Peki o zaman, sadece ve sadece "birey"i ve "bireyin meşruiyetleri"ni temel alan "Norquist düçüncesi", nasıl olur da tarihte eşi görülmemiş bir "mutlak devletçilik" anlamına gelebilir? Bu düşünce nasıl temel aldığı şeye, "bireyin meşruiyetleri"ne ve "özgür birey"e karşı benzersiz bir saldırıyı temsil ediyor olabilir?
Norquist düşüncesinin temellerini oluşturan iki unsurdan biri "radikal hak savunuculuğu" ise, ikinci temel de, bireylerin kaynaklara erişiminin mutlak bir biçimde "özel mülkiyet"le ilişkilendirilmesidir. Yani musluktan akan sudan okula, odayı aydınlatan elektrikten emeklilik sigortasına kadar, akla gelebilecek her yaşamsal kaynak, devletin bireyler adına konsolide edip denetlediği şeyler olmaktan çıkmalı, bireyin de hissedarı olabileceği şirketlerin mülkiyetinde ve denetiminde olmalıdır. "Piyasanın nesnel şartları"na tâbiyet ve "rekabet", çürümeye eğilimli, üstelik de hakkı olmayan bir mülkün denetimini elinde tutan devletten kurtuluş, gelişmenin, büyümenin, zenginleşmenin ve tabii özgürleşmenin anahtarıdır.
Bu şablonda, vergilerin ve kesintilerin azaltılması ve giderek tamamen ortadan kaldırılması, bireye yatırım yapma olanağı verecektir. Devlet tarafından sağlanan hizmetleri de böylece birey kendi bileğinin gücüyle, yatırımlarının dönüşü olarak alacaktır.
Economic Policy Institute' un "The State of Working America" ("Çalışan Amerika'nın Durumu") raporuna göre, Bush yönetiminin vergi indirimi uygulaması, 2001 - 03 arasında nüfusun en tepedeki yüzde 1'lik bölümü için hane başına 67 bin dolar kazanç sağlamış. Orta sınıfta hane başına kazanç 600 dolar, en alttaki yüzde 20'lik bölümde ise hane başına 61 dolar.
Aynı rapora göre, ABD'de nüfusun yarısının menkul varlığı, borsada yatırımı hiç yok. 2001 itibarı ile hanelerin yüzde 17.6'sının ise sadece menkul değil, hiçbir varlığı yok ya da "eksi varlığı" var. Hisse sahiplerine gelince, bunların yüzde 1'i hisselerin (hisselerin değeri) yüzde 33.6'sına sahip. Yüzde 80'in elinde ise hisselerin yüzde 10.7'si var. En zengin yüzde 1'in elinde hane başına 3.5 milyon dolarlık hisse var. Alttaki yüzde 40'ın elinde ise hane başına 1800 dolarlık hisse var.
Yani 20. yüzyıl başlarından itibaren gittikçe daha fazla "menkul kıymetler toplumu" haline gelmiş ABD'de, toplum aslında "vatandaşlar" ve "hissedarlar" olarak tam ortadan ikiye ayrılıyor. Hissedarlığa terfi edenler de aynı şekilde ortadan ikiye ayrılıyor ve bunun bir yarısı, 1800 dolarlık "birikim"le aslında bir "birikim gücü"nü temsil etmiyor.
Bu tabloya önümüzdeki yıllarda bir şey eklenecek: Vergi indirimleri sonucu pek çok yaşamsal kaynaktan yararlanmanın maliyeti.. Orta sınıf aileye yılda 600 dolar, alt sınıfa ise 61 dolar kazandıran indirimlerin, bu maliyetlerle kaç katı kayıp olarak geri döneceği henüz belli değil.
Bir de şu notu ekleyelim: "Çalışan Amerika'nın Durumu" raporuna göre, işveren tarafından özel sağlık sigortası sağlanması oranı sendikalı çalışanlar arasında sendikasız çalışanlara göre yüzde 28.2 fazla.
