Hep söyleniyor, artık kadınlar işgücüne daha çok katılıyor. Ya da öyle söylüyorlar biz de inanıyoruz; aslında katılımın hâlâ çok düşük seviyede olduğunu biliyoruz.
Bir artış var evet, etraf artık bu artışın yarattığı çalışan annelerle dolu. Çalışan annelerin arasında yeni bir grup daha var bir de; çocuk da yapan kariyer de yapan süper kadınlar. Bu yazının amacı, iş hayatının değişen yüzünün incelemek değil: "Kariyer yapmak" hayatımıza nasıl ve ne zaman girdi sorularını sormayacağım.
Değinmek istediğim grup, bu dünyanın gereklerinin içinde, bir de anneliğin gereklerini yerine getirmeye çalışan kadınlar. "Onlarda annelik mi yapıyor" bakışından değil de; "onlar bu zorluğu ne kadar yaşıyor olabilirler ki" sorgulamasının getirdiği görünmezlik belki. Çünkü onlar, evlerinde gerekirse yatılı bakıcısıyla yaşayanlar, temizliği için başka kadınların emek gücünü kullanmaya yetecek parası olanlar, onlar, "kurtulmuş" demesek de pek "mağdur" görmediklerimiz.
Kariyer planlarını günün gereklerine uydurarak yapan bu kadınların, anneliklerini de kariyer planı gibi yaşadıkları doğru. Zira benzerlik, en başta anne olmanın bir "plan" olmasında başlıyor. Çocuk doğuracakları zamanı, mevsim, ay hatta gün olarak, iş yoğunluğuna göre ayarlamak ya da ayarlamak zorunda kalmak; bu zorunluluğu hissetmek bu kadınların karşılaştığı bir sorun. Asıl sorulması gereken, işe alınırken bile çocuk doğurmayı düşünüp düşünmedikleri sorusuyla karşılaşan ya da çocuklu oldukları ve çocuk doğurmak İsteyebilecekleri yok sayılan bu kadınların, "tamamen kendi tırnaklarıyla kazıdıkları" kariyer yolunda bunu ne kadar kendi istekleriyle yaptıkları.
Bu kadınların hayatı "kontrol altında tutulması gereken" bir hayat. Annelikleri üzerindeki ve bunun dolayımıyla kadınlıkları üzerindeki kontrol, ilk bakışta olumlu gibi görülebilir aslında. Zira onlar, kocaları ya da aile eşrafı istediği zaman değil, kendi istedikleri zaman çocuk yapıyorlar. Çalışan ebeveynler olarak kocalarına karşı ellerindeki kozu kullanarak, tek görevlerinin bu olmadığından hareketle, bakım yükünü başka bir kadınla paylaşabiliyorlar. Ama bütün bunlar gerçekten bir kontrol alanı mı ve bir özgürleşme sağlıyor mu kadınlar için?
Daha önce belirttiğim, doğum anını iş durumlarına, konumlarına göre ayarlamak bir kontrollülük olsa da, ancak bu, kadınların zorunlu olarak yerine getirmeleri beklenen bir kontrollü olma durumu. Bunun ayrıntısına çok da girmeye gerek yok, zira kadınların iş yaşamında yer alamayışları ve erkeklere kıyasla daha alt seviyelerde konumlanışları, tam da bu kadınların evde harcadıkları karşılıksız emeklerinin, annelik kimliğine ve mesleğine mahkum edilmelerinin ortaya çıkardığı bir durum. Hal böyle olunca da, kadınların yaptığı, bu etkiyi en aza indirmek ya da "görünmez" kılarak kontrol altında tutmak. Anneliğin evde harcanan emeğin en büyük bileşenlerinden biri olduğunu hatırlarsak, bunun neden olabildiğince göze batmadan halledilmesi gereken bir görev olduğunu kavramak güç değil. Doğumdan kısa zaman öncesine kadar çalışmaları, doğum yaptıktan sonra mümkün olan en kısa zamanda İş başı yapmaları bu zorunlulukların örnekleri.
Doğumla ilgili bütün bilgilere erişebilen bu kadınların, bedenleri üzerinde kontrol sağlayabildiklerini söylemek mümkün mü gerçekten? Hamile olduklarını öğrendikleri andan itibaren okumaya başlayan kadınları, hamile eğitim merkezleri, doğum uzmanları ve hatta pedagog ziyaretleriyle geçen dokuz ay bilgilendiriyor bilgilendirmesine; ancak bu bilginin kaynağının sorgulaması yapılmadan bunun güçlendirici bir bilgi olduğunu söylemek güç olsa gerek. Çocuğun her ay ne kadar büyümesi gerektiğini bilen, vücudunun alacağı şekli ve ona nasıl bakması gerektiğini öğrenen kadın, aslında bu bilgilerle belki de kendi kontrolünden çıkıp daha hamileyken uzman bilgileri ışığında, çocuğu için yaşamaya başlıyor. Sezaryen oranının gün geçtikçe arttığı Türkiye'de aslında birçok kadın normal doğum yapmak İstediğini söylese de, en sonunda doktor ne derse o oluyor. Doğum yaptıktan sonra da devam eden doktor ziyaretleri, yavaş yavaş sadece sağlık konularını değil çocuğun gelişimiyle ilgili bütün ayrıntıları kapsamaya başlayınca, bu durum kadınlar üzerindeki denetimin devamını sağlıyor. Pedagoglarla da desteklenen bu süreçte, her şeyi "doğru" yapması beklenen anne, bu zamanının tümünü bilgi bombardımanının içinde yolunu bulmaya çalışmakla geçiriyor.
