Öldürülen Agos gazetesi Yayın Yönetmeni Hrant Dinke ithaf edilen konferansın ilk günü uluslararası deneyimlere konu edildi.
Hafıza Konjonktürü: Ulusaldan Toplumsala, Yerelden Küresele başlıklı ilk panelin başkanı Bilgi Üniversitesinden Murat Belge oldu. Konuşmacılarsa Konstanz Üniversitesinden Aleida Assmann, Ankara Üniversitesinden Mithat Sancar ve Brüksel Hür Üniversitesinden Pieter Lagrou idi.
Sancar geçmişle yüzleşmenin demokratik etki yaratacağını söyledi. Lagrou çağımızda mağduriyet söyleminin nasıl geliştiği üzerine durdu. Assmannın konuşmasında dikkat çektiği noktalardan biri, geçmişe yapışıp kalanlarla geleceğe yönelik olanlar arasındaki çekişme oldu.
Dufner: Yüzleşme için taraflar arasında güven ilişkisi şart
Konferansın açılış konuşmasını Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Büro Temsilcisi Ulrike Dufner yaptı. Dufner tarihle yüzleşme ve hesaplaşmanın sadece Türkiyenin değil tüm dünya ülkelerinin gündeminde olduğuna vurgu yaptı.
Dufner, küreselleşmeyle demokratikleşmenin yerelliğinden bahsetmenin mümkün olamayacağından sözetti ve 1990'lı yıllarla birlikte tarihin de yeni bir boyut kazandığını ifade etti.
Siyah-beyaz kadar keskin bir bakış açısının Ya sev ya terk et gibi bir zihniyeti doğurduğuna dikkat çeken Dufnera göre taraflar arasında güven ilişkisi geliştirilmesi şart.
Tarihle yüzleşmek istiyorsak her iki tarafın uyguladığı insanlık dışı olaylara ve insan haklarına bakmak gerekir. Savaş dönemlerinde her iki tarafında da somut insan hakları ihlali yapma tehlikesi vardır. Demokrat, çoğulcu ve çok kültürlü bir hukuk düzeni için, insanlar arası diyalog, hoşgörü ve güven geliştirmek için, her türlü insan hakları ihlaliyle yüzleşmek gerekir."
Derin devlete vurgu yapan Dufner, Hrant Dink'in katil zanlısı O.S'nin nasıl kahramanlaştığına dikkat çekti ve bu anlamda devletin hukuk devleti olma sorumluluğunu yerine getirememesiyle oluşan boşluğa işaret etti.
Dufnerdan sonra söz alan Ankara Üniversitesinden Prof. Dr. Mithar Sancar da konferansı Dinke ithaf ettiklerini açıkladı.
Belge: İnsanca bir gelecek için geçmişle yüzleşmeli
Belge sözlerine bir yanılgıya işaret ederek başladı: Geçmiş var olmuş, bitmiş ve değişmez sanılıyor ve bu anlamda determinizmi de simgeliyor. Gelecekse açık, her şeyin yapılabilir ve sürekli olduğu bir yere oturtuluyor. Tersine bakmakta fayda var.
Aslında geçmişte yaşananların bizi etkisi altına aldığını ve gelecek adına da baskı altında tuttuğunu savunan Belge Gelecek özgürlükler dünyası değil dedi.
Bir daha asla deniliyorsa bugüne kadar yaşanmıştan daha iyi olan bir gelecek talep ediliyorsa geçmişle yüzleşmek gerektiğini söyleyen Belge Daha açık, daha özgür daha insanca bir gelecek istiyorsak onu kurmanın yolu yüzleşmekten geçer ve bunu geçmişle şikayeti olan herkesle yapmak, alınan mesafeyi de geleceğin asıl dinamiği haline getirmek gerek dedi.
Belgeye göre geçmişi olduğundan daha insani hale getirmek mümkün değil ama geleceğe daha insani bakmak mümkün.
Assmann: Dink bir tarafta unutmayı bir tarafta hatırlamayı sağlamaya çalışıyordu
Geçmişe Virginia Woolfun "yaşayanın dokunamadığı" olarak tanımladığı gibi bakmakta yarar olduğunu söyleyen Assmann, ulusal belleğin tüm dünyada 1945ten itibaren dönüşüme uğradığını söyledi.
45ten sonra Avrupanın AB ile güven çemberi oluşturmak istediğini kaydeden Assmann Bu sadece ekonomik açıdan değil ulus devletler arasında ölümcül çatışma olmaması içindi dedi
Assman, Almanyanın tarihi olarak etnik ulusal devletten sivil devlete geçmekle sınav vermek zorunda kaldığını söyledi.
