İstanbul Tiyatro Festivali
Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin bu seneki programını nasıl buldunuz?
Nihal G. Koldaş: Bu seneki festivalin özellikle genç topluluklara açık olması çok olumlu geliyor bana. Birdenbire, ölü bir tiyatro ortamı canlı bir tiyatro ortamına dönüşüyor. Bir kere, sahne ve seyirci bulmakta zorlanan, kendini tanıtmakta zorlanan bir sürü yeni topluluk var. Festival onlar için çok iyi bir fırsat.
Bu sene ortak yapımların sayısının çoğalması da iyi bir şey. Bu yurtdışındaki bir takım prodüksiyon şirketlerinin, toplulukların, kumpanyaların birbiriyle ilişkileri olduğunu gösteren bir şey. Bu da bizim dışarıya gitmemiz, onların buraya gelmesi açısından iyi bir şey.
Eskiden, antik çağlarda tiyatro öyle her dakika olan bir şey değildi; festivallerde olan bir şeydi. İşte bahar gelir, doğa canlanır, festivalde tiyatro olur ya da başka şenlikler...Galiba giderek öyle olacak. Yani, tiyatro bir sezon boyunca değil de, bir festival olduğunda seyircisiyle buluşacak.
Göze Saner:Ben katılıyorum Nihal'in genç tiyatrolarla ilgili söylediklerine. Çünkü o gruplardan birinde de çalışıyordum festivalde: Alchera Tiyatro'nun SAVAŞ Silaha Çağrı oyununda da yer aldım. Festivalde her zaman bulabileceğinizden fazla seyirci bulabiliyorsunuz. Normalde oynamanızın çok zor olacağı sahnelerde oynayabiliyorsunuz. Bu da büyük bir avantaj.
N.G.K.: Risk alınabiliyor yapacağınız işte. Çünkü iyi kötü hazır bir seyirci var. Daha cesur davranılabiliyor gibi geliyor bana. Ben Oidipus Sürgünde'yi gördüm mesela ve çok etkileyici buldum. Bu oyun ilk kez iki yıl önce oynandı. Bu kadar ses getirmemişti festivalde. Daha sonra yurtdışına gitti, beğenildi, ondan sonra biz bunun ne kadar harika bir şey olduğunu anladık. O yüzden, bu sefer ortak yapım oldu. Bu şok önemli bir şey. İkincisi birincisinden daha parlak, daha da iyi bir yapım oldu.
Mach I, Palyaço Ruşen ve Kadın projesi nasıl gelişti?
N.G.K.:Biz, Göze ile birlikte, Palyaço Ruşen adlı kitaptaki Mut... öyküsünü oyunlaştırdık geçen sezon. Çok kısa bir şeydi: on sekiz dakikaydı. Daha sonra bu kitap (Ford Mach I, Sevim Burak, Yayına Hazırlayan: Nilüfer Güngörmüş, Yapı Kredi Yayınları) çıktı. Fark ettik ki bu romanın içinde bir bölüm bu. Böylece bu romanı tümüyle oyunlaştırma fikri ortaya çıktı. Üç bölümlük bir oyuna dönüştürdüm ben onu. Biz zaten Palyaço Ruşen'i de çok seviyorduk Mut...'u çalışırken. Bunların hepsini bir arada görünce böyle bir oyunlaştırma çalışmasına girelim dedik.
Bilsak Tiyatro Atölyesi'nin yazar Sevim Burak'a gösterdiği özel ilginin kaynağı nedir?
