!f Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali kapsamında gösterilen ve iki haftada 4.500’ü aşkın kişi tarafından seyredilen 'Benim Çocuğum' belgeseli dün, Boğaziçi Üniversitesi'nde bir kez daha seyircisiyle buluştu.
Çocukları lezbiyen, gey, biseksüel, trans bireyler olan anne babaların hikayelerini konu alan belgeselin gösteriminin ardından Sosyolog Meltem Ahıska, Feminist Yazar Gülnur Acar Savran, Aktivist Mehmet Tarhan ve LİSTAG Aile Grubu'ndan Şule Ceylan "aileyi" tartıştı.
Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü'nün desteği ile düzenlenen panele Boğaziçi Üniversitesi Homofobi ve Transfobi Karşıtı Öğrenci Topluluğu (LuBUnya), Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü (BÜKAK), Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi, Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü (BÜSK), Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Kulübü ve Boğaziçili Feministler ev sahipliği yaptı.
“Başka tip bir aile kurmak mümkün”
Şule Ceylan / LİSTAG gönüllüsü, Aktivist: "Biz 2 buçuk yıl önce bir toplantı için yine bu salondaydık. Toplantı biter bitmez Can Candan yanımıza geldi ve bu filmi yapma fikri burada doğdu. Çocuklarımız bize açıldıklarında seni reddediyorum, gözümün önünden uzak ol da ne yaşarsan yaşa, aman kimseler duymasın, senden nefret ediyorum demek birer seçenekti. Biz çocuğum yanındayız dedik. Çocuklarımız bize ezber bozdurdular ama bu pek kolay olmadı. Önemli olan toplumun bakış açısını değiştirebilmek. Homofobik dünyayı değiştirmek arzusundayız. Şu ortamda neyi değiştirebilirsiniz ki deniliyor. 5 yıl önce de bugünleri hayal etmiyorduk. Hiçbir şey yapmadan bir şeyi başaramazsınız. Türkiye'de bir aile yapısı var ve bu çocuklar bu ailelerde doğuyorlar. Başka tip aile kurmak mümkün. Çocuklarımız bizi seçmediler ama bizler onları seçer hale geldik. "
“Aileye taraf mıyız, karşı mı?”
Meltem Ahıska, Sosyolog, Boğaziçi Üniversitesi: "Benim Çocuğum filmini açtığı tartışmalar nedeniyle çok önemli buluyorum. Bu tartışmalardan bir tanesi aile. Aileye taraf mıyız, yoksa ailenin karşısında mıyız? ikileminin bizi bir yere götürmeyeceğini düşünüyorum. Modern, kapitalist toplum bir aile miti oluşturdu. Aile devletin, milletin, piyasanın söylemlerinin bir aracı haline geldi. Aile içindeki toplumsal iktidar ilişkileri, eşitsizlik, kadına yönelik şiddet, emeğinin yok sayılması, çocuklar üzerinde kurulan baskı vb iyice görünmez kılınarak bir kutsal aile söylemi oluşturuldu. Burjuva, heteroseksüel, devletine, milletine, dinine bağlı kişilerden oluşan aile normal kabul edildi. Bu çerçeveye hiçbir ailenin uyması mümkün değil. Her ailenin ya cinsel yönelimle ilgili, ya şiddet-suç şikayetleriyle ya da dinsel kökenlerle ilgili bir sırrı mutlaka vardır. Bu sırları saklayarak ailenin normalliğini devam ettirmeye zorlanmak, aile modeliyle yaşam arasındaki uçurumu kapatmaya çalışmak aslında aileyi şiddetin hatta cinayetin mekanı haline getiriyor. Feministlerin aile dışında hayat var sözü tam da bu noktada önemli. Aile kolay kolay kestirip atılacak bir şey değil. Bu nedenle ailenin dönüştürülmeye ve özgürleştirilmeye ihtiyacı var. Film de buna ilişkin ipuçları veriyor.
“Aile, homofobiyi besliyor”
Gülnur Acar Savran, Feminist Yazar: "Ailenin transfobiyi, homofobiyi, patriyarkayı en güçlü şekilde besleyen, yeniden üreten bir zemin olduğunu düşünüyorum. Benim için transfobinin, homofobinin, patriyarkanın, heteroseksizmin aşılması için kilit önemde bir kurum heteroseksüel evliliğe dayalı aile ve bu ailenin parçalanması… Aile içinde giderilen bakım, cinsellik, dayanışma, sevgi gibi ihtiyaçlar farklı ilişkiler içinde de giderilebilir. LİSTAG aile içinden kamusala açılan bir çalışma yaparak LGBT konusunu kamusallaştırdı. Ebeveynlerin ilk refleksi bu meseleyi aile duvarları içinde hapsetmek olsa da LİSTAG'ın çalışmaları bu duvarları aşıyor, farklı bir dayanışma ağının içine çekiyor ve bir anlamda da özel alanın politikası yapılıyor. Nefret cinayetlerinin, Ahmet Yıldız'ların olduğu bir ülkede bu işin ebeveynler tarafından kamulaştırılması önemli. Gerek film gerekse LİSTAG çok önemli bir şey yapıyor. Filmde bir aile cazibesi var gibi görünse de farklı aile modellerinin olabileceği vurgulanıyor. Özel bir sorun politikleştiriliyor, alternatif bir dayanışma ağı kuruyor ve film de bunu yaygınlaştırıyor.
“Biz de buradayız”
Mehmet Tarhan, LGBT aktivisti-Vicdani Redci: "Radikal feministlerin güçlendiği 80'lerde nefret suçlarına karşı güçlü eylemler yapıldı. 90'lı yıllardan neredeyse 2000'li yıllara kadar LGBT gruplar bir araya gelme ve birbirlerini bulma üzerine yoğunlaştılar. Belki 2000'lerde 1 Mayıs alanına gidilmesi, 2002'de ilk onur yürüyüşünün yapılması, 15-20 kişiyle kamusal alana çıkılması, biz de buradayız demeleri ile LGBT'liler daha görünür oldu. 2007-2008'de bu hareketin güncel siyasetle ilişkileri güçlendi. LİSTAG da tam bu dönemde kuruldu. Feministlerden öğrendiğim en önemli şey bireysel olan politiktir. LGBT aileleri bunu yaptı. Ayrıca ciddi bir buz kıran etkileri oldu." (ÇT)