Gelenekler onları belli kalıpların içine sokuyor. Renkli giysiler giymeye son vermekten, makyaj yapmayı toptan bırakmaya kadar pek çok kısıtlamayla yüzleşiyorlar, cinselliklerini gömmek, dulluğun bir parçası sanki.
Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'de dul kadınlar üzerine düzenlenen bir Güney Asya konferansına katılan Pakistanlı avukat (Aynı zamanda Afganistan Kadın Mülteciler Derneği'nin Başkanı) Rükşende Naz, Pakistan'da da durumun aynı olduğunu, bir cehennemin de orada yaşandığını söylüyor: "Hindistan'da da, Pakistan'da da dul kadınların gördüğü baskılar aynı. Kocası ölen bir kadın, artık pek insani muamele göremiyor. Dul kadınların erkeklerle yan yana oturmasına bile müsaade edilmez. Eğer bir çalışma hayatı varsa, ona şüpheyle bakılır".
"Karımı bir yıl sonra iki katına satabilirim"
Yeni Delhi'deki "Dışlanmış Kadınlar: Dullar" başlıklı konferansın düzenleyicileri arasında Afganistan, Pakistan, Bangaldeş, Sri Lanka, Botan ve Nepalli kadın hakları savunucuları ve dul kadın eylemciler yer alıyor. Organizasyonda görevli olan kişiler, ön yargılardan en çok zarar gören dul kadınların yoksul olanlar olduğunu ifade ediyorlar.
Naz'ın söylediğine göre, Pakistan'daki kadınlar üç yasanın, dini hukuk, medeni hukuk ve gelenek yasalarının baskısı altında. Gelenek yasaları denilen yasalar ise, törelere göre uygulanıyor ve tamamen toplumların patriarkallarının vicdanına kalmış. Ülkenin büyük bir bölümünde başlık parası hala yaygın. Naz'ın açıklamasına göre başlık parasının miktarını gelinin ten rengi, toplumsal statüsü ve ailesinin statüsü belirliyor. Eşleri ölen kadınları ya kayın biraderleriyle evlendiriliyorlar ya da yeniden satışa çıkarılıyorlar. Hatta bazen kocaların bile eşlerini sattığı görülüyor. Naz şöyle bir konuşmaya tanık olduğunu açıklıyor: "Karımı 100 000 Rs'ye almıştım ama öyle güzel ki, şimdi onu bir yıl sonra bunun iki katına satabilirim".
Naz Afganistan'daki dullar üzerine bir araştırma yapmış.
Pakistan'da üç milyon Afgan mülteci bulunuyor, bunların bir kısmı da savaşlar sırasında dul kalan kadınlar: "Jalozai kampında 5000 dul kadın var, yarısı bir koğuşa sığdırılmış. Onları ilk başta kendi aileleri sömürüyor. Onların karneleriyle yemek alıyorlar ve onları fuhuşa zorluyorlar". Naz, bu aşağılanmaları bizzat kendisi de yaşamış. Eşi öldükten sonra ailesinin gözünde değeri düşmüş ve tanıdığı erkeklerle evlenebileceğine dair imalar başlamış:"Pakistan'da ev kadınları çoğunlukta. Eşler ölünce kadının da mali gücü azalıyor, çoğu eğitimsiz olduğundan kendisini geçindiremiyor. Bu yüzden hayatta kalmak zorlaşıyor. Üstelik Pakistan'da dullar için herhangi bir kadın sığınağı da yok".
Yasalar bile ayrımcı. Özellikle çocukların velayeti konusunda. Çocukların velayeti babanın ölümünden sonra, erkek tarafının yaşı en büyük olan kişisine geçiyor. Dul kalan kadın kendi çocuğunun velayeti için mahkemeye başvurmak zorunda.
Konferansa katılan kadınlar kendi tanıklıklarını dile getirmekten çekinmiyor: "Eşimin öldüğü gece erkek kardeşleri köyden naaş'ını almaya geldiler. Bütün ev eşyalarımızı aldılar. Ben onları durdurmak isteyince de, hem beni hem de çocuklarımı dövdüler. Beni eşimi zehirlemekle, cadılıkla suçladılar. Benim onun yasal karısı olmadığımı iddia ettiler."
Kenyalı bu kadının tanıklığı, Karaçi'den, Londra'dan pek çok kadının sesiyle bütünleşiyor. Britanya merkezli Dul Kadınları Güçlendirme Vakfı'nın kurucusu Margaret Owen, bu meselenin artık kültürler, dinler, ülkeler ve kıtalarla sınırlı olmadığını vurguluyor: "Eşlerini kaybeden kadınlar sadece Güney Asya'da değil, bütün dünyada ayrımcılığa uğruyor", diyor.
Kendisi de bir dul olan Owen, kadın hakları konusunda uzmanlaşmış bir avukat. Dul kadınların toplum ve yasalar karşısındaki konumları üzerine yıllarca süren çalışmalar yapmış. 1996'da desteği örgütlü kılmak için bir dernek kurmuş. Owen, "Dünya üzerindeki savaşlar gitgide daha çok kadının eşini kaybetmesine yol açıyor", diyor.
Savaşlar sonrasında ölen erkeklere, babasız kalan çocuklara dair pek çok istatistik tutuluyor ama kadınlarla ilgili veriler neredeyse yok denecek kadar az. Kosova'da da, Bosna'da da, Sierra Leone'de de, Afganistan'da da durum aynı. Owen "Oysa insanlar veri istiyor", diyor, "Hemen soruyorlar, kaç tane?". Hindistan bu konuda rakam verebilen nadir gelişmekte olan ülkeden biri. Hindistan'da 40 milyonun üzerinde dul kadının yaşadığı açıklanıyor.
Owen, "Dulluk sadece kadınların konusu değil", diyor. "Dulluk herkesin konusu. Kadınlar üzerinde böyle bir baskı oluşturarak bütün insanlığın gelişimini engelliyorlar".
Owen'ın verdiği rakamlara göre, Hindistan'da erkek dulların sayısı, kadınlarınkinin üçte biri kadar. Afrika'da herhangi bir ülkede ise, erişkin kadınların ortalama %67'sinin dul olduğu belirtiliyor. Owen'ın konferansta anlattıkları çok çarpıcı: "Afrika'da eşleri ölen kadınların başına gelmeyen kalmıyor. Çoğu büyücü, cadı damgası yiyor, eşini öldürmekle suçlanıyor".
Birtanya'daki Güney Asyalı dul kadınların sorunları da konferansa dahildi. Bu konuda çalışan Indira Patel, gömen kadınların belli bir topluluktan çıkmadıkları için önyargı ve ayrımcılığa daha fazla maruz kaldığını açıklıyor: "Gettolarda, kenar mahallelerde yaşıyorlar, kimse geleneksel yaptırımların acımasız yönünü göremiyor. Bu kadınların başka kadınlarla görüşme şansları bile yok, bu yüzden kamuoyu onların çektiklerinden bihaber kalıyor".
Tabii ki , Britanya'da eşleri ölen kadınlara yönelik bir devlet baskısı yok. Üstelik pek çok destek ve yardım kuruluşu var. Ama göçmen kadınlar ailelerine bağlı kaldıkları için bunlardan pek yararlanamıyor. Patel'in içinde bulunduğu organizasyon, daha çok Britanya'daki Güney Asyalı kadınlara yardım etmek üzere çalışıyor.
Indo-Asian News Service'den Deepa Kozhisseri ve Anindita Ramaswamy'nin yazısı
Yeni Delhi, 4 Şubat 2002 (IANS)