade içindir. Kutsal kitaba da baktım; dil için "Koca bir gemiyi yönlendiren dümendir" diyor. Dil, deneyimlerimiz, düşündüklerimiz, karakterimizdir. Yüreği yaralayan dil var, sevindiren dil var. Bilgilendiren dil var, aşağılayan dil var. Hangisini seçiyoruz, bize kalmış. Söz olan dille sevgimizi belirtiriz; ama eylemle, içtenliğimizle de belirtmek gerek. Farklı insanlar, farklı diller anlaşabilir. Karşındakini kendi gibi görmek, "onun da hakkıdır" deme yeteneğine sahip olmak önemli.
Hayat gitmiş, toprağın ne anlamı var: Vücut dilini hepimiz anlıyoruz. Ağıt yakanın dilini bilmeseniz de, hissedersiniz. İnsanlar neyi anlıyor da, veremiyor? Bir yaz, Adalar vapurundayken çeşitli insanlara baktım. Gülmeleri, ağlamaları aynı. İnsanlar ne istiyor birbirinden? Toprak için ne bu kavgalar? O topraklar çöl oluyor şimdi. Çocukluğumda bize komşu bir Hıristiyan köyü vardı; Hasan köyü. Cudi dağının eteğinde, yeşil, meyvesi bol, Protestan ve Keldanilerin yaşadığı bir köy. Belçika'ya göç ettiklerini biliyorum. İki yıl önce orada bir gençle karşılaştım. "Köyde kimse kalmadı. Yaktılar, ama 'demir eşya' kaldı" dedi. Kast ettiği topraktı. Her şey yanmış, hayat gitmiş, toprağın ne anlamı var...
Türkiye'de o kadar çok sorun var ki: Bu etkinlik eşimin anısına düşünüldü. İlk domino taşı eşimdi. Sizlere değdikçe devrilmeye devam ediyorsunuz; birbirimize şifa oluyoruz. Dileğim bu ateşin sönmemesi, bu çabanın devamlılığı. Birçok etkinliğin başlayabilmesi için hayatlar sona eriyor. Türkiye'de o kadar çok sorun var ki... Dilerim çözüme ulaşır. Yüreğinizdeki 'yapma çabası' umut veriyor. Tebrik ederim. (TK)