Tarih Vakfı tarafından yayımlanan kitabın editörlüğünü Zafer Yenal ile Meltem Ahıska üstlenmiş. Araştırmada Yenal ve Ahıska'ya Deniz Yonucu ile Enis Köstepen eşlik etmiş. Konsept ise Bülent Erkmen'e ait. Bu proje, Avrupa Komisyonu, İnsan Hakları Vakfı, Yerel Gündem 21 ve yerel tarih gruplarıyla birçok devlet kurumu ve sivil toplum kuruluşu tarafından destekleniyor.
"Hikâyemi Dinler misin?", insan haklarının bireysel hak arama çabasına indirgenemeyeceğinin de altını çiziyor. Kitap, Türkiye'nin insan hakları açısından dönüm noktalarını oluşturan 6-7 Eylül, Varlık Vergisi, Mübadele, 12 Mart, 12 Eylül, Güneydoğu sorunu gibi olaylara o olayları yaşayan insanların gözünden ışık tututyor.
32 farklı hikâye bir noktada, insanca yaşama isteğinde birleşiyor
Kitap, 32 kişinin yaşanmışlıklarından oluşuyor ve duyarsızlaşan toplumda anlamlarına yabancı kalınabilen "insan hakları" ve "sivil toplum" kavramlarını canlı tanıkların dilinden somutlaştırıyor.
Tarihe tanıklık eden ama sadece tanıklıkla yetinmeyen bu insanların hikâyelerini ve mücadelelerini okurken, onları daha farklı algılamaya başlıyor okur. Kitapta hikâyelerine yer verilen isimler ise şunlar:
Adil Dikmen, Akın Atauz, Ali Onay, Arzu Kazancı, Aysel Can Ekşi, Banu Dökmecibaşı, Barış Yarkadaş, Burcu Koçoğlu, Dilşa Özgen, Doğuş Derya, Elmas Eren, Emrullah Kandemir, Ethem Kencer,Gülbahar Gündüz, Koray Güvercin, Meral Niron, Mithat Alkan, Müeyyet Boratav, Natalia Kuruchkova, Okşan Öztok, Osman Özdemir, Recep Kavuş, Rıfat Bali, Sırma Yaş, Şahsine Dikmen, Şehriban Ağat, Ulaş Daş, Yervant Özuzun, Yeşim Başaran, Zehra Çınar, Zeynep Kılıç, Ziya Çalışkan.
32 insanın kişisel tarihleri, birbirinden ayrı gözükse de zaman zaman bir noktada kesişiyor. İnsanca yaşama isteğinde. Yanı başımızda yaşanabilecek, tanık olduğumuz ya da fark etmediğimiz, kendimizden bir şeyler bulabileceğimiz kırılgan öyküler; yoksulluğa, şiddete, ayrımcılığa ama hep zorluğa karşı verilen mücadeleyi anlatıyor.
Bir şekilde çıkış yolu aramak, kendisine dayatılanla yetinmemek için çabalamış insanların hikâyelerini okurken kendilerini, çevresindekileri değiştirebilmek, geliştirebilmek için uğraşmış insanların çabasını göreceksiniz bu kitapta.
Hikâyeleri okurken kâğıt üzerindeki hakların; düşmanlık, önyargı, ayrımcılık gibi unsurlar nedeniyle yasaların zaman zaman yetersiz kalabileceğini de görüyorsunuz. İnsan haklarının ne kadar geniş bir alana yayılabileceğini, herkesin söyleyecek ve dinlenebilecek hikâyeleri olabileceğini anlıyorsunuz.
Tüketim, tarihsel ya da kültürel mirası koruma, çevre ve daha birçok alan... İnsan hakları konusundaki kazançlar için nelerin kaybedildiği ya da feda edildiği da bu noktada önemini yitiriyor.
"Hayat çok zor ama ben de kolay sayılmam"
Bir yandan çalışan bir yandan da okuyan 13 yaşındaki Zeynep Kılıç "Hayat çok zor ama ben de kolay sayılmam" derken bir şeylere tutunmanın, ayakta kalmanın önemini vurguluyor. Elmas Eren, kayıp oğlunu bulmak için Cumartesi Anneleri'ne katılıyor. Şehriban Ağat, gözleri görmeden kentte yaşamanın zorluklarını anlatıyor ve "normal" sayılmak için mücadele veriyor.
Akın Atauz, çöpleri ayrıştırarak o çöpü toplayanın onurunu korumaya ve onun da şehre sahip çıkmasını sağlamaya çalışıyor, Ali Onay 1924 Mayıs'ında Girit'ten Ayvalık'a gelişi, zenginlikten fakirliğe geçişi yaşıyor, Arzu Kazancı çocuğuna bakmak için laborantlık da hizmetçilik de yaparken tacize maruz kalıyor, Barış Yarkadaş gazetecilerin yaşadıkları baskıları, haber alma hakkının önemini vurguluyor.
72 yaşındaki Şahsine Dikmenoğlu Bergama'ya altın madeni açılmaması için savaşıyor, bu yolda kıvrağını atıyor, Doğuş Derya KKTC, TC ve Kıbrıs Cumhuriyeti olmak üzere üç pasaport taşımanın zorluğunu anlatıyor...Hepsinin tek bir isteği var, o da insanca yaşamak.
Yervant Özuzun ise yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Lozan Anlaşması'na göre resmi statüde azınlığız ya, devlet resmi statüdeki azınlıkların kendi kültürlerini, dillerini devam ettirme imkanı sağlamış; ama o tarihle sınırlı. Lozan Anlaşması'nın yapıldığı tarihte benim annem babam Ermeni ise ben şimdi Ermeni okuluna gidebiliyorum.
Şimdi diyelim Ermenistan'dan bir erkek geldi, burada bir kızla evlendi, onun çocuğu Ermeni okuluna gidemez. Biz kendimizi bu ülkenin yabancısı olarak görmüyoruz. Anadilimiz Türkçe. Yani bir insanın anadili düşüncelerinin dilidir, rüyalarının dilidir. Rüyalarını hangi dilde görüyorsan senin anadilin odur". (NS)