Hem çalıştığı için, hem de çalışması onun için sadece bir iş olmaktan öte kendini kurmaya çalıştığı bir alan olduğu için -ki bunun eleştirisini yapmaktan uzak durmak bu noktada önemli- sormamız gereken şu: Neden erkeğin değil de kadının böyle bir kariyer yapma yolunu seçmesi eleştiriliyor?
En büyük sorun işe dönme zamanı geldiğinde başlıyor. Bakıcının seçilmesi artık sadece göz kulak olmayla sınırlı değil. Çocuğun kendi sınıfının değerleriyle yetiştirilmesi gerekiyor. Böyle olunca da, bakıcının nasıl kitap okuduğu, telaffuzunun düzgün olup olmadığı ve hatta çocuğa yabancı dil öğretebilme yetisi kriterler arasına giriveriyor. Bütün bunlar yapılırken, bakıcının çocuk için ikinci bir anne olmasının önüne geçilmesi gereği nedeniyle de, iş dışındaki bütün zaman çocuğa ayrılıyor. Çocuğun banyosunun yaptırılması, ona uyumadan önce masal okunması, akşam yemeğinin yedirilmesi anne tarafından yapılıyor ki o "kutsal" anne-çocuk bağı zedelenmesin. Bakıcının seçilmesinden, anne evde yokken bakıcının yapması gerekenlere, yemek listesinin ayarlanmasına, bakıcının televizyon izleme ve telefonla konuşma zamanlarının kontrolüne kadar, kadın aslında işe dönse de bakıcıyı ve çocuğu kontrol etmeye devam ediyor.
Ve en son nokta, bütün bunlar yapılırken baba ne yapıyor? Evet artık doktor kontrollerine baba da geliyor ya da kadın tarafından götürülüyor. Doğuma girip karısının elinden tutuyor en büyük destekçi. Bakıcıyla ilişkiye karışmıyor, zira onlar arasında kurulan kadın kadına bir ilişki. "Öteki" kadını rahatsız etmek istemiyor. Çocukla ilişkisinde ise hâlâ iteklenmesi gereken o. Belki karısının söylediklerini yapmak konusunda daha itaatkâr. Ama zaten evdeki sürekli bakıcı, anneye yardımcı olma rolünü ondan aldığı için üçüncü sıradaki konumunu sürdürmenin zorluğu pek de yok. Anne bakıcıyla çocuk arasında kurulması gereken ilişkiyi nasıl kontrol ediyorsa, babayla çocuk ilişkisinde de o kadar kontrol sahibi. Ancak bunu yapmaktaki amacı, birlikte karar verdikleri çocuklarının bakımını da birlikte üstlenmek değil. Asıl etkili olan, çocuğun babayla ilişkisinin iyi kurulması gerektiğini öğrenmiş olması. Çocuğunun gelişimi için bütün kontrolü eline almış olan anne, bütün ebeveyn dergi ve kitaplarında yazılanın aslında kendisine söylendiğinin farkında ve orada deniyor ki, baba da çocukla yakın ilişki kurmalı.
En başta da belirttiğim gibi anneliğin " bazı" kadınlar için daha az yük olduğunun değil, aslında onların deneyiminin de ne kadar "çok" yük barındırdığının vurgulanmaya ihtiyacı var gibi. Bu kıyaslamalı bir yük değil aslında, hangi sınıftan olursa olsun bütün kadınların farklı şekillerde deneyimledikleri bir annelik durumu söz konusu. Çalışan ve bunu zorunluluktan değil istediği için yapan kadın, meslek sahibi kadın, profesyonel bilgiye kariyer hayatında verdiği önemi anneliğine de taşıyor ve "başarılı" bir anne olmak istiyor, evet. Ancak bunu kişisel bir hırs olarak görmek mümkün mü? Asıl sorun, tam da, kadınların bunu böyle hissetmeleri ya da daha doğru bir ifadeyle böyle hissettirilmeleri. Bütün hayatının kendi kontrolü altında olduğu yanılsamasıyla yaşayan kadın aslında kendi bedenini, annelik emeğini ne kadar kontrol edebiliyor? Çocuğuyla tüm günü evde geçirmiyor olsa da evde de ve hatta iş yerinde de, o en başta bir anne ve bütün zamanına hâkim olan bir "iş" anneliği, fiilen çocuğuyla olamadığı zaman planıyla, babayla paylaşamadığı zaman onu zorlamasıyla. (ÖK/ÇT)
* Bu yazı Amargi Dergi’nin “Son Kurtarıcı: Anne” sayısında yayınlanmıştır.