N.G.K.:Bundan aşağı yukarı 12-13 sene önce İşte Baş, İşte Gövde, İşte Kanatlar'ı oynadık. O Sevim Burak ile ilk karşılaşmamız. Park Yapılmaz'da da iki cümle kullandık Sevim Burak'tan. Ben hemen hemen bütün metinlerini okudum. Çok yakınlık duyuyorum. Herkes mesela çok zor okunur olduğunu söyler. Ben çok açık ve net olduğunu düşünüyorum. Hayatla ilişkisinde çok sahici olduğunu ve bunu çok sahici biçimde yaptığı şeye aktardığını düşünüyoruz. Üslubu çok çekici geliyor çünkü hem gerçekçi hem sürreal hem düşsel hem deli hem hüzünlü hem trajik hem komik. Hepsini bir potada eritebiliyor ve hepsini değişik katmanlarda aynı yapıt içinde bize sunabiliyor. Biz, istersek hepsi içinde oynayabiliriz, istersek daha yalınkat bir şey seçebiliriz ama sürekli yeni dünyalar yeni sunular uyandıran bir yazar. Çok zengin olduğunu düşünüyoruz.
G.S.: Müthiş kendinle alay edebilen, hem çok hüzünlü hem bir yandan çok karanlık da diyebileceğimiz bir yere gidebilen ama bir yandan da bunla alay etmeyi, kendine dışarıdan bakabilmeyi, kendini müthiş sert bir biçimde eleştirebilmeyi becerebilen bir yazar olduğunu düşünüyorum. Çok zeki olduğunu düşünüyorum. Seçilen her imgenin, her sözün, her virgülün, noktanın çok bilinçli, belli bir yapı içinde seçildiğini düşünüyorum.
Müller, Sontag, Kane'in çevirmeni
Nihal G. Koldaş, Hamletmakinesi (Heiner Müller) ve Nisan Yayınları tarafından basılan Alice Yatakta (Susan Sontag) isimli oyunların çevirmeni. Sarah Kane'nin bütün oyunları da Koldaş'ın çevirisiyle Nisan Yayınları'ndan çıkacak.
Oyunlarını çevirdiğiniz Heiner Müller ve Susan Sontag ile Sevim Burak arasında benzerlikler bulunduğunu söyleyebilir miyiz?
N.G.K.: Müller de Sontag da politik kimlikleri çok ön planda olan yazarlar. Sevim Burak ise tam tersi kabul edilen bir yazar. Aslında Müller bana kişisel olarak çok yakın gelen bir yazar değil. Fakat sözel olarak, felsefi olarak çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Yani, dramatik yapı olarak değil ama kurduğu dramatik yapılardaki dil özellikleri ve oradaki felsefe açısından etkilendiğimi söyleyebilirim. Susan Sontag'a gelince...ben o oyunu nerede buldum da çevirdim, niye çevirdim hatırlamıyorum. Çünkü çok iyi bir oyun olduğunu düşünmüyorum. Üzerinde fazlasıyla düşünülmüş, tasarlanmış, kurgulanmış bir yapısı olduğunu düşünüyorum. Metinde sanki oyuncular açısından çok olanak varmış gibi de geliyor ama biraz fazla köşeli ve hazır gibi geliyor bana o yapıt.
G.S.:Ama imgelemin keskinliği ve sertliği açısından üçünün bir ortaklığı da var. Samimiyetteki o doz...
Sevim Burak metni çalışmanın getirdiği zorluklar nelerdi?
G.S.:Oyuncuyu zorlayan metindeki katmanlar, bir kere. Birini buluyorsunuz ötekisi çıkıyor...
N.G.K.:Acaba bu mu, bu mu; karar veremiyorsunuz. Ne demek istiyorum bu karakter olarak? Bu tür oyunlar komedi olarak oynanabilir, trajedi olarak oynanabilir, trajikomik oynanabilir; ağırlaşabilir, çok hafifleyebilir. Burada dozu tutturmak cidden zor bir şey. Bir şeyleri kaçırabilirsiniz sürekli. Bir performanstan öbürüne işin tonu kayabilir. Ton hakikaten tutturulması zor bir şey. Çünkü hem dalga geçiyor...bir an sonra da öyle kanırtan bir derinliğe doğru çekiyor ki...Oraya çekildiğiniz vakit hantal bir şey haline geliyorsunuz; alaylar içinde olduğunuz vakit, bu sefer oradaki derinliği ve hüznü kaybediyorsunuz. Böyle zor bir şey. (Göze Saner'e) Sen daha iyi durumdasın, ben kişisel olarak kesinlikle altından kalkabileceğimi düşünmüyorum!
