İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi’nden Avukat Seda Akço Bilen devletin her çocuk hakları ihlalini münferit bir mesele olarak görmesinin ve sorumluluk üstlenmesinin cezasızlık durumunu beslediğini anlattı.
Akço'ya göre devlet memurlarının yargılanmasının izne tabi olması, zamanaşımı, yasadaki boşluklar gibi birçok aracın cezasızlığın araçları...
Hakları ihlal edilen, özellikle yaşam hakkı ihlal edilen çocuklarla ilgili davaların büyük çoğunluğunda karşımıza cezasızlık ya da cezasızlığa yakın sonuçlar çıkıyor. Bunun nedenleri nedir?
Yaşam hakkı ihlallinin kaynağına bağlı olarak sebepler de değişiyor. Kolluk tarafından öldürülen çocuklar konusunda cezasızlık sebepleri, genel cezasızlık sebepleri ile benzer.
Aslında sebebi görünür kılacak benim bildiğim bir veri yok elimizde, ancak araçlarını biliyoruz. Oradan da sebepleri öngörebiliriz. Dokunulmazlıklar, devlet memurlarının yargılanmasının izne tabi olması, zamanaşımı, yasadaki boşluklar gibi birçok araçtan yararlanılıyor.
Hafıza Merkezi’nin hazırladığı "Cezasızlık Sorunu: Soruşturma Süreci" başlıklı raporda soruşturma süreci ile ilgili tespitler gayet kapsamlı. Raporda deniyor ki, soruşturmayı yürüten kolluğun aynı zamanda şüpheli sıfatı taşıması, fail ile soruşturma makamları arasında hiyerarşik ilişki bulunması, soruşturmaların bizzat savcı tarafından yürütülmemesi cezasızlık meselesine kolluğun etkisini gösteren olgulardır. Raporda ele alınan birçok başka boyutu da var cezasızlık konusunun.
Ancak cezasızlık meselesinin sadece kolluk tarafından öldürülen çocuklar ile ilgili olmadığını da görüyoruz. Okul kapıları, maganda kurşunu, süs havuzu, okul gezisi, yurtta patlama, iş kazaları gibi önlenebilir kazalarda ölen çocuklar var. Onlar bakımından da yaşam hakkı ihlali söz konusu ve onlar bakımından da cezasızlık söz konusu olabiliyor.
“Ürkütücü cevaplar”
Bir başka soru daha var yanıtlanması gereken: neden böyle oluyor? Neden savcı soruşturmayı yönetmiyor? Neden devlet, bu davaların cezasızlık ile sonuçlandığını görmesine rağmen bu olguları araştırmıyor ve önlem almıyor?
Bu soruların cevabı ürkütücü bence. Çünkü insan haklarına saygının, insan haklarını korumanın önemi konusunda yeterli farkındalığa sahip değiliz. Düzeni ve güvenliği; demokrasi kültürü, özgürlükler gibi araçlarla sağlamının yolunu bilmiyoruz.
Hak ihlallerini takip etme konusunda hafızamız zayıf, mücadele edecek konumuz çok, enerjimiz yetemiyor. Yaşanan olaylardan ders çıkararak ve tekrarlarını önleyici tedbirleri alarak ilerleyemiyoruz.
Örneğin Konya'da birçok çocuğun ölümü ile sonuçlanan yurt faciası, gölde çocukların boğularak ölümü ile sonuçlanan okul gezisi gibi olaylarda davaların sonuçlarının ne olduğunu bilmiyoruz.
Olay olduğu anda bir haber değeri oluyor, sonra unutulup gidiyor. Kolluk ile ilgili meseleler bu tür olaylara göre daha fazla takip edebildiğimiz meseleler, diğerlerini neredeyse hiç takip etmiyoruz.
Çeşitli kurumlarda meydana gelen olaylarda, mesela bir eğitim kurumunda hayatını kaybeden çocukla ilgili hukuki süreçte etkili, kalıcı bir sonuç alınabilmesi için nasıl bir yaklaşımın geçerli olması gerekir?
Her şeyden önce meydana gelen her ihlali uyarı kabul eden bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bunun olabilmesi için de dürüst ve cesur olmaya ihtiyaç var. Kendi sorumluluklarımız ile yüzleşmek ve bu sorumluluğu üstlenmek gerekiyor.
Birilerinin kurumunu koruma refleksi ile hareket ettiği bir yerde hiç kimsenin sorumluluk üstlenmesi beklenemez. O nedenle çocuk koruma alanında çalışan her kurumun ve toplumun bu anlayışa sahip olması gerekir.
İkinci önemli yaklaşım ise, tekrarını önlemek için yapılması gerekenlere odaklanmaktır.
Üçüncüsü, tazmin etme, telafi etme, eski hale getirme sorumluluğudur.
Son olarak da işkence, kötü muamelede olduğu gibi çocuk ihmal ve istismarı eylemlerinde sıfır tolerans yaklaşımının benimsenmesi gerekir.
Bunu derken ceza hukukunun bir öç alma aracı gibi de görülmesi ve kullanılmasını kastetmediğimi de belirtmeliyim. Önemli olan failin en ağır biçimde cezalandırılması değildir. Önemli olan failin hesap vermesidir. Neden olduğu zarar ile ilgili durumun ciddiyeti ile uyumlu biçimde soru sorulabilmesi ve sorumluluk üstlenmesinin istenmesi gerekir. Bu da ancak adil ve etkili bir ceza soruşturması ve kovuşturması ile olabilir.
Devletin bu konudaki konumu ve yaklaşımı nedir?
Devletin en çok eleştirilmesi gereken yönü her çocuk hakkı ihlalini münferit mesele gibi kabul etmesidir. Tıpkı işkence vb. insan hakları ihlallerinde olduğu gibi…
Münferit mesele olarak algılanınca bazen tamamen cezasızlık ile geçiştiriliyor, bazen de birkaç kurban seçilip iki, üç memur feda ediliyor.
Bu nedenle de faillerin cezalandırılmaması bir mesele bizim için ama daha önemli bir mesele devletin sorumluluk üstlenmemesi. Örneğin okulda kapı çocuğun üstüne düşüp, ölümüne sebebiyet verdiğinde devletten okul kapılarının cezaevi kapısı gibi demir ve sürgülü olması konusunu incelemeye almasını bekliyor insan. Ama olmuyor.
Çok ağır çocuk hakları ihlalleri oluyor bu ülkede. Bunların hepsini münferit olarak görmek, hiç kimsenin sorumluluk üstlenmemesi büyük bir ihmal aslında. Çünkü devletin bir kurumu çıkıp da ben çocukların korunmasından sorumluyum ve bir çocuğun hakkı ihlal ediliyorsa bundan ben de sorumluyum, ne yapmalıyım diye sorduğunda bu bakış açısı herkese sirayet edecek.
Hiç kimse oralı olmayınca, oralı olmama kültürü yerleşiyor ki, çocuk koruma açısından en tehlikeli olan yaklaşım da budur.
İzleme sistemi
Sık sık özellikle çocukların cinsel istismarı gibi olaylar yaşandığında cezaların arttırılması tartışmaları gündeme geliyor. Böyle bir düzenlemenin cezasızlık durumu üzerine ne gibi etkisi olur?
Cezaların arttırılması, özellikle toplumda çözülmemiş meselelere dair suçlarda cezasızlığın önemli sebeplerinden birini oluşturabilir.
Çocuk yaşta evliliklerin normal kabul edildiği ve devletin erken yaşta evlendirilme ile mücadele etmediği bir toplumda yargıçlar çocukla evlenme niyeti ile ilişkiye girmiş kişiye ağır bir ceza uygulamaktan kaçınıyorlar. Çocuklarla cinsel ilişkiye giren yetişkinlerle ceza hukukunun etkili biçimde uygulanması için çocuk istismarı konusunda duyarlılık için bir mücadele veriliyor olması gerekir.
Nitekim, yargıçları ağır ceza uygulamak zorunda bırakan "ruh sağlığı bozulması" kriterinin yasadan çıkarılması için büyük bir baskı grubu oluştu. Yasadan çıkarıldı. Eylemin cezasının ağırlaştırıldığı söylenerek.
Ancak eski bir tartışmaya geri döndük. İspat meselesi. Biliniyor ki, cinsel istismarın birçok biçiminde fiziksel bulgu elde edilemiyor. Ruh sağlığı değerlendirmeleri ile bulgu elde ediliyordu. Şimdi yargıçlar, bu değerlendirmelerin delil olarak kullanılamayacağı kanaatinde. Takip etmek gerek, bakalım gerçekten ağır cezalar mı verilecek, yoksa gene beraatler mi söz konusu olacak?
İşte olması gerekenlerden biri de böyle karşımıza çıkıyor: bir izleme sistemi olması gerekir. Çocuk odaklı bakan ve yasaları, onların uygulamalarını, idarenin tasarruflarını izleyen, araştıran.
Çocuk hakları ihlallerinde cezasızlığın ortadan kaldırılması ne gibi faktörlere bağlı; neler yapılabilir?
Cezasızlığın ortadan kalkması, çocuk hakları ihlallerine duyarlı bir toplum gerektiriyor. Hak ihlallerinin önemli bir kısmı devletin aktif kusuru veya ihmali ile ortaya çıkıyor ya da geri planında toplumda kabul gören değer yargıları var.
Bir takip sisteminin olmasının da hem cezasızlıkla mücadele hem de toplumsal duyarlılığı arttırmak bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Medya ve izleme ve araştırma yapan STK'lar ve üniversiteler gibi bağımsız kuruluşların işbirliği ile oluşturulacak bir takip sisteminin çocuklar ile ilgili hak ihlallerini görünür kılmak ve hafızada tutmak bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.
Bunlar devleti hem sorumluluk üstlenme yaklaşımını geliştirmeye hem de sorumluluklarını yerine getirmeye zorlayacaktır diye düşünüyorum. (YY)
Çocuk Hakları İhlallerinde Cezasızlık yazıları:
* Uğur Kaymaz: Türkiye’de Beraat, AİHM’de Ceza
* Pozantı Çocukları: İşkenceye Maruz Kalan Çocuklara Dava Açıldı
* Çocukları Değil Kendini Koruyan, Failleri Savunan Devlet - Ezgi Koman
* Ahmet Yıldız: Türkiye’de Adaletin ve Çocuk İşçiliğinin Özeti