Damlaya damlaya göl olur da, göl kimin?
Kısacası Norquist düşüncesi, bireye önerilen "sınırsız haklar" ile birlikte, kaynaklara erişimin orta ve alt sınıflar için minimize edilmesini öngörmektedir. Öte yandan, mevcut politik sistemlerde bireye bir hak olarak tanınan, seçme ve denetleme mekanizmalarına katılma hakkı şirketlerde "hisse" oranında olabileceği için, kaynağın denetimi Norquist evreninde bireyin iradesi dışındadır. Ya da, sadece yönetim kurulu üyeleri ve büyük ortakların yararlanabileceği bir haktır.
Belki en önemlisi de şu: Birey, tüketim fazlası ile yatırımcı ya da hissedar olmaya, yani birikimlerini çeşitli üretim alanlarında değerlendirerek kazanmaya çağrılmaktadır. Bu yatırımlar aslında onun kendi üretim alanlarını, bu alanlardaki rolünü, ilişkilerini, temel yaşam süreçlerini belirleyecektir. Ama tüketim fazlası olarak yatırıma akıtabildiği damlalarla o, aslında bu hakkı sadece büyük ortaklara bırakmaktadır. Buna bir de sendikasızlaşma / örgütsüzleşme eklendiğinde, bireyin sadece tüketme düzeyi ya da yaşam standardı değil, üretici rolü de mutlak biçimde iradesi dışına çıkmaktadır. Birey, en iyi ihtimalle damlalar halinde geri dönecek yatırım için üretim alanı ile ilgili tüm tasarruf gücünü gönüllü olarak "yatırım şirketi"ne devretmektedir.
Devleti "kaynakları konsolide eden, denetleyen ve işleten ya da işlettiren kurum" olarak düşünecek olursak, Norquist düşüncesinde devlet ortadan kalkmamaktadır. Ya da, sadece mevcut devlet yapısı tasfiye edilmekte, bu süreçte yeni bir devlet yapısı oluşturulmaktadır. En "devlete özgü" kurumlardan biri olan orduyu ele alırsak, "Norquist devleti"nde ordu, şirketler tarafından kurulmalıdır, ki bu süreç ABD'de zaten çoktan başlamıştır. Ya da yasama ve yürütme organını düşünelim. Bunda da, henüz bir tasfiye olmamakla birlikte, söz konusu organların elektronik oyla, "kâğıt belgesiz" seçimlerle belirlenmesi aşamasına gelinmiştir.
"Sonuçlar"ın, elektronik seçim sistemlerini kuran üç şirketin ticari sır kapsamındaki yazılımları ile "elde edilmesi", bu "sır yazılımlar"a sorgusuz bir güveni ve bağımlılığı tüm toplum açısından bir ön koşul ve norm haline getirmiştir. Üstelik bu durum ne ABD'de, ne de Batı dünyasının diğer "ileri demokrasi"lerinde yaygın, güçlü bir tartışmaya yol açmıştır. Daha düne kadar Internet üzerinden yapılan oylamaların, anketlerin güvenilir olmadığını bilen herkes, nedense bir anda, bundan birçok açıdan çok daha az güvenilir bir sistemin güvenilirliği üzerine tam bir uzlaşma içine girivermiştir.
Norquist düşüncesinde hayal edilen ve şimdiden büyük ölçüde oluşmuş olan evren, ABD ya da başka bir ileri Batı ülkesindeki ve tabii asıl "gelişmekte olan ülkeler"deki adaletsizlikleri, eşitsizlikleri yaratmış olan sistemin devamından başka bir şey değildir. Olan, sadece "bazı kaynaklar"ın değil, yaşamsal olanlar da dahil tümünün özel mülkiyetle ilişkilendirilmesi ve birer "kâr jeneratörü" haline getirilmesidir? Bireyin ihtiyaçları temelli yatırım yerine kâr temelli yatırıma yol açan özel mülkiyet-toplumsal kaynak ilişkisinin "sınırlandırılması" için bir mantık ileri sürülebilir, böyle bir "ara sistem" yaratılabilir mi? "Eski devlet" böyle bir amaç için savunulabilir mi? Böyle bir amaç, "eski devlet"le, ulaşılabilir bir amaç mıdır?