G.S.:Böyle anlatınca rejiyle ilgili bir şeymiş gibi geliyor. Oysa ki öyle değil. Bu gerçekten oyuncunun oradaki malzemeyle kurduğu bağlantıyla çok ilgili bir şey.
Sahne tasarımcısı Metin Deniz'in oyuna ne tür bir katkısı oldu?
N.G.K.: Çok net katkıları var. Bir şey izleyip, o ana kadar hiç düşünmediğiniz bir şeyi imge olarak tak koyabiliyor. Bu deneyimle ilgili bir şey; bir de onun yaklaşımıyla ilgili bir şey. Oturup uzun uzun dramaturgi yapmıyor. Provalara falan fazla katılmıyor. Ama bir şeyi siz ona getirip, işte "Ben böyle böyle bir şey düşünüyorum." dediğiniz vakit, "A, buraya bilmem ne koyalım." dediği an, hemen orada bir kapı açılmış oluyor.
Tiyatro'da mekan ve insan
Nihal G. Koldaş'ın, oyunun sahne tasarımını gerçekleştiren Metin Deniz üzerine yazdığı "Tiyatro'da Mekan ve İnsan: Metin Deniz", Maya Yayınları tarafından yayımlandı.
Seyirciyle ne tür bir ilişki kurmayı amaçlıyorsunuz?
N.G.K.:Sevim Burak'tan aldığımız şey bizi gerçekten derinden sarsan ve etkileyen bir şey. Yoksa yapmayız. Gerçekten, yapmaya değer bulunmaz çünkü popüler olma şansı pek yok, onunla bir şey elde etmeye şansınız yok. Bu yapıtı olabildiğince saydam kalarak, içimizden geçirerek, bir şekilde aktarmak ve paylaşabilmek; aslında amaç bu. Bizi kişisel olarak ne kadar etkiliyorsa, oradaki insanları da tek tek düşündürsün, duygulandırsın...Yani, oyun şöyle bir şey değil: "Vay, ne güzel oynuyorlar, ne mükemmel bir estetik!" falan değil.
Son yıllarda birbiri ardında kurulan tiyatro toplulukları hakkında neler düşünüyorsunuz?
N.G.K.: Sanıyorum ki bir 5-10 yıl içinde çok iyi yazarlar çıkabilir. Eğer popüler kültüre esir düşmezlerse, odaklanabilirlerse. "Bir oyun yapayım, tutturayım, kazanayım..." falan demezlerse. Çünkü tiyatro zor bir iş. Çok iyi yazarlar çıkabilir çünkü toplulukların içinden insanlar yazmaya başladılar. Bunlar tiyatroyu bilen insanlar. Evinden oturup yazmıyor. Oyuncuyu bilebiliyor, biraz rejiyi biliyor, belki kendisi de rejisör...
İkincisi, oyunculuk konusunda da...hani derlerdi ki hep "Belli tarz oyunculuklar var!"; kırılıyor yavaş yavaş. Küçük mekanlar, farklı bir oyunculuk gerektiriyor seyirciyle ilişki açısından. Otomatik olarak oyunculuk tarzının değişmeye başladığını düşünüyorum. Bu toplulukların varlığının bir sürü şeyi değiştirebileceğini düşünüyorum.
Altıdan Sonra Tiyatro mesela, çok iyi bir topluluk. Kendileri yazıyorlar, yönetiyorlar, oynuyorlar ve esas önemlisi prodüksiyon olarak verdikleri mücadele çok heyecan verici. Gece 11'de oynayacağız diyorlar mesela; çıkıyorlar gece yarısı adam topluyorlar; bir şey tutturmaya çalışıyorlar. Berkun'lar (Krek Tiyatro Topluluğu'ndan Berkun Oya) burada (Maya Sahnesi) çalıştılar. Berkun'un da müthiş bir espri anlayışı var, kendine göre bir estetik anlayışı var... (OY/BB)