Yazının başlığı Şeyhmus Diken ustamızın "Hevsel Bahçesinde Bir Dut Ağacı" kitabını anımsatmıştır. Ama bu sefer bambaşka bir öyküyle, Hevsel bahçesine çağrılan bir gazetecinin cebinde tabanca olmasın rağmen, ona değil de makinesine davranıp biraz sonra katili olacağı kişiyi fotoğraflama hevesinin ağır basması, Diyarbakır'daki bir avuç gazetecinin zorlu ne kelime cehennemi koşullardaki gazetecilik durumunu anlatan en özel sahnelerdendi.
Zaten film başlı başına bir özellikle, 90'lı yıllar buhranındaki gazetecilerin başına gelenleri çok çarpıcı bir biçimde anlatıyor. Behzat Ç'de şöyle bir sahne vardı:
Akbaba: - Oğlum kimsesizler mezarlığına gömelim işte... Terörcüler yapıyordu ya...
Harun: 90'lar, nostalji diyorsun yani...
Sırf bu iki cümle bile durumu özetlemeye yetmiyor mu? "Terörcüler" dediği JİTEM, 90'lar, "nostalji" dediği de JİTEM'in bölgedeki infazları...
İşte, Diyarbakır'daki bir avuç cesur gazetecinin başına gelenler de JİTEM'in aman vermeyen takipleri ve baskınlarıyla, hayatları cehenneme dönen gazetecilerin imkânsızlıklar içinde gazete çıkarma çabaları ve arkadaşlarının birer birer öldürülmesini çok can acıtıcı bir anlatımla ifade ediyor.
Sedat Yılmaz'ın yönettiği ve bir avuç gazetecinin Diyarbakır'da yaşanan insan hakkı ihlallerini dünyaya duyurmaya çalışma hikayelerini nakleden filmde, Özgür Gündem'in bürosunda yedi kişi çalışıyor.
Gazete muhabirlerinden Faysal, yaptığı bir haberde, orduyla ilişkisi olan bir çetenin izine rastlar. Çete, bölgedeki birçok cinayetin zanlısıdır.
Haberden sonra tehdit telefonları alsa da Faysal çetenin üzerine gitmeye devam eder. Ancak bir sürü engellemeyle karşılaşırlar. Neticede Faysal öldürülür, sonra diğer muhabirlere baskılar ve ölüm tehditleri peşi sıra gelir.
Gazetenin Diyarbakır'a girişi yasaklanır, büro defalarca basılır, muhabirler dövülür, takip edilir...
İçlerinde en genç olan Fırat (Aram Dildar) gazeteciliğe merak salar ve zamanla haber yazmaya başlar. Filmde umut da var, hüzün de; ama en çok hüzün var galiba. Muhabirlerin ölen arkadaşlarının fotoğraflarını çekip haberlerini yapmak zorunda kalmaları sanırım en trajik sahnelerdi.
Press ve gazetecilik
Türkiye'de gazetecilik her zaman zor koşullarda yapılan bir meslek olagelmiştir ama sanırım en zoru 90'lı yıllarda olduğu gibi her şeyin birbirine karıştığı Diyarbakır'da gazetecilik yapmaktı. Press ilk defa bunu kendine konu edindiği için özel bir film.
Siyasal meselelerde başını kuma gömen ve zaten Kürt sorununa tavrı belli olan medyanın Press filmine bu kadar ilgi göstermesi manidar ama yine de iyi tarafından bakarsak bu da bir kazanımdır.
Press gibi filmlerin çoğalması dileğiyle, filmi herkesin izlemesini tavsiye ederim. Ayrıca tüm ekibi de sade oyunculukları, başarılı performansları için tebrik ederim. (UB/EKN)