Bu yüzden, "eski devlet" yapısına adaleti koruma adına sahip çıkmak ve aynı zamanda toplumsal kaynak-özel mülkiyet ilişkisi açısından radikal hiçbir şey önermemek, terbiyesizce yapılmış bir sahtekârlık, en hafifinden "uzatmaları oynamaya çalışmak" gibi görünüyor. ABD'de Demokratik Parti'nin, bizde CHP'nin ya da MHP'nin yaptığı gibi. Üstelik bu, karşı çıkanın kendi zekâsına da yaptığı bir terbiyesizlik.
Geniş Norquist Cephesi
Norquist'e göre, "bağımlılık hareketi" olarak nitelendirdiği Demokratik Parti (ABD), varlık nedeni "bağımlılık sömürüsü" olan bürokrasi ya da hukukçular, bunların topu, bireyin kendi "kaynağa erişim mekanizmaları"na sahip olması ile tarihin çöplüğünü boylayacaktır. Hatta, politik partilerin tamamı: "Cumhuriyetçiler de Washinton'u terketmeye başladıklarında, işte asıl o zaman gerçekten kazanıyor olacağız. Çünkü o zaman bu daha az önemli olacak."
Onun açısından, aslında er ya da geç Demokratik Parti ile aynı akibeti paylaşması gereken Cumhuriyetçi Parti'den, ancak "geçiş hükümetleri" olabilir.
Grover Norquist'i bu kadar ciddiye almanın ve bir düşünceyi, "neoliberalist" olarak değil de "Norquist düşüncesi" olarak adlandırmanın nedenleri var. Sadece bir gündemi bu kadar bütün ve kapsamlı olarak ortaya koyabildiği, gündemi bu kadar ateşli ve günlük gelişmeler temelinde yeniden üretebildiği için değil. Aynı zamanda, şu nedenlerle:
* "Neoliberalist" terimi, devleti "içeriden" değiştirmeye çalışan "bir politik grubu" çağrıştırıyor. Norquist düşüncesinde devletin içeriden değiştirilmesi değil, "eski" devlet yapısının tümüyle ortadan kaldırılması, üstü örtülmeden, doğrudan ifade edilmektedir. "Norquist devleti"nden kast edilen de, mevcut devletin evrim geçirmiş hali değil, onun uzunca bir süreçte yerini alan yeni bir devlettir.
* İkincisi, Grover Norquist, Cumhuriyetçi Parti'yi desteklese de, aslında bu partiyle ya da "neoliberalist" olarak etiketlenen pek çok kişi, oluşum ve eserle sınırlı olmayan bir politik perspektifin temsilcisidir.
Bugün dünyanın dört bir yanında "Norquist düşüncesi"ni çeşitli ölçülerde paylaşan çok sayıda insan var ve bunlara sadece Amerikan neoliberalleri ya da İngiliz "New Labour"ının temsilcileri değil, çeşitli ülkelerde sosyal demokratlar ("vergi ve sosyal hizmetler ülkesi" Almanya'da bile) , çok sayıda aydın, "solcular", hatta bazı anarşistler, bazı "Marksistler" de dahil.
