Gellhorn da ona eşlik etmeyi kafasına koymuştu. Gri flanel pantolonunu ve rüzgârlığını giyip sırt çantası ve konserve yiyeceklerle dolu torbasını sırtlanan Gellhorn 1937 Martı'nda Fransa-İspanya sınırını yaya kat etti. Cebinde topu topu 50 doları vardı ve tek kelime İspanyolca bilmiyordu.
Gazetecilerle yabancı basın mensuplarının polis memurları, subaylar ve Hemingway'in "savaş orospuları" adını verdiği fahişelerle birlikte yemek yedikleri uzun tahta masaların bulunduğu odada herkes bir ağızdan konuşuyor, sigara dumanından göz gözü görmüyordu.
Çevresi genç delikanlılarla sarılmış Hemingway'in onu, "Geleceğini biliyordum evlat, çünkü ben öyle ayarladım," diyerek karşılaması karşısında Gellhorn hiç öfkeye kapılmadı. Genç kadın kısa Florida Oteli'ne yerleşti. Hemingway bu otelin arkaya bakan ve karşı tepelerdeki faşistlerin ateş menzilinden uzak olduğunu düşündüğü iki odasını kendine ayırtmıştı.
Hemingway ilk gece Gellhorn'u odasına kilitledi. Gellhorn uzun bir süre kapıyı yumrukladı. Hemingway, otelin ayyaşlar ve kadın simsarlarıyla dolu olduğunu söyledi. Bu tavır karşısında küplere binen Gellhorn daha sonra yazdığı bir mektubunda, "Bahtsızlığın ne demek olduğunu o anda anlamalıydım," diyordu.
Bu olaydan iki hafta sonra Gellhorn ile Hemingway ilk kez birlikte oldular. Gellhorn ona âşık değildi ve fiziksel açıdan onu pek de çekici bulduğu söylenemezdi.
Yine de, Hemingway'e tıpkı usta bir cerraha duyulan türde bir hayranlık duyuyor ve savaş konusunda bildiklerini ona borçlu olduğunu düşünüyordu. Üstelik, "ülkedeki tek tük sarışından biri olduğundan," birileriyle bağlantılı olmasında yarar vardı.
Otelin sürekli konukları arasında John dos Passos, Hemingway ile ortaklaşa bir belgesel film üzerinde çalışan Joris Ivens ve Daily Express gazetesinde çalışan Sefton Delmer vardı.
Bunlar geceleri genellikle Delmer'ın odasında toplanır, bir yandan viski ve biralarını yudumlarken, bir yandan da Beethoven'in 5. Senfonisi'ni dinlerler, Kral Alfonso'nun mahzenlerinden yağmalanan yıllanmış nefis şarapların tadına bakarlardı. O dönemde ekmek, et ve sigara vesikayla dağıtılıyor, kahve, sabun ve süt el altından çok pahalıya satılıyordu.
Amerika'nın en tanınmış savaş romanları yazarı, önemli bir gazetenin muhabiri ve yine savaş konusunda bir belgeselin yapımcısı olarak Hemingway İspanya'daki en önde gelen yabancı gazeteciydi... Herkes, cepheye gidecek araç bulmakta zorlanırlarken, Hemingway'in emrinde bir ya da iki araba oluyordu. Onun cepheyi ziyaretleri askerlerin omuzlarını kabartıyordu.
Bu arada Gellhorn ile Hemingway giderek daha içli dışlı olmuşlardı. Gellhorn, ötekiler gibi el pençe divan durmak yerine, Hemingway ile inceden inceye dalgasını geçiyor ve ona serseri anlamına gelen bir sözcükten türettiği "Scrooby" adıyla hitap ediyordu. Hemingway de ona "evlat" ya da "Mooky" diye sesleniyor ve gittiği her yere onu da götürüyordu.
Savaş taktikleri konusunda nutuklar çekiyor, nasıl korunacağı yönünde bilgiler veriyordu. Önüne gelene Gellhorn'un tanıdığı en yürekli kadın olduğunu söylese de, genç kadın henüz bir silahlı çatışmaya tanık olmamıştı.
Collier's Weekly adlı haftalık dergi için yazılar yazan Gellhorn savaşın gündelik yaşamın bir parçası olduğuna inanıyordu. Ancak Hemingway'den, "Herkesinkinin değil," yanıtını alınca Madrid sokaklarında gördüklerini kaleme almış ve insanların yaşamlarının nasıl bir anda karardığını anlatmıştı.
