Önceki hafta Pariste Başbakan Erdoğanın ziyareti sırasında ortaya çıkan gelişmelerle Fransız ve Türk medyasında yayınlanan değerlendirmeler, geçen hafta da Brükselde gerçekleştirdiğim çeşitli temaslar süresince bu konu sürekli olarak gündemdeydi.
Fransız, İngiliz, Belçika medya organlarında Türkiye-AB ilişkileri hakkında yorum ve değerlendirmeler çıkmaya devam ediyor.
Geç kalmış turistik sempati
Sadece dört gün önce, Brüksel havalimanında dikkatimi çekti: Saat 14.00 ila 17.00 arasında havalanan onlarca uçaktan ikisi Bodruma, üçü Antalyaya, biri de İstanbula gidiyordu. Yolcuların üçte biri Emirdağlı tatilcilerse, geri kalanı Belçikalı turistlerdi. Pazartesi günkü Le Soir gazetesinde bir ilan da Belçikalı turistlerin favori tatil yörelerini bir kez daha anlatıyordu: Türkiyede iyi tatiller... Le Soiri tatil beldenizde bulamazsanız bizi hemen arayın...
Belçika televizyonunda da Türkiyeden tatilden dönenlerle, Türkiyeye tatile gidenlerin havaalanındaki buluşmalarına ilişkin hoş bir haber izledim. Ne var ki Avrupa kamuoylarının, bu turistik sempatilerine rağmen, Türkiye hakkındaki, özel olarak da Türkiyenin ABye tam üye olmaları konusundaki izlenim ve tutumları hiç de olumlu değil. Bunu da hem ikili görüşmelerden hem de medyada çıkan yazılardan görmek mümkün. Avrupalı ortalama yurttaş, AB ve genişleme konusunda çok fazla bilgi sahibi değil, mevcut bilgileri de her zaman doğru değil. Mesela, bu müzakerelerin başlangıç tarihi ile Türkiyenin tam üyeliği birbirine kolayca karıştırılıyor. Avrupalı yurttaş, sanıyor ki, Türkiye 1 Ocak 2005de tam üye olacak...
Gerek Pariste gerek Brükselde Fransa ve Belçika ile ABnin orta ve alt düzey yetkilileri ile konuşurken, onlar muğlak diplomatik bir dil kullanıyor. Fransız ya da Belçikalı meslektaşlar ise daha net. Edindiğim tüm bilgi ve izlenimlerden yola çıkarak AB çevrelerinin Türkiyeye ilişkin kuşku ve itirazlarını şöyle özetlemek mümkün. İtirazlar ve gerekçeler kişiden kişiye hiyerarşi farkı gösteriyor ama Avrupalı muhataplar üç aşağı beş yukarı şu noktalarda tedirgin:
Beş temel itiraz
* AB, 15lerden 25lere geçme sürecini iyi hazırlayamadı ve bu süreç henüz sindirilemedi. Gerek siyasi olarak (Polonyanın Irakta Bushu desteklemesi örneği) gerekse ekonomik ve mali olarak (Yeni üyelerin pazarı küçük olduğu gibi üretime katkıları da çok büyük değil ayrıca fon ve yardımlar giderek azalıyor) ayrıca hukuki olarak (Bu eski Doğu bloku ülkelerinde Sovyetik yapıların izleri henüz tamamen silinmemiş) yeni 10 üye AByi zenginleştirmek yerine Brüksele yeni sorunlar yükledi. Bu sorunlar çözülmeden ABnin daha fazla genişlemeye niyeti yok, altyapısı da müsait değil zaten.
* Özellikle 11 Eylülden sonra ABDde başlayıp Batı Avrupaya da sıçrayan İslamiyet korkusu kimi ülkelerde açıkça İslamiyet ve Doğu düşmanlığına dönüşmüş durumda. AB üyelerinin siyasi elitleri, kendi kamuoylarını Türkiyenin Batılılığı, Avrupalı kimliği konusunda ikna edemiyor. Üstelik ABnin iki lokomotifinden Fransada başını Konvansiyon Başkanı Valéry Giscard dEstaingin, Almanyada da Hıristiyan Demokratların çektiği akımlar, çeşitli coğrafi, kartografik, tarihi ve kültürel bahanelerle Türkiyenin Avrupalı olmadığına dair tezleri yaygınlaştırıyor. ABnin aslında çokdinli, çokkültürlü, çokuluslu siyasi ve ekonomik bir birlik olma yolundaki ideali, tartışmalarda kimileri tarafından savunuluyor ama iş Türkiyenin üyeliğine gelince Avrupanın bu temel kartviziti çabuk unutuluyor.
* ABD karşısında güçlü, istikrarlı bir siyasi birlik oluşturamamış olan AB, Birlik sınırlarının Türkiyenin tam üye olmasıyla birlikte, İran, Irak, Suriye ve Kafkasyaya kadar uzanacağını bildiği için, dünyanın en gergin ve en istikrarsız bu bölgesinden uzak durmaya çalışıyor. Bu tezi savunanlar, Ankara ile temaslarında, AKP hükümetinin AB üyesi olmak istemesine rağmen, Washington yönetimine aşırı yakın durmasından rahatsız olduklarını belirtiyor.
*Ankaranın özellikle de AKPnin hızlı kimi zaman yüzeysel ve henüz uygulamaya tam olarak yansımamış da olsa, gerçekleştirdiği reformlardan memnun. Daha doğrusu memnun olmak zorunda. Ama Ankaranın reform paketlerini üst üste ve büyük bir hızla yasalaştırması, aslında ABdeki Türkiye karşıtlarının elindeki kimi kozları da almış durumda. Kürt meselesi bunlardan biri. Kıbrıs zaten olumlu bir raya girdi. AB çevrelerinde bu nedenle kulislerde de olsa, Ermeni sorunu eskiye oranla daha sık telaffuz edilir oldu. Yunanistanın da Türkiyenin AB üyeliğini desteklemesi, Türkiyeye karşı bahane arayanları güç durumda bıraktı.
* ABdeki Türkiye karşıtları, İnsan Hakları konusunda kimi zaman tamamen haksız sayılmayacak bir tonda itirazlarını sürdürüyor. Türkiyenin ekonomik ve mali manzarası da bu kesimlerde kimi zaman eleştiri konusu.
İki tarafı eşit derecede gayrı-memnun kılmak
Kuşkusuz bu gözlemlerden yola çıkarak, gerek İlerleme Raporu ama daha da önemlisi Aralık Zirvesi için bir toplam izlenim çıkarmak mümkün: Türkiye-AB ilişkileri geri dönülmez bir mecraya girdiği için, Brükselin kesin bir ret yanıtı vermesini zaten kimse beklemiyor. Bu konuda görüş belirtmiş olan esas karar alıcılar, yani başta Almanya ve Fransanın siyasi yöneticileri, şimdiye kadar hiç bir zaman Mesele tamam, Türkiye ile müzakerelere hemen başlayacağız demediklerine göre, ortada bir sorun var. Müzakereler başlayacak başlamasına ama ne zaman? Yoksa Türkiyeye has özel bir statü ki çok az taraftarı var bu görüşün- önerilecek mi? AB siyasi eliti ve kamuoylarının red yanlısı tedirginliği ile Türkiyenin talepleri arasında nasıl bir denge kurulacak?
Komisyon halen ince bir formül üzerinde çalışıyor. Öyle bir denge kurulacak ki, her iki taraf da eşit derecede gayrı memnun kalacak. Yani ne Erdoğanın talep ettiği üzere Mart 2005de başlayacak müzakereler ne de AB Ankaranın talebini sonsuza kadar erteleyebilecek. Bu arada Avrupa kamuoylarındaki olumsuz Türkiye hassasiyeti de hesaba katılmış olacak.
AB elitlerinin tutumu genel olarak olumsuz. AB içinde Türkiye konusunda kuşkulular kanadının (Turcosceptiques) yukarıda sıraladığım gerekçe, itiraz ve kaygılarının çoğu geçersiz, gerçeği de tam olarak yansıtmıyor. AB Genişleme Uzmanı Dr. Cengiz Aktar ın yakında Fransızca olarak yayınlanacak Lettre aux turcosceptiques (Türkiyeden kuşku duyanlara mektup) başlıklı kitabı tüm gerekçeleri somut olarak çürütüyor.
Ne var ki biraz da Ankaranın tutumuna bakacak olursak, dışişleri bürokrasisini devre dışı bırakmaya çalışan AKP hükümeti de, vitrinde gösterilen tüm dinamizmine rağmen, etkili, sonuç alıcı, karşı tarafı ikna edici bir AB diplomasisi güdemedi, güdemiyor. AKP acemi ve dış dünya ile teması zayıf bir parti. AKP, dış dünyayı orta esnaf/tüccar gözlükleriyle algılıyor. Avrupa burjuvazisine uzak, Avrupa kültürüne uzak. AKP tüm siyasetlerini ABye endeksledi, ABye tamamen angaje oldu. Ama şimdi Ekim ya da Aralıkta olumlu sonuç alamazsa hem kendi iktidarı sorgulanır hale gelecek hem de büyük bir hayal kırıklığı yaratacak. AKPnin B planı yok. Aslında A planı da el yordamıyla yürütülüyor. Ne yazık ki...(SON/RD/EK)