Örneğin Norquist'in kaçınılmaz gördüğü "politikanın ölümü", Çetin Altan'ın paylaştığı bir öngörü ve beklentidir: "Değişen enerji kaynakları ve gün günden gelişen süper bir teknoloji sonucu, Fransız İhtilali'nden sonra kristalize olan 'ulus - devlet' modeliyle, 'demagoglar saltanatı' da aşılmakta ve artık politika, eski şatafat ve rantları sağlayamayan demode bir uğraş olmakta..." (12 Kasım 2004 tarihli Milliyet)
Norquist'in "vergi" konusundaki radikalliğine ise, bir Türk işletmeci olan, aynı zamanda iktisat doktrincisi de sayılabilecek Ahmet Hamdi Başar'da rastlayabiliriz. Bir zamanların "İstanbul Liman İnhisarı Umum Müdürü" Başar, bundan tam 56 yıl önce, 1948 kasımında İstanbul'da düzenlenen Türkiye İktisat Kongresi'nde sunduğu "vergi reformu" konulu tebliğinde, "Kazanç Vergisi'nin 8000 küsur beyannameli mükelleften alınan kısmı ezicidir, modern ticaretin ve ekonomik hayatın kurulmasına düşmandır" der ve 1920'lerden beri savunduğu "vergisiz ülke" çözümünü gündeme getirir:
".. Kitabımın [Temmuz 1931'de yayınlanan İktisadi Devletçilik] 142 inci sahifesinden itibaren, sözde modern vergilerin memleketi nasıl harap ettikleri anlatılmış ve tekliflerim ortaya atılmıştır. Benim o zamanki teklifim çok radikaldi. Ben vasıtasız vergilerin, o tarihteki hasılat yekûnunun 44 milyon liradan ibaret olmasına, yani bütçenin aşağı yukarı dörtte birini bulmasına rağmen, hepsinin kaldırılabileceği iddiasındaydım. Bu suretle Türkiye sanki vergisiz bir memleket gibi olacak, bütün vergi ve maliye teşkilatı kaldırılabilecekti.."
Başar'ın "siyasi hürriyet"le ilgili saptamaları ise şöyledir:
".. Henüz kapı-kulu sınıfı tarafından idare edilen bir cemiyette siyasi hürriyet zararlıdır, yaşayamaz. Hakikatte kapı-kulu, serbest iş adamlarına ve onların teşkilat kurmalarına karşı mukavemet ettikçe ve düşmanlık besledikçe iktidarını devam ettirebilir. Onun için bu gibi memleketlerde siyasi hürriyet herşeyden evvel iktisadi hürriyete, meslek ve ihtisas adamlarının serbest topluluklar yapmalarına ve fikir hürriyetinin kurulmasına bağlıdır."
Norquist, "bağımlılığın sömürüsünü yaparak geçinenler"den, Altan, "rant ve saltanat sağlayan politika" sayesinde saltanat kuran "demagoglar"dan, Başar, "kapıkulları"ndan söz etmektedir.
"Bireysel sözleşme, çalışanı zincirlerinden kurtaracak"
Norquist'in "sendikasız ve toplu is sözleşmesiz dünya" hayalini "bilimsel" bir temele oturtmayı hedefleyen sözleri de, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu'nun Aralık 2002'de Ankara'da düzenlediği "İstihdam Politikaları" toplantılarında, Tübingen Üniversitesi'nden (Almanya) Prof. Dr. Eduard Picker'in ağzından duyarız:
".. günlük politikanın sözde faaliyetciliğinde tükenmeyen, her kuralların azaltılması ve esnekleştirme, bireysel güçleri ve yetenekleri 'zincirlerinden kurtarmaya' muhtaçtır. Bunların eşit kılıcı hareketlerin yenisine sürekli olarak ihtiyacı vardır, ki bu hareketi, eski, loncasal-koproratist sistemlerden yeni, bireysel sözleşmeye yönelmiş iş temel düzenine geçişdeki temel değişim çoktan gerçekleştirmeliydi. Buna göre özetlemek gerekirse, kuralların azaltılması ve esnekleştirme, işçiye adım adım kelimenin tam anlamıyla 'girişimci' insan olarak muamele etmek yoluyla, iş hukukunu klasik işlevi olan işçiyi koruma hukuku olmanın üzerine çıkarak, artan bir biçimde ekonomi hukukuna tasnif etmek uzak amacını izlemek zorundadır."
