Böylece 13 milyon öğrenci geçtiğimiz haftasonuna karnelerini alarak girdi.
Çocuklar ve o karneleri hazırlamak, her bir öğrencisinin neyi ne kadar öğrendiğini birden beşe kadar bir rakamla değerlendirmek zorunda kalan 600 bine yakın öğretmen, 7 Şubat'a kadar tatilde olacak.
Gerçi tarlada çalışmaları gerektiği, kitap, önlük ve kayıt harcına para yetmediği, ya da gelenek göreneklere uygun bulunmadığı için okula gönderilmeyen 500 binden fazla kız için "yarıyıl tatili"nin de bir anlamı yok.
Ama biz şimdilik onları bıraktık ve "fırsat eşitliği temeli üzerinde, zorunlu ve parasız gerçekleştirilmesi gereken" ilköğretim okullarında okuyan ve tüm dersleri "5" olan iki çocukla konuştuk.
Aynı şehrin iki yakasında oturan bu çocukların arasındaki mesafe çok büyük gözüküyor.
Çocukların kendilerini gerçekleştirmelerini sağlaması gereken eğitim her yarıyıl sonunda birden beşe kadar rakamlara sıkışmak zorunda kalıyor.
Ama görünen o ki, rakamların akılcı dünyası bu gerçeküstü eğitim sistemini taşıyamıyor.
Yoksulluğun yarattığı eşitsizlik henüz karnelere yansımamış, ama üstü "beş"lerle örtülen ve her geçen gün derinleşen uçurumun ortaya çıkması çok uzak görünmüyor.
"Tatili seviyorum ama okulu da seviyorum"
Erenköy İlköğretim Okulu'nda okuyan Beyda birinci sınıfa gidiyor. Evi oldukça yakın olmasına rağmen servise binmek zorunda; çünkü anne ve babası işe yetişmek için ondan daha erken yola çıkıyorlar.
Karnesi iyi olduğu için bankacı olan babasından hediye isteyebileceğini söylüyor.
Ablasınınkini kullanabildiği için ona ayrı bir bilgisayar alınmamış. Güzel bir boya takımına "hayır" demeyeceğini söyleyerek annesinin bu konuda daha doğru bir başvuru mercii olduğunu belirtiyor.
Yuvada yavaş yavaş öğrendiği okuma-yazmayı artık iyice sökmüş; genellikle ablasının eski kitaplarını okuduğunu söylüyor. Çarpma bölme yapabiliyor.
Okulundan memnun, öğretmenini çok sevdiğini söylüyor. Verdiği ödevleri kontrol eden öğretmeni yanlışlarını düzeltip sonra da defterine yıldız koyuyormuş.
Okulda tuvalete gidebildiğini söylüyor; kantinden gofret, tost ya da vişne suyu almak da mümkün. Doğum gününü arkadaşları ile birlikte kaloriferleri yanan okulda kutlamışlar.
En çok yazları seviyor; çünkü tatile gidecek. Bisikletini de ancak o zaman çıkartabiliyor. Büyüyünce ya doktor olacak ya da şarkıcı.
"Tatilde sokakta dolaşabilirim; okul soğuk oluyor"
Taksim İlköğretim Okulu birinci sınıfa giden Civan' ın karnesi de İstanbul'un diğer yakasında oturan yaşıtı kadar başarılı: "hepsi beş".
O, babasının ne iş yaptığını pek söylemek istemiyor, neden sonra "kapıcıdır" diyor. Ama daha önceleri çöpten kağıt da toplamış babası. Civan biliyor; çünkü bazı günler babası onu da yanında götürürmüş. Annesi ise "hep evde".
Okula yürüyerek gidip geliyor. Çok uzun sürmüyormuş ama yağmur yağınca ıslandığını söylüyor. Bir kere defteri ıslandığı için öğretmeni çok kızmış, o yüzden defterlerini torbaya sarıp çantasına koyuyor.
Okuma-yazma bilmiyor daha, söylediğine göre sınıfta da daha okuyabilen yokmuş. Sayıları yavaş yavaş öğreniyor ama toplama yapmak biraz zor geliyor. Sınıfı kalabalık olduğu için öğretmen ödevleri kontrol edemiyor ama tahtaya kalmaktan korkuyor.
Öğretmenini seviyorsa da kızdığı zaman "kötü oluyor". Tatilde babasıyla ya da abisiyle dolaşabilir. Evde kitap pek yok, televizyonda dizi film seyretmeyi seviyor. Annesi izin verirse çizgi film de seyrediyor.
Harçlığı olmadığı için dışarıdan bir şey alamıyor. Doğum gününün ne zaman olduğunu da bilmiyor. Okumaya devam etmek istiyor; ama abisi okul bitince çalışmaya başlamış. Büyüyünce polis olacak. (EÜ/YS)