Hemingway'in varlığıyla kendini daha güvende hissediyordu. Gellhorn artık bir "savaş gezgini" olmaktan çıkmıştı. Savaşla ilgili ilk yazısını 28 yaşında yazan biri olarak, artık herkesten, hatta birçok yönden Hemingway'den bile daha yetkin bir kalem olmuştu.
1939'un başlarında Hemingway ile birlikte Küba'ya gitti. Bir eve yerleşen çift zamanlarının büyük bir bölümünü yazarak geçiriyorlardı. Hemingway "Çanlar Kimin İçin Çalıyor" romanı, Gellhorn ise "A Stricken Field" adlı konusu Prag'da geçen bir roman üzerinde çalışıyordu.
Gelgelelim Gellhorn sürekli olarak kendi yazdıklarının çok kuru ve ruhsuz olduğu duygusuna kapılıyor, yazıya asıl değerini veren büyüden yoksun olduğunu, Hemingway'de böylesi bir büyü olduğunu düşünüyordu.
Aynı yıl Gellhorn çalıştığı Finlandiya'ya gitti. Asıl amacı Hemingway'den bir süre uzaklaşmak ve yeniden benliğine kavuşmaktı. Öte yandan, Gellhorn'un yokluğu Hemingway'de korkunç bir boşluk yaratmış ve onu ölümcül bir yalnızlığa sürüklemişti.
Ocak 1940'ta Küba'ya dönen Gellhorn aynı gün Hemingway'e yazdığı nükteli, bir o kadar da dokunaklı mektubunda, "Aşağıda imzası bulunan ben Martha Yabanarısı Şişko Domuz Hemingstein işbu mektupla halihazır ve müstakbel kocama hiçbir surette kötü davranmayacağıma, her zaman üzerine titreyeceğime söz veriyor, nitelikli ve son derece duyarlı bir yazarın iki ay 16 gün yalnız bırakılamayacağını kabul ediyorum," diyor ve mektubu Martha Gellhorn Hemingway imzasıyla noktalıyordu.
Gellhorn'un romanı 1940 Martı'nda yayımlandı. Romanla ilgili ilk izlenimler ılımlıydı. Eleştirmenler romanın kurgudan çok bir röportaj niteliği taşıdığına, anlatılanların gerçekte yazarın bir portresi olduğuna dikkat çekiyorlardı.
Öte yandan, "Çanlar Kimin İçin Çalıyor" aynı yılın eylülünde basılır basılmaz büyük olay olmuştu. Gellhorn için için bir kıskançlık duysa da bunu hiç belli etmemişti.
O yıl, Hemingway ikincisi karısı Pauline'den boşandı Gellhorn ile evlendi. Gellhorn 32, Hemingway 41 yaşındaydı. Evlilik çeşitli gazetelere haber oldu, bir gazete bunu "çelikle çakmağın birlikteliği" olarak nitelendirmişti. Uzakdoğu'ya yapılan uzun bir yolculuktan sonra Küba'ya dönen çift üç yıl boyunca Küba ile Idaho arasında mekik dokudu.
Yazar dostlarının çoğuyla kavgalı olan Hemingway 1943 ilkyazına gelindiğinde zamanının çoğunu kumar oynayarak ve sürekli içerek geçiriyordu. Evliliğin temelleri çatırdamaya başlamış, Gellhorn onun sınır tanımaz bencilliğini, pasaklılığını artık kaldıramaz olmuştu. Gellhorn dergi için Avrupa'ya gideceğini söylediğinde Hemingway küplere bindi, ancak ona eşlik etme fikrine de hiç yanaşmadı. Yine de Gellhorn, dokunaklı bir veda notu yazarak New York'un yolunu tuttu.
Ne var ki, yuvaya dönüş faslı bu kez pek de hoş olmadı. Gellhorn'un Avrupa'da iyi vakit geçirmesine açıkça içerleyen Hemingway sürekli olay çıkarıyordu. Karı koca her fırsatta para, ev ve iş konusunda birbirlerine giriyorlardı.
Gellhorn onun içkiye düşkünlüğünden yaka silkiyor, Hemingway sürekli kabadayılık taslıyor ve karısını aşağılıyordu. Derken, bir gün ansızın Avrupa'ya gitmeye karar verdiğini ve Collier's dergisine makaleler yazacağını söyledi. İstediği gazete ya da dergiye yazı yazmak gibi bir ayrıcalığa sahip olan Hemingway, böylece Gellhorn'un ayağını kaydırmış olacaktı.
Hemingway kendisini Shannon'a oradan da Londra'ya götürecek deniz uçağına yetişmek üzere apar topar New York'a giderken Gellhorn'a araca kadın yolcu alınmadığını söyledi.
