Çölaşan işsizlik döneminden yararlanıp son 15-20 yıl içinde, aslında herhangi bir gazetecinin başına gelebilecek bir dizi olay ve anekdotu bölük pörçük bir araya getirmiş.
Çölaşan'ın işsizliği, tabi kendisi pek değinmiyor ama, çalıştığı gazetenin ve bağlı olduğu grubun mevcut siyasi iktidarla pek iyi anlaşmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla Çölaşan gibi 'skandal patlatan' köşe yazarlarına bu aralar pek ihtiyaç yok.
O bir yolsuzluk haberi yakalasa bile yazı işleri ve Büyük Beyaz Türk Büyüğü Genel Yayın Yönetmeni o yazıyı basmaz. Medyakronik, Mesut Yılmaz aleyhtarı köşe yazısının taşra baskısına girip, şehir içi baskılardan çıkarıldığını yazmıştı Çölaşan bu konuya hiç değinmiyor nedense...
Önce yazdıklarına göz atalım kısaca: 72 olay ya da olaycık var kitapta.İri puntolarla dizilmiş kitapta bir sürü de boş sayfa mevcut. Kitaba damgasını vuran yine bizzat Emin Çölaşan.
Aslında Doğan Kitap editörü başlık olarak 'Çölaşan Çölaşan'ı anlatıyor' ya da 'Övüyor' da diyebilirdi. Okur mektupları, sokak muhabbetleri, meslekdaş sohbetlerinin neredeyse tek konusu Emin Beyin ne kadar cesur, başarılı, büyük, kahraman, haksever bir gazeteci olduğu... Bir megalomani gösterisi olarak sürüp gidiyor olay ve olaycıklar.
'Hiç kimseyle yüz göz olmadım.Özellikle siyasetçi ve para babası iş adamı takımıyla samimiyet ve yakınlık asla kurmadım...Çünkü böyle biriyle samimi olursanız, o kişi hakkında yazı yazamazsınız'.(s.11)
Çölaşan, burada bir gazetecilik ilkesini doğru bir şekilde tespit ediyor. Ne var ki aynı kitapta Murat Karayalçın, Hüsamettin Cindoruk, Osman Bölükbaşı ve Ömer İzgi ayrıca Aydın Doğan, Erol Simavi ve Selim Edes hakkında pek övücü satırlar kaleme almış, tavla partileri, özel yemekler gibi yakınlık derecesini belirten ayrıntılar da eklemiş.. İlk dördü politikacı değil mi? Doğan, Simavi ve Edes yoksul yurttaşlar mı?
'Bu kitapta hemen hiç siyaset yok'(S.12) diyen Çölaşan hem yukarıda adı geçen siyasetçiler, hem Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller gibi bir çok siyasetçi hakkında yargı belirtiyor.
PKK meselesine giriyor, başka bir sürü konuda da pek sığ da olsa bal gibi siyasi tahliller geliştirmeye çalışıyor. Ayrıca hangi konu siyasi değildir ki? Çölaşan da yoksa modaya kapılmış 'Life style' kitabı kaleme alıp, bireysellik mi taslıyor? Siyaset sıkıcı bir alan ya...
'(...)Bazı şeyler vardır, belki yirmi yıl sonra ancak yazılır. Bazı olaylar yaşarsınız, onlar sizinle birlikte mezara gider' (s.12). Allah gecinden versin ama bu tür sözleri bir istihbarat görevlisi ya da mafya şefi söylese belki anlaşılır ama işi, mesleği,işlevi ve amacı kısacası hayatı yurttaşı bilgilendirmek olan bir gazetecinin bu tür sözler sarfetmesi neye delalet acaba? Şimdiden 20 yıl sonraki kitabının 'teaser'ını mı yapıyor? Yoksa yine bir özreklam mı? 'Bakın bende acayip sırlar var. Onları mezara götüreceğim' demek bir pazarlık çağrısı olarak algılanmaz mı?
Gazetecinin diğer meslek sahibi insanlarla ilişkisine ilginç bir örnek: ''Bir yakınım özel hastanede ameliyat oldu. Doktorların ücretini ödemek gerekiyor. Ekibin başı olan cerraha borcumuzu sordum. 'Ne münasebet, hiçbir borcunuz yok. Siz yazılarınızda her gün bizim avukatlığımızı yaparken, bizim haklarımızı savunurken biz size para mı veriyoruz?''(s.21).
Uyanık doktorun korkak yalakalığını Çölaşan yemişe benzer, utanmadan yazmış bir de! Doktor beyin avukatlıkla gazeteciliği birbirine karıştırması bir yana, Çölaşan kendisine sormadı mı hiç: 'Bu doktor benden neden para almak istemiyor?'. Sonucu yazmadığına göre, para ödememiş.
Yazarın 'Kahraman' başlıklı yazısında (S.27-29) anlattıklarından, Devlet adına gizlice illegal işler yapan hatta adam öldüren bir görevli övülüyor: Vatana hizmet ediyormuş! Şiddeti hele cinayeti övmek suç değil midir yasalarda? Suçu mahkemelerce saptanmış faşistler de övülüyor Çölaşan'ın kitabında (s.160)
Zaten Çölaşan'ın kitabında öyle pek sempatik insanlar sahneye çıkmıyor. Övülen bir başka şahsiyet: 'Reha Muhtar'ı çok uzun yıllardan beri tanırım ve çok severim, güvenirim. Aramızda oluşmuş çok güzel bir abi-kardeş ilişkisi var' (s.179). Ne mutlu her ikisine de...
Çölaşan'ın narsizmi onu kimi zaman tenakuzlara düşürüyor. Mesela suçu mahkemece saptanmış bir başka ünlü işadamı olan Korkmaz Yiğit'in Çölaşan hakkındaki yargısı: ''Şimdi sevgili kardeşim, ben seni yıllardan beri okuyan, takip eden biriyim. Hem kişiliğine, hem gazeteciliğine saygım sonsuz. Açıkçası Türkiye'deki en büyük hayranlarından biriyim.Karım ve çocuklarım da öyledir...'(s.88). Halk kahramanı, dulun yetimin koruyucusu pozlarındaki yazarı böyle bir iş adamının (Başta kendi patronları olmak üzere başkaları da var tabi) bu kadar övmesi normal mi?
Çölaşan nalıncı keseri gibi sadece işine gelen olayları aktarıyor. Aleyhine açılan tazminat davlarından sözederken karşı tarafın kaybettiklerini uzun uzun anlatıyor da davacıların kazandıkları davalardan pek sözetmiyor. Oysa ki kendi gazetesi, bile, Fatih Altaylı ile Emin Çölaşan'ın mahkum olduğu tazminat davalarının tutarı nedeniyle yeni bir ilke benimsemek zorunda kaldı ve basın hürriyeti ile ilgili olmayan mahkumiyetlerde tazminatların bir bölümünü yazarların ödemesini talep etti. Bu konuya eğilseydi iyi olurdu Çölaşan.
Zaman zaman açık veriyor megaloman yazar. Mesela 'Futbol Maçında' başlıklı yazıda (s.99) basın mensuplarının stadyumlardaki imtiyazlı konumunu ballandıra ballandıra anlatıyor.
Hürriyet çevresindeki söylenti ve dedikodulardan bilen biliyordu. Çölaşan 'kendisinin perde arkasını' anlattığı kitabında korumalar meselesine değiniyor: Bellerinde tabancalı 3 sivil korumanın fotoğrafını da koymuş ayrıca evinde de 24 saat nöbet tutan üç polis olduğunu açıklıyor.
Burada bize galiba yine kendisinin ne kadar önemli bir şahsiyet olduğunu hatırlatmak istiyor yazar. Kurşun geçirmez yelekli günlerini es geçmiş ama eviyle işi arasında bir yerlere pek gitmediğini bizzat yazan Çölaşan'ın korumalarının maaşı yurttaşların vergisinden veriliyor değil mi?
Gazete içinde de 'yakın koruma' ile dolaştığını yazıyor Çölaşan. Ne o? Yoksa Hürriyet personeli içinde de potansiyel teröristler mi var? Neymiş, dilekçe yazmış, koruma istemiş, vermişler. Gazeteci mi, istihbarat örgütü şefi mi yoksa Emniyet müdürü mü? Devlet tarafından bu kadar sıkı korunan bir kişi, gazeteci olarak devleti eleştirebilir mi? Polisin olumsuzluklarını yazabilir mi?
Megaloman yazar bir çok yerde, kendi adını kullanan uyanıkları da anmayı ihmal etmiyor. Kendisi o kadar ünlü ve önemli ki, bir takım uyanıklar da, Emin Çölaşan adını kullanıp ya da Çölaşan'ın yakın akrabası olduğunu söyleyerek kız tavlamaktan kredi talep etmeye kadar bir takım işler çeviriyorlar.
Muhatapları da bu isimden çekindikleri için genellikle uyanıkların tuzağına düşüyor. Kendini beğenmişlikten gözü dönmüş yazar da, herhangi bir sakınca görmeden bunları yazıyor. Doğan Kitap'ın editörü de anlaşılan Çölaşan hayranı ki, yazarı uyarmaya gerek duymamış. Editör bir-iki yerde de dümdüz küfür veya belden aşağı sözleri de olduğu gibi bırakmış. Çölaşan'a iltifat mı hakaret mi?
Çölaşan gazeteciliğe yakışmayan bir şeyi daha itiraf etmiş: 'Yakın korumalardan biri kumarcıymış.Benim ismimi kullanarak iş bitirmeye kalkışmış. Onu başka göreve aldırdım'.(s.121)
Bu son cümleyi yazan Emniyet Müdürü ya da Emniyet Müdürlüğü Personel Daire Başkanı değil, bir gazeteci. Of of!
Çölaşan, patronu Aydın Doğan'ı methederken, Doğan'ın Çölaşan nedeniyle 500 milyon dolar zarar ettiğini söylediğini aktarıyor ancak patronunun Çiller idaresinden gelen baskılara karşı Çölaşan'ı savunmuş olduğunu da ekliyor. Peki patron destekli köşe yazarı , Aydın Doğan'ın Zeynep Atikkan, Umur Talu, Zeynep Oral, Duygu Asena ya da Ali Bayramoğlu'nu neden savunmadığını niçin yazmıyor?
Yazar NTV'deki 'Kapalı Kapılar Ardında' programını anlatıyor ama en önemli konuda susuyor. Bu program yayından neden kaldırıldı sorusunun yanıtını en iyi bilen 4 kişiden biri olan Çölaşan bu konuda tek kelime bile etmiyor. 20 yıllık bilgi mi bu yoksa mezarlık mı? Bir de bu yayın için program başına kaç para aldıklarını da merak ediyor okur.
Yazar kendisine gönderilen imzalı binlerce kitaptan söz ediyor bir yerde . Bağışlıyormuş onları da. Okumadan mı? Yoksa okuyup anlamadan mı?
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Fırsat buldukça 'Ben muhalifim, ben boyun eğmem, teslim olmam' diye yazan Çölaşan'ın içtenliği tartışılır. Şekerbank hakkında çok kolay yazabiliyorsunuz da Dışbank hakkında şimdiye kadar iki satır bir şey yazabildiniz mi acaba?
Muhalefeti ne için kimin adına ve kime karşı yapıyorsunuz? Okur için, kamu çıkarı için, düzene karşı mı? Yoksa popülist bir Don Kişot kılığında müsait olduğu zaman iktidar partisinin bir yetkilisine ya da grubuna karşı mı? Devleti mi savunuyorsunuz yoksa toplumu mu? Gazetecilikle ihbarcılık arasındaki fark nedir?
Popüler olabilirsiniz. Bu, iyi bir gazeteci olduğunuzu kanıtlamaz. Kitaplarınız çok satıyor olabiliyor. Bu da, iyi bir yazar olduğunuzu ispatlamaz. Hoş, üslubunuz çok akıcı, ben iki saatte okudum bütün kitabı. Tatsız bir çerez tadı bıraktı damağımda. (RD/YS)
* Emin Çölaşan, Şu Benim Gazetecilik ''Yaşadıklarım'', Anı, Doğan Kitap, 2005,230s.