Çeviri gerçekten berbat (kaynak: TİSK), ama profesörün ne dediği herhalde anlaşılıyor.
Başar'ın vasiyetine uygun bir "serbest iş adamları teşkilatı" olan TİSK'in bu organizasyonunda, Picker açısından aslında orada bulunmaması bile gereken, hatta yaptığı işi yapmıyor olması gerekenler (sendika yöneticiliği), DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Türk-İş Genel Sekreteri Hüseyin Karakoç ve Hak-İş Eğitim Sekreteri Yusuf Engin de panelist olarak yer almıştır.
Süleyman Çelebi konuşmasında şöyle demektedir: "Bizim üyelerimiz azalınca sizin de üyeleriniz azalıyor, bizim üyelerimiz çoğaldıkça size de üyeler o anlamda bir yeni yaklaşım içerisinde geliyor.. O anlamda bunu söylerken 40. yılında yapılan bu etkinliği anlamlı buluyorum. Çünkü, her gün biz aşağı yukarı işsizlik sorununu, yoksulluk sorununu, istihdam sorununu tartışıyoruz ve konuşuyoruz. Sabah kalktığımızda bunları konuşuyoruz, gece rüyalarımızda bunları görüyoruz. Bu anlamda TİSK'in bu konuyu bir daha gündeme taşımasındaki katkısından dolayı teşekkür ediyorum. Ben de 40. yılını bu vesileyle kutluyorum. İş güvencesine karşı çıkmasınlar, karşı çıkmaları halinde gelecek 40 yıllar böyle olmaz. Bugünkü profesörün anlattığı gibi, 19. yüzyıla dönen bir dağınıklığı yaşarız ki, o da ne işveren kesimine, ne de işçi kesimine çok hayırlı sonuçlar doğurmaz."
Daha sonra ise şöyle:
"Temel sorun üretim ve istihdamın nasıl artırılacağıdır. İstihdamın artırılması, işgücü niteliğinin yükseltilmesi, çalışma standartlarına tam uyum ve sosyal haklardan herkesin yararlandırılması Türkiye'nin önündeki en temel hedef olmalıdır. Sosyal bir devletin görevi de budur. Sosyal bir devlet, yurttaşına sağlayacağı iş olanağı ve eğitim, sağlık, sosyal güvenlik hizmetlerinin kalitesiyle ölçülür. Türkiye, yeniden istihdam odaklı büyüme politikalarına geçmek zorundadır."
"Fikri mülkiyet hırsızlığı" ile endüstri devrimi
Norquist'e geri dönecek olursak.. Bu düşüncenin en önemli özelliği, bireylere sınırsız ölçekte hakkı tek birinden bile (su içmek ve havayı solumak dahil) koşulsuz yararlanamayacakları biçimde önermek ise, daha az önemli bir özelliği de muhteşem bir tutarsızlıktır. Ya da, tutarsızlıkta bu kadar tutarlı olabilmek zordur.
ABD'de kamu emeklilik sistemlerinin ve emekliler için yatırımlarda değerlendirilen trilyonlarca dolarlık fonun eyalet eyalet tasfiyesini savunan Norquist, bu fonları yöneten devlet görevlileri için, "Sadece 115 kişi, fonlardaki 1 trilyon doları denetliyor. Biz bu gücü alıp yok etmek istiyoruz" demektedir. Çok haklıdır, ama bir avuç şirket CEO'su ve danışman da (ya da "yeni devlet"in hisseli yüksek memurları) trilyonlarca doları denetlemektedir.
