Bu "soru"nun başlıca "sorun"u her şeyin "cinsiyet meselesi"yle zaten ilişkili olduğunu görememek ya da görmeyi istememekte.
Cinsiyetsiz bir devlet tahayyülünüz olabiliyor mu? Cinsiyetsiz vatan? Aile? Okul? Ordu? Tarih? Psikoloji?..
Oysa, bu "her şey"in farklı cinsler için ne anlama geldiğini, farklı cinsler üzerinde nasıl farklı etkiler yarattığını ya da bir alanın kadınları ve erkekleri nasıl ve hangi ölçülerde içerdiğini sorgulamaya başladığımızda, çok ilginç ve dahası can yakıcı sonuçlarla karşılaşırız.
Şöyle üstünkörü ve bir zahmet istatistiklere bakmak bile yeterlidir. Bu durumda, dünyada cinsiyete dayalı bir eşitsizlik varken, böyle bir gerçeklik yokmuş gibi davranmanın kendisi ayrımcılıktır.
Yüzde 51'lik azınlık
1970 yılında bir siyasetbilimci feminist, "dünyanın yüzde 51'lik tek azınlığı" diye bahsediyordu kadınlardan. Hangi etnisiteden, hangi sınıftan, hangi yaştan olurlarsa olsunlar kadınlar bu yüzde 51'lik azınlığın içindedir işte... Hala böyledir... Kadın hareketlerinin bütün kazanımlarına karşın böyledir.
Kısaca; ayrım ve eşitsizlik, politik, ekonomik, toplumsal, kültürel ve medeni alanlarda zaten vardır. Bunları gidermek için özel düzenlemeler yapmak, özel önlemler almak gerekir. Yoksa hakların eşitçe kullanımını fiiliyatta sağlayamayız.
Bu özel önlemlerin kendisini 'ayrımcılık' olarak nitelemekse, varolan eşitsizlikleri koruyup sürdürmekten başka bir şeye hizmet etmez. Bu hizmeti yerine getirenler, "ay, biz eşitsizlikler sürsün istiyoruz" demezler elbet. Şunları derler:
Ama bu, kadınlara saygısızlık!..
"Özel önlemlere gerek yoktur, çünkü kadınların aslında buna ihtiyacı yoktur, dahası kadınları özel önlemlerle desteklemek düşüncesi saygısızlıktır..."
Bu iddianın altındaki varsayım, gerçekte kadınların önünde özgül engeller bulunmadığıdır. Varolan güçlükler sınıfsal, bölgesel, ekonomik, vb. ayrımlardan kaynaklanır.
Bu güçlüklerle karşı karşıya bulunmayan kadınlarsa, isterlerse yaşamın her alanında eşitçe yer alabilirler, bunun örnekleri vardır (yaaa, memnun olduk, biz de bunca zaman boşuna bir cinsler arası eşitsizlik sorunu var sanmışız, pardon....)
Yaygın olarak yer almıyorlarsa, bütün sorun kadınların kitlesel olarak isteksizliği, istençsizliği, yeteneksizliği ya da yetersizliğidir (kadınlar "doğal olarak" yetersizdir yani).
"Kadın olmam dolayısıyla bir yadırganma yaşamadım, ne partimden ne halktan. Görevini iyi yaptığında takdirini, karşılığını alıyorsun" gibi anlatımlara sıkça rastlarsınız.
Sonra böyle ifadelere sahip olan kadınların yaşamlarına, niteliklerine bakarsınız: İki üniversite diploması, dokuz sertifika sahibi, çocuklarını büyütmüş bir kadındır mesela... Siz hiç ilkokul mezunu bir milletvekili kadın tanıdınız mı?
Bu memlekette, bir kadının "hak etmesi" öyle kolay değildir çünkü, "yeterlilik ölçütleri" yukarı doğru zıplayıverir...
Yıllar önce, feminist bir araştırma önerisiyle girdiğim bir burs jürisinde, "şimdi sen her şeyi mükemmel yapsan, hiç kadın oluşunla ilgili bir sorun yaşar mısın?" diye sormuştu üyelerden biri (ki sorunun araştırma taslağımın içeriğiyle hiçbir ilgisi yoktu!).