Kolektif ulusal belleğe değinen Assman Tarihin mutlaka konuşulması gerekir dedi. Unutma konusunda yapılan barış antlaşmalarını örnek gösteren Assmann, bu antlaşmaların çatışmayı geride bırakmayı amaçladığını ve kolektif amnezi olarak tanımlanabileceğini ifade etti.
Eski Yunanda varolan bu uygulamanın 1. Dünya Savaşında olmadığını belirten Assman, Almanyanın bu kadar agresif olarak ortaya çıkmasında bunun da etken olabileceğini söyledi.
Assmanın karşılıklı şiddet ve acı çekme amaçlı sivillerin yok edilmesinin tek çaresinin paylaşılan hatırlama olduğunu söyledi.
Assmann 21. yyda küreselleşmeyle kolektif egonun gelişmesi ve ulusların ötesine geçmesiyle birtakın değişimler yaşandığını söyledi.
"Örneğin sivil toplum örgütleri (STK) geçmiş bazı değerleri, mesela gurur ve kendini adamayı sorguluyor, sivil değerler yükseliyor. "
Belleğin etiği kavramını Assmann şöyle aktardı:
İki bakış açısı var. Biri, "Yahudiler öldü. Geriye kalan bir avuç insan. Ölenlerin anısına bellek toplulukları olşturulmalı. Anılarına yakılan mumlar gibi unutulmamalı".
İkincisi ise; "İnsanlar mum değil. Kalanlar hayatlarına devam etmeli" Asmann, Ermeniler'in acıyı yaşamayı tercih ettiklerini, İsraildeyse önce ikincisinin yaşandığını, 40 yıl sonra acıyı yaşama başladıklarını söyledi.
Bunun seçilmiş travma" yani "tarihi bir travma olduğunu söyleyen Assmann, Dinkin geçmişe yapışanlarla geleceğe dönük olanlar arasında kaldığını bir tarafta unutmayı bir tarafta hatırlamayı sağlamaya çalıştığını, "hepimiz Ermeniyiz"le sessizliğin ve etnik kutuplaşmanın bozulduğunu söyledi.
Dink de bu konferansta konuşmalıydı diyen Assmann Almanya'da 1938 yılında Yahudi azınlığın kutsal mekanları olan sinagoglar, Yahudilerin malları, evleri yağma edildi. Eğer "Hepimiz Yahudiyiz" diyebilseydik, Hitler bunu yapabilir miydi?" diye de sordu.
Lagrou: Mağduriyetin nasıl tanımlandığı önemli
Lagrou ilk olarak mağduriyet söylemi, evrensel yasallaşma ve yeni bir dile dikkat çekti. Geylerin mağduriyeti, pedofoli ya da sömürge mağduriyetleri dillendirilir olmaya başladı. Yeni bir tanımlama yaratmakta. Çözüm olarak insanlar ne elde edebilir ona bakmalı dedi.
Lagrou ortak bir sorgulamanın mağduriyetlere kimlik ve aidiyet tanıdığını da söyledi. Ayrıca bu mağduriyetlerin bazılarının karşısında durulamayacağını da ekledi: Örneğin pedofili mağdurlarının karşısına kimse çıkamaz. Neredeyse rekabet başladı mağduriyetler arasında. Göç eden Türklerle göç eden Ermeniler arasında, bu rekabeti feminist aktivistlerin Müslümanlığa karşı eleştirilerinde de görmek mümkün.
Suçluluğun değil ama mağduriyetin aktarılarak geliştiğini söyleyen Lagrou Hepimiz geçmişi yeniden yaşamaya mecbur kalıyoruz. Gelecek geçmişin tekrarı oluyor dedi.
Mağduriyet söyleminin değiştirilmeyen kategorilerle verildiğinden bahseden Lagrou örneğin Ermeni meselesinin 1915 ve Türkiyenin doğusu olarak kategorileştiğini söyledi.
Kategorileri açmak gerek. Almanlar da mağdur oldu. Yahudiler de Filistin de etnik temizlik yaptı demek skandal olmamalı. Kimse genetik değilse doğuştan sosyal olarak mağdur olmaz.
Lagrounun son olarak mağduriyet söyleminin kutsalın da söylemi olduğunu ifade etti. Yani ortada tam bir masumiyet ya da tam bir suçluluk olduğunu, anma ve bellekte hatırlamak veya unutmak üzerine de çekişme olduğunu ya o ya da o bakış açısının geliştiğini aktardı.
Müzeler, anmalar, heykeller...Sadece hatırlıyor değil hiyerarşi de yaratıyoruz. Unutma kabusu da var. Geçmişe takıntılı toplumlar da var.
Sancar: Geçmişle yüzleşme demokratik devrim