Norquist düşüncesinde, "fikri mülkiyet hakları" meselesi göklere çıkarılır. Bu hakların kapsadığı alanlar ise, yaygın olarak sanıldığı gibi, film, müzik, metin, yazılımla sınırlı değildir. Mesela tarım, transgenik tarım uygulamaları nedeniyle fikri mülkiyet açısından en sıcak alanlardan biri haline gelmiştir.
Norquist'in hazırlanması için yoğun lobi yaptığı Irak "Patent Kararnamesi", bir şablon gibidir. Bu kararname metnindeki bölümlere başka ülkelerde çıkarılmış kanunlarda da rastlanabilir. Mesela Mısır'da hazırlanan patent kanununda:
"Mısır sınırları içinde ya da dışında elde edilmiş olmasına, biyolojik ya da biyolojik olmayan yollardan geliştirilmiş olmasına bakılmaksızın, korunma altındaki bitki türleri özel kayıtlarına kaydı yapılmış tüm bitki türleri, bu Kanun'un hükümleri ile koruma altına alınmıştır." (Madde 189)
İlk kaydettiren kazanıyor! Ama bundaki tutarsızlık ne?
Şu ki, Norquist düşüncesinin en ileri uygulama alanı olan Amerikan topraklarında endüstri devrimi, fikri mülkiyet hırsızlığına dayanmaktadır.
Başka bir uygulama alanı olan İngiltere'de, teknisyenlere -fikirleri başka topraklara kaçırmasınlar diye- seyahat yasağının (!) uygulandığı 18. yüzyıl sonlarında, Derbyshire doğumlu William oğlu Samuel Slater, Richard Arkwright'ın ortağı Jedediah Strutt'ın yanında yedi yıl çıraklık yaptıktan sonra bir yolunu bulup Amerika'ya göçer. Giderken, Strutt'ın öncüsü olduğu bir tekstil teknolojisinin bilgisini de beyninin kıvrımları arasında götürmüştür. "Ulus devlet modeli"nin sonrasında "kristalize olacağı" 1789 yılının bir kasım günü New York'a ayak basan Slater, orada Moses Brown adında bir Quaker tüccarla tanışır. Güzel rastlantı şudur ki, Brown da Arkwright ve Strutt tarafından geliştirilen makinenin "reprodüksiyonu"nu yapmada kendisine yardımcı olacak birilerini aramaktadır. Amerika'daki ilk su motorlu tekstil imalathanesi olan ve "Almy and Brown" adı verilen imalathane, Slater'ın bilgilerine dayanılarak inşa edilir ve hizmete açılır. 21 Nisan 1835'de zengin bir adam olarak ölen Samuel Slater, "Amerikan Endüstri Devrimi"nin babası olarak tarihe geçecektir().
Bugün Norquist düşüncesinin savunucuları, sadece "seyahat hakkı"nı değil, "fikri mülkiyet hırsızlığı"nın en ağır cezalara çarptırılmasını da savunuyorlar.
Dünyanın kanını ve iliğini emen ABD ve diğer ileri Batı medeniyetlerinde üst sınıflar, kan ve ilikleri en azından orta sınıflarla paylaşabiliyorlar. Bu, ABD'de olduğu gibi başka yerlerde de, "Norquist devleti"ne karşı "eski devlet"in savunulması tutuculuğuna zemin olabiliyor, beraberinde hayat şartlarının daha yavaş kötüleşmesini getirebiliyor. "Gelişmekte olanlar"ın ya da meşhur "Üçüncü Dünya"nın ise böyle bir opsiyonu pek yok. Özellikle "Amerikan Dış Yardımı" söz konusu olduğunda.
* Sıradaki öykü: "Amerikan Dış Yardımı" ve "Latin Amerika Laboratuarı"
* Grover Norquist: "Ulusal savunmaya sahip olmamızın nedeni özgürlüklerimizi korumaktır." (10 Ocak 2003 tarihinde PBS kanalında Bill Moyers'in yaptığı röportajdan -