Sorudaki kişi Hitler.
Bu kişi, bir dünya savaşını başlatarak, sonunda kendi ülkesi Almanya olmak üzere birçok ülkenin yakılıp, yıkılmasına, 6 yılda 50 milyon insanın ölümüne neden olan Adolf Hitler.
Aslında, bunu Almanlardan başkaları, örneğin bir Hollywood filmi gerçekleştirse, bu soru bugünlerdeki kadar yoğun bir biçimde gündeme gelmeyecekti, büyük bir olasılıkla. Zaten, şimdiye kadar çevrilen birçok filmde, Charles Chaplin, Alec Guiness ve Anthony Hopkins gibi dev oyuncuların canlandırdığı "Hitler"ler bu soruları sordurmamıştı.
Ancak, bu kez Almanlar devrede. Almanların Hitler'i insanlara "O da aslında bizim gibi bir insandı" gibi göstermeye hakkı var mıydı?
Artık, bu sorunun bir önemi kalmadı.
"Beton tabut"ta 12 gün
Sonunda bu gerçekleştirildi. 14 milyon euro harcamayla, Hitler'in son 12 gününün anlatan film gerçekleştirildi ve bugünden itibaren tüm Almanya'da gösterime giriyor. "Der Untergang" (Batış) filminin yapımcısı Bernd Eichinger, zamanın artık böyle bir film için "olgun" olduğunu savunuyor.
Elbette bu film bir Hitler "güzellemesi" değil. İşlenenler doğruluğu konusunda şimdilik önde gelen tarihçilerin, görgü tanıklarının birleştiği gerçeklere, anılara, araştırmalara dayanıyor.
Hitler'in ve yakın çevresindekilerin, Rusların eline geçmekte olan Berlin'deki duvarları 4 metre kalınlığındaki, kimilerinin "beton tabut" tanımını yakıştırdıkları 250 metrekarelik sığınağında yaşananlar anlatılıyor.
Daha önce "Gülün Adı" gibi başarılı filmlere imzasını atan yapımcı (aynı zamanda senaryonun yazarı) Bernd Eichinger ve yönetmeni Oliver Hirschbiegel, bir canavarı, ağlarken, elleri titrerken, domates soslu spagetti yerken, nikahı kıyılırken ya da cesedi yakılırken gösterebildikleri eserleriyle bir tabuyu yıkıyorlar.
"İnsan tarafı"
Eichinger'in sözünü ettiği "olgunluğun", haklı ya da haksız, geçmişin yıktığı "kolektif suçluluk duygusu"ndan kurtulmak isteyen Alman toplumu için ne anlama geldiğini, filmin bu "olgunluğu" ne ölçüde derinleştireceğini zaman gösterecek.
Ama filmin yapımı için harcanan milyonların katlanarak, geri döneceği kesin... Anketler Almanların üçte ikisinin, Hitler'in "insan tarafı"nın gösterilmesine karşı olmadığı gösteriyor.
Bugünden itibaren gösterime giren "Der Untergang", ünlü Hitler biyograflarından Joachim Fest'in aynı adlı kitabıyla, diktatörün sekreteri Traudl Jonge'nin anılarını yazdığı kitabı "Son Ana Kadar"dan yararlanarak hazırladı.
Başarılı bir belgesel ve sinema filmi bileşimi. St. Petersburg ve Münih'te çekimleri tamamlanan filmde oyuncuların hepsinin anadili Almanca olmasına dikkat edilmiş.
Hitler'i İsviçreli ünlü tiyatro ve sinema oyuncusu Bruno Ganz, ölümünden kısa bir süre önce resmen evlendiği sevgilisi Eva Braun'u da Juliane Köhler canlandırdı.
Ganz çok başarılı
Özellikle diktatörü oynayan Bruno Ganz'ın Hitler'i büyük bir "başarıyla" canlandırdığı konusunda tüm eleştirmenler birleşiyor.
Filmin bir diktatörün, bir devletin, bir ideolojinin, Nazi Almanyası'nın batışını "mesajsız" sergilemesi birçoklarını rahatsız ediyor.
Bazıları "Hitler"in de bir insan olduğunu belki de ilk kez kavrayacaklar. Bu da rahatsız edici.
Ama, bütün bunlar onun tarihteki "tüm insanlığın düşmanı" kimliğini tartıştırmaya yetemeyecek.
Belki de aşırı sağın, neo nazizmin, ırkçılığın güçlendiği, Almanya'daki son yıllarda giderek gerileyen anti-faşizmin silkinip, toparlanmasına vesile olacak.
Elbette Hitler'in son günlerini merak edenler bu film ilginç. Ama, aslında bunlar zaten bilenen şeyler. Bu filmden önce de defalarca yazıldı, işlendi...
12 günün öyküsü
Bunların bir özetini de biz yapalım.
30 Nisan 1945'te intihar eden Hitler, Rusların eline canlı düşüp "sergilenmemek"ten öylesine korkuyordu ki, bunu önlemek için yanında taşıdığı zehri "belki yeterli olmaz" diye önce çok sevdiği köpeği üzerinde denemişti.
Diktatörün köpeğinin de Rusların eline geçmemesini istemediği için öldürttüğünü, ancak asıl amacının zehrin gerçekten öldürücü olduğunu test etmek olduğunu, bunun da zehri kendisine veren SS şefi Heinrich Himmler'e güvenmemesinden kaynaklandığı sanılıyor.
Hitler, askeri yenilgi yaklaştıkça Himmler, Göring gibi uzun yıllar yanından ayrılmayan en önemli Nazi liderlerine bile güvenini yitirmişti.
Savaşın sonunda Berlin'in Kızıl Ordu tarafından alınması üzerine tüm ısrarlara rağmen kenti terk etmeyi reddeden Hitler, bir süre iyice güçten düşmüş ve çoluk-çocuktan oluşan Alman birliklerinin karşı taarruzlarıyla durumunu düzeltebileceğini ummuş, tüm ümidini Batıdan gelecek İngiliz ve Amerikalıların Rusları durdurabilmesine bağlamıştı.
Hitler'in en korktuğu şey, canlı yakalanıp, "sergilenmek"ti. Savaşı kaybettiğini anladığında, sığınaktaki yakınlarının önünde ağlayan Hitler, "yoldaşı" Mussolini'nin anti-faşist direnişçiler tarafından canlı yakalanıp, ayaklarından asıldığını öğrendikten sonra intihar kararını uygulamaya koydu.
Daha önce çevresindeki bir bilim adamı sayesinde tabancayla intihar konusunda da bilgilenmişti. Kurşunu beynine mi, ağzının içine mi sıkmalıydı? Bu soruların yanıtını almıştı.
Bir gün önce resmen evlendiği Eva Braun'la, daha doğrusu Eva Hitler'le birlikte sığınaktaki 20 kişiyle teker teker el sıkıştı ve özel odasına çekildi.
Önce "Bayan Hitler" zehri içti, daha sonra da Hitler tabancayı başına dayayarak ateşledi. Diktatör, başyaverine 10 dakika sonra odaya girmesini, eğer hala yaşıyorlarsa "işi tamamlama" ve cesetleri yakma emri vermişti. Sadece canlı olarak değil, cesedinin sergilenmesinden de korkuyordu.
Hitler'in bu son emri yerine getirildiği için daha sonra sığınağı ele geçiren Ruslar, onun yanan cesedinden sadece dişlerini bulabildiler.
Hitler'in ardından kısa bir süre Almanya'nın başı olan Goebbels de son günlerde karısı ve altı çocuğuyla birlikte sığınakta yaşıyordu.
Bay ve Bayan Goebels de "Sevgili Führer'in olmadığı bir dünyada olmama" kararı almışlardı, minicik çocuklarını kendi elleriyle birer birer zehirledikten, onlar da "terk-i diyar eylediler."
Onlarla birlikte bir nazizm canavarlığı bir süre için batmış oldu.
Birkaç gün sonra da (7 Mayıs 1945) canlı kalan Naziler, müttefiklere teslim olarak batışın imzasını attılar. (GK/BA)