"Bir erkek hiçbir şeyi mükemmel yapmadığında da erkek oluşuyla ilgili bir sorun yaşamıyor.." demiştim. Bursu bana vermediler elbette.
Cam tavan...
Fiiliyatta, kadınların kamusal görünürlüklerini sürekli olarak meşrulaştırmaları gerekir. Bu meşruluk için sürekli olarak enformel "ekstra yeterlilik ölçütleri" işler. Hele de iktidar-yüklü yerlerse uğrunda mücadele edilen. "Cam tavan" dedikleri böyle bir şeydir işte. Oradadır, kafanıza kafanıza çarpar, ama görülmez, görünmez...
Bu "kadınlar istese yapar, istemiyorlar" söylemi, üstüne üstlük fena halde liberal bireycilik kokar; asimetrik cinsiyet ilişkilerinin yapısal boyutlarını gözden kaçırır. "Hay Allah, ben de bir sistemden söz ettiğimizi sanıyordum..." diyesi gelir insanın.
O sistemin, tam da sistem olduğu için emek, iktidar, otorite, örgüt... yapılarıyla ilişkisi olduğunun nasıl böyle kolay es geçildiğini anlamakta zorlanır.
Bireysel değil toplumsal bir meseleden söz ettiğimizi, bireysel irade-istek-cesaret ... vs.den değil toplumsal-ekonomik-politik anlamda eşitsiz güç dağılımdan söz ettiğimizi hiç bıkmadan anımsatmak gerekli herhalde...
Zaten "kadın kadının kurdu..".
"Mesele kota tanınmasında, pozitif ayrımcılıkta falan değil, kadınlar birbirlerinin önünde engel olmaktan bir vazgeçseler, her şey hallolacak..."
Yukarıdakine benzer bir biçimde, bu iddianın altında yatan "kadınlar doğal olarak kıskançtır, birbirini çekemez, geçinemez, anlaşamaz..." vs. gibi hurafeleri es geçiyoruz (Çünkü insanlar doğal olarak hiçbir şey değildir; aksi olsaydı, oğlan çocukları 'erkek gibi', kız çocukları 'kız gibi' giydirmeye uğraşmazdık. Kaldı ki, doğal olanın nerede başlayıp nerede bittiği ve doğal farklılıkların hangi unsurları kapsadığına ilişkin kavrayışımızın kendisi kültürel ve toplumsal bir oluşumdur.)
Mesele basittir aslında: toplumsal iktidarın erkeklerin elinde toplanması, kadınlar için çok sınırlı bir iktidar alanı bırakır. "Pasta diliminin çok dar tutulmasından" kaynaklanan ve kadın-karşıtı hareketçe olduğu kadar kadın hareketinin kendisince de çokça vurgulanan kadınlar-arası çekişmeler, çekememezlikler, otorite eğilimlerinde bu tür bir alan sınırlılığının çok büyük bir belirleyiciliği vardır.
Kadınların kimi durumlarda kendilerine ve / ya da öteki kadınlara güvenememeleri, saygı duymamaları "azınlıklarda görülen grup karakteristiklerini geliştirmeleri"yle de açıklanabilir:
Toplumsal inançlar, değerler, formel ve enformel kurallar, baskının türlü biçimleri ve çeşitli düzlemlerdeki ayrımcılığın etkisiyle kadınlar, kendilerine saygı duyulmamasını birey ve/ya da grup olarak içe döndürebilir.
Pasta dilimi çok küçük olunca
Bunlarda bir doğruluk payı vardır elbet. Pasta dilimi çok küçük olunca "olamamalar" da çok göze batar öte yandan. Şu "kadın sürücüler" miti örneğin... Ben mi yanlış biliyorum, yoksa, bu memlekette trafik kazalarına sebebiyet verenlerin pek çoğunluğu erkek sürücüler mi?
Hem siyasette de erkeklerin birbirinin önüne koyduğu engeller neden tartışmadan böyle uzak? Orada silahlar, mafya ve daha "derin" ilişkiler konuşurken hem de...
Üstelik, patriyarkanın kendini uyarlama gücü öylesine yüksek ki, sözgelimi olumlu ayrımcılığın dünyada yaygınlıkla kullanılan araçlarından "cinsiyet kotası"nın, koşut güçlendirici düzenlemeler yapılıp gerekli önlemler alınmadığında kadınların aleyhine dönen bir yöne evrilebildiğini yaşanan deneyimler gösteriyor.
Önseçim süreçlerinde kadın adayların kadınlarca belirlenmediği ya da politik yapılarda kotanın tabana değin inecek biçimde uygulanmadığı durumlarda, "erkek klikleri"ne bağlı kadınların yönetim düzeylerine getirilmesi gibi "kota istismarı" niteliğindeki pratikler biliniyor... Sonra da "ama kadınlar kadınlara düşman..." deyin... Kim inanır size!
Eşitsiz olanlar sadece kadınlar değil ki!
"Efendime söyleyeyim, eşitsiz güç ilişkilerinin eşitsiz yanında duran yalnızca kadınlar değil ki... Efendime söyleyeyim, yani, işçiler var, yaşlılar var, bedensel engelliler var, ..."
Bu söylem, ikincilleştirme / marjinalleştirmenin ifrata kaçan bir ifadesidir, kaçak güreşenidir, "oynamaya gönlüm yok" diyemeyenidir. Kadın kategorisi toplumsal açıdan dezavantajlı öteki nüfus kümeleriyle birlikte ele alınıp bütün bu "ötekiler"in bir bileşeni olarak tanımlanır: "normal olmayan herkes"in bir bileşeni olarak yani. Sorunun kendini, karşıtlandırarak kurduğu yerde olduğunu görmez bunu söyleyen...
Kısaca şunları söyleyelim:
* Kadınların sorunlarının çözülmesi için öncelikle bütün dünyanın sorunlarının çözülmesini beklemek gerekmiyor!
* Dünyanın yarısından söz ediyoruz!
* Ben en son baktığımda, kadın ve erkek işçiler, kadın ve erkek yaşlılar, kadın ve erkek bedensel engelliler... görmüştüm ve bu çok şeyi fark ettiriyordu!
Son söz yerine: Eşitsizlik mutsuz eder!
Her türlü eşitsizlik sıfır toplamlı bir oyundan ibaret. "Daha eşit" olmanın üstünlüklerinden yararlananlar bile bu oyundan kazançlı çıkmazlar aslında; güçlerini, iktidarlarını korumaya çalışırken, başka birçok şeyden de vazgeçmeye mahkum ederler kendilerini:
Ağlayan bir kadın varsa yanı başımızda, öte yanda da kendisine ağlamaması gerektiği öğretilmiş bir erkek vardır. Her gün aynı monotonlukta tekrarlanan ev işlerini yapmakla yükümlü bir annemiz varsa, "eve ekmek getirmek" baskısını sürekli olarak üzerinde hisseden bir de babamız vardır.
Güçsüz olmakla itham edilen bir kadın arkadaş tanıyorsak, duygularını bir türlü ifade edemeyen bir erkek arkadaşımız da vardır. Koca karısına sert görünmeye çalışır, "aile nizamı"nı korumak için... "Dişi kuş" yoktan var etmelidir yuvayı kurmak için...
Kaybedenlerin yoksunlukları, sözde kazananların vazgeçişleri bu dünyaya kanserleşmiş bir mutsuzluktan başka ne getirir ki? Ne getirmiştir?..
İşte bu yüzden; cinsler arası eşitsizliğin hafifletilmesi ve giderek ortadan kalkması, kadınların güçlenmesi, baskıdan kurtulması, özgürleşmesi, toplumda daha onurlu bir yere sahip olmaları bizim için vazgeçilmez hedefler!
Çünkü biliyoruz: Biri değişmeye başlarsa, öteki de değişmeye başlar.
Çünkü, yap-bozun bir parçasını oynattığınızda aslında bütün parçalar yerinden oynar ve yeniden düzenlemek zorunda kalırsınız; yeter ki o parçayı daha eşit ve adil bir tablo yaratma amacıyla oynatın... Dünya değişmeye başlar...(AA/FK)
* Dr. Ayten Alkan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi