Anımsanacağı gibi, kitabevinin bombalanmasını izleyen 1-2 saat içinde kasabalılar tarafından Jandarma'ya ait sivil plakalı bir araç içinde suç delilleriyle birlikte yakalanan astsubay Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile, PKK itirafçısı Veysel Ateş, savunmalarında Seferi Yılmaz'ın PKK'li olduğunu, kendisine PKK'den bir koli (?) gönderildiğini öğrendiklerini ve bölgeye operasyon için görevli olarak geldiklerini söylemişlerdi. İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun'un bu konuyla ilgili açıklaması da alabildiğine net:
"İnsanlar Hakkari'den Şemdinli'ye operasyona gidiyor ama bundan vali, emniyet müdürü ve İstihbarat Dairesi'nin haberi yok veya bilgi verilmiyor. Böyle bir şey kabul edemem..."
Sıra can alıcı bir soruya geliyor: 1 Kasım günü kocaman bir sokağı harabeye çeviren 150 kiloluk patlayıcı Şemdinli'ye nasıl girdi? Yanıt yine açık:
"Termal kamera ile izlenen yere 130 kilogramlık patlayıcıyı PKK soksaydı yakalardık. Hırsız evin içinden olursa her şey girer... Bölgeden eroin de geçiyor."
Nihayet Sabri Uzun'a, zaten ayan beyan olan olaya adını koydurtacak soru yöneltiliyor: Peki bombayı kim soktu? Yanıt, bir bürokratın konuşabileceği ölçüler içinde açık ve net:
"Ben hüküm veremem, adaba aykırıdır ama fotoğrafları yan yana koyun, görürsünüz..."
Son soru ise çare aramaya yönelik: Bu disiplinsizlikler nasıl önlenir? Yanıt, anlayanlar için yoruma ihtiyaç göstermiyor:
"Mecliste böyle bir irade varsa önlenir, bundan daha büyük irade yok!"
Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun'un sözünü ettiği resimleri yan yana koyan, Şemdinli olaylarını görgü tanıklarından CHP Hakkari Milletvekili Esat Canan oluyor:
"Bu açıklamalar, benim de baştan beri iddia ettiğim gibi, olayın devlet içindeki çete tarafından gerçekleştirildiğinin kanıtıdır. 'Hırsız evde' derken açıkça bu ifade ediliyor. Bu da, ortaya çıkan bombalama olayının arkasında jandarmanın içindeki şebekenin olduğunu ortaya koyuyor. Aslında Şemdinli olayı çok açık, ortada. Halk yakalamış, JİTEM'in yaptığı çok açık. Bundan sonra bu devlet içinde bu tür yasadışı yapılanmalar varsa mutlaka ortaya çıkarılmalı. Devlet de şu anda Şemdinli olaylarıyla İlgili yargılanan kişilere sahip çıkmamalıdır, himaye etmemelidir..."
Esat Canan'ın söylediklerine benzer değerlendirmeler, Şemdinli Araştırma Komisyonu'nun CHP'li üyesi Ahmet Ersin ve CHP MYK üyesi Tunceli milletvekili Sinan Yerlikaya tarafından da dile getiriliyor. Ahmet Ersin ayrıca "hükümetin olaya kayıtsız" kaldığının, gündeminde türban-Ofer gibi konuları aldığının ama bölgede neler olup bittiği İle hiç ilgilenmediğinin altını çiziyor. Komisyonun AKP'li üyelerinden ve başkanından ise henüz hiçbir açıklama yok.
Şimdi en üst düzeyde bir Emniyet bürokratı olarak Araştırma Komisyonu'nun sorularını dürüstçe yanıtlamaya çalışan İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun'un meclis iradesine bel bağlayan sözlerini yeniden anımsayalım:
"Mecliste böyle bir irade varsa bu olaylar önlenir. Bundan daha büyük irade yok..."
Hiçbir yaptırım gücü olmayan, ifadesine başvurmak istediği insanları celbetme konusunda bile zorlayıcı önlemlere başvuramayan bu komisyondan nasıl bir irade ortaya çıkacağını hep birlikte göreceğiz. Ama daha şimdiden bu iradenin, bırakın "derin devlet"i, doğrudan doğruya Hükümet Sözcüsü ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek tarafından açıkça perdelendiğine tanık oluyoruz:
"Kamu görevlisinin görevi bilgi vermektir, yorum yapmak değildir. Eğer bir tereddüdü varsa amirlerine bildirseydi... Bu Araştırma Komisyonundaki bilgiler kapalı oturumda alınıyor. Bir kamu görevlisinin bu açıklamaları dışarıda yapma İmkanı kesinlikle yoktur. Açıklama yapılacaksa, bağlı olduğu birimin ya da bakanlığın yapması lazım... Kimse, o komisyonlar Üzerinden popülarite elde etmeye, kahramanlık yapmaya kalkmasın..."
Cemil Çiçek, "Şemdinli olayları, ucu nereye uzanırsa uzansın aydınlatılacaktır" sözünü veren Başbakan R. T. Erdoğan hükümetinin sözcüsü ve Adalet Bakanı'dır.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in şiddet eylemlerini kışkırtan, ülkeyi etnik çatışmaların eşiğine getiren, karanlık girişimlerin ortaya çıkarılması yolunda ele geçen eşsiz bir fırsatın yeniden karanlığa gömülmesine yol açabilecek tutumunu, yine CHP Hakkari milletvekili Esat Canan deşifre ediyor, hem de partisi susmayı tercih ederken:
"Bakan bildiklerini komisyona anlatan bir bürokratı yorum yapmakla suçluyor. Olayın kapatılması için özel bir gayret içinde. Bildiklerini paylaşan bürokrata tepkisi, gelmesi olası (başka) bilgileri engellemeye yöneliktir. Gelecek kişilere bir tehdittir. Komisyon üyelerinin ayrıntıya ulaşmak İçin soru sormalarını engelleme niyetidir, Şemdinli olaylarının aydınlatılması, hükümetin sorumluluğu altındadır. Eğer aydınlatılmazsa, bunun birinci dereceden sorumlusu hükümet ve sözcüsü olacaktır." (22.02.2006 Radikal)
Geçen haftaki "Devlet ve Adalet" başlıklı yazımı bitirirken, "bu ülkede görgü tanıkları, tutanaklar, kanıtlar, meclis araştırmaları, adli tıp raporları ne derse desin, devlet adına işlenen suçlarda hala 1930'ların Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt üslubu geçerlidir. Devirler değişir, hükümetler gelir gider, bu üslup kolay kolay değişmez" demiştim. AKP hükümetinin Adalet Bakanı Cemil Çiçek'e haksızlık etmişim. O aynı yolda azimle ilerleyerek Bozkurt'u aşıyor ve kendi üslubunu yaratıyor. (GG/TK)