Her ulus-devlet sembolik kurucu anlaşmalarına atıfta bulunmayı sever. Kemalistler için Lozan, Sevr'le içine düştükleri aşağılayıcı durumdan kurtulup, Osmanlı Devleti'nin küllerinden yeni ve "tam bağımsız" bir ulus-devlet kurmanın doğuşunu tescil eden 'kutsal bir metin'. Onlara göre Mustafa Kemal ne eylerse güzel eyler. Türk-İslam sentezcileri için Lozan, Osmanlı Meclisi'nde kabul edilen Misak-ı Milli'yle tarif edilen sınırlarının çok gerisine düşülmesinin belgesi. Akılları hâlâ' Batı Trakya'da, Musul'da.
İslamcılar için, Hilafetin kaldırılması, buna karşılık Patrikliğin İstanbul'da kalması Lozan'da Siyonistlere ve Masonlara verilen tavizler. Halbuki, Kemalist modernleşme projesi açısından Hilafet er ya da geç kaldırılması gereken bir kurum. Kısacası herkesin Lozan'ı farklı.
Ne kutsal metin ne yenilgi belgesi
Halbuki Lozan ne "kutsal" bir metin, ne mutlak bir zafer ne de mutlak bir yenilgi belgesi. Tarihin belli bir döneminde, belli koşulların dikte ettirdiği tarihi bir metin.
Kutsal bir metin değil, çünkü öyle olsaydı bugün olduğu gibi pek çok maddesi ihlal edilmezdi.
Zafer değil çünkü öyle olsaydı Hatay, Musul, Kıbrıs gibi önemli toprak parçaları dışarıda bırakılmazdı veya Osmanlı'nın borçları üstlenilmezdi.
Yenilgi de değil, çünkü belki de savaşa devam edilseydi, bunun da gerisine düşülebilirdi. Bilindiği gibi Mustafa Kemal aşırı derecede temkinli ve gerçekçi bir liderdi. Ona göre, orduların daha fazla savaşacak gücü kalmamıştı. İtilaf Devletleri da tükenmişlerdi ve kendi kamuoylarının büyük baskısı altındaydılar. Ama her iki taraf da karşı tarafın gerçek durumunu bilmiyordu. Sonuç olarak Lozan, her iki taraf için de "optimum" noktayı temsil ediyordu.
Lozan'ı birincil kaynaktan okumak
Türkiye'de kimse antlaşmaları birinci kaynağından okumuyor. Hele Lozan gibi Osmanlıca ve Fransızca yazılmış bir metinse iyice gözden kaçıyor. Ancak, okumaya niyetiniz varsa da sorun çıkıyor.
Çünkü eğer bu dillere hakim değilseniz, Lozan'ı ikincil kaynaklardan okuyorsunuz. Bazen çeviri hataları oluyor, bazı çevreler, Lozan görüşmeleri sırasında Hilafet veya Patriklik tartışmalarını anlaşma metninin parçası gibi aktarıyorlar.
Resmi tarihçilerin hatırlamadığı maddeler
Resmi tarihçiler bazı maddelerini öne çıkarıyorlar, bazı maddelerini gözden kaçırıyorlar. Örneğin antlaşmanın 14. maddesi uyarınca Bozcaada ve Gökçeada'da Rumlar özel bir yönetim kurabilirler, güvenliklerini yerli halktan seçilmiş bir polis kuvveti sağlayabilir ama Türkiye bu maddeleri hiçbir zaman uygulamadı.
Lozan'ın 37-44. maddeleri "azınlık hakları"na (özgürce ibadet etmek, ticarette, mahkemede, basında, okulda dilini kullanmak, okullar açmak, diğer okullarda anadilinde eğitim görmek, vb.) dair.
Üstelik "azınlık" denirken sadece "gayrimüslimler" tarif edilmemiş, buna "Müslüman azınlıklar" da dahil edilmiş.
Resmi tarihçiler bu maddeleri sadece Batı Trakya'daki Müslümanlar söz konusu olduğunda hatırlarlar. Halbuki bu maddeler öncelikle Türkiye'de yaşayanlar için önemli.
Mesela DTP milletvekili adayı Orhan Miroğlu Mersin'de Kürtçe seçim propagandası yapmaktan ceza aldı, halbuki Lozan'ın 39/4. maddesine göre bu suç değil.
Dolayısıyla eğer Kürtler hak ve özgürlükler konusundaki 85 yıllık taleplerini Lozan'a dayandırsalardı çok daha iyi bir noktada olabilirlerdi. Ama ya bilgisizlikten ya da "Türk ulus-devletinin resmi belgelerine" duydukları güvensizlikten bu olanakları es geçiyorlar.
Türkiye Lozan'dan çok daha ileri sözleşmeleri imzaladı
Ancak Türkiye'nin son yıllarda imza koyduğu pek çok uluslararası sözleşme, insan ve grup hakları konusunda Lozan'dan çok daha ileri nitelikte. Bu açıdan Lozan'ı ne yüceltmeli ne de karalamalı.
Sadece Lozan'ı iyi analiz edip, onun günün insan hakları ve demokrasi kavramsallaştırmasına uygun düşen yanlarını öne çıkarmalı. Örneğin bu ülkeyi ve insanlarını ileri götüren, mutlu eden maddeler Lozan'da ise onları uygulatmalı, yok eğer diğer anlaşmalardaysa onları uygulamalı. (AH/TK)