Norveç bandıralı bir şilepte yer bulan Gellhorn 20 gün süren yolculuğun tek kadın yolcusuydu. Yolculuk sırasında güncesine, "Onu düşündüğümde içim sevecenlikten çok, dehşetle doluyor," diye yazmıştı.
Gellhorn İngiltere'ye ayak basar basmaz Hemingway'in içkili bir eğlenceden dönerken bir trafik kazası geçirdiği haberini aldı. Kaza sırasında başında derin bir yara açılmış ve 57 dikiş atılmıştı. Hastanede ziyareti sırasında başını bir türban gibi çevreleyen koca bandaja gülmüştü.
Hemingway taburcu olup, baş ağrılarıyla Dorchester'e döndüğünde Gellhorn'u ilgisizlikle suçladı. Yasaklanmış olmasına karşın, Hemingway eskisi gibi içmeyi ve fotoğrafçı Robert Capa, yazar Irwin Shaw ve yeni tanıştığı dostlarıyla içki âlemlerini sürdürdü.
Yeni edindiği dostlar arasında Avustralyalı bir muhabirin karısı olan 36 yaşındaki eski bir gazeteci de vardı. Mary Welsh adındaki bu ufak tefek, alımlı kadının Dorchester'deki odası Time-Life muhabirlerinin buluşma yeri olmuştu.
Gellhorn'u çileden çıkarmak için her yolu deneyen Hemingway onu gözyaşlarına boğuyordu. Bir akşam kendisini bağışlatmak amacıyla onu yemeğe davet etti. Odaları ayrı olduğundan, Gellhorn'u almaya giderken Welsh ile karşılaşan Hemingway, karısına verdiği sözü unutup, yemeğe onunla birlikte gitti.
Bu arada Müttefikler iki yılı aşkın bir süredir Fransa'yı kuşatmaya hazırlanıyorlardı. 1944 yazının başlarında iki buçuk milyon erkek uygun hava koşullarını beklemekteydi. Yazar, gazeteci, radyo habercisi ve fotoğrafçılardan oluşan 558 kişi de Kanal'ı onlarla birlikte geçmeye hazırlanıyordu. Aralarında Gellhorn yoktu.
Kadın olması ve artık Collier's ekibinde Hemingway'den sonra gelmesi nedeniyle cephede olmak gibi bir hakkı yoktu. Yine de Gellhorn Fransa'nın yolunu tuttu, oraya vardı ve geri döndü. Hemingway ve daha birçok kişi ise oraya ulaşamadı.
Hemingway kayınvalidesi Edna Gellhorn'a yazdığı bir mektupta, "Martha insanları terk etmeye bayılır. Olayları abartmakta üstüne yoktur," diyor ve onun acımasız, bencil ve ilgisiz tavrına daha fazla katlanamayacağını dile getiriyordu. Oğluna yazdığı mektupta ise onu "zaman zaman yatağa atabileceği çirkin iki kadınla" değiş tokuş edebileceğini belirtiyordu.
Boşanma faslı 1945 Noel'inden önce gerçekleşti. Hemingway Welsh ile evlenip Küba'ya yerleşti. Martha adında yeni bir hizmetçi tutan Hemingway önüne gelene ona komutlar vermekten sonsuz bir haz duyduğunu söylüyordu.
Gellhorn ise içindeki burukluğu bir türlü atamamıştı. Time muhabiri arkadaşı Allen Grover'e yazdığı hüzünlü bir mektupta, "İçimdekileri kime dökebilirim? Bana neden böyle davrandığımı anlatacak birileri yok mu? Kalıcı bir birliktelik yaşayabileceğim kimse yok. Tanrı beni başka yürek acılarından korusun. Ah, Allen gel elimi tut, ben de senin elini tutayım. Yaşam kıran kırana bir savaş," diyordu.
Hemingway askerlik arkadaşına yazdığı mektupta Gellhorn'un kesinlikle bir "savaş orospusu" olduğunu yazıyordu.
Gellhorn annesine, "Bir insanın böylesine korkunç bir yaratığa dönüşebilmesi için müthiş bir dehaya sahip olması gerekir," diye yazacaktı.
Hemingway'in 1961 yılında intiharına uzaktan tanık olan Gellhorn bir dostuna, "Varlığı yalnızca bir et yığınından ibaretti. Evin işlerini görmek ve salt gündelik bir spormuşçasına çiftleşmek için bana gereksinimi vardı. Aramızda bir iletişim yoktu. Aklımı kaçırmamak için kendimi cepheye, ateşin ortasına attım," diyecekti. (NM)
* The Guardian Review'den Rita Urgan'ın çevirdiği bu yazı Cumhuriyet Dergi'nin 9 Kasım 2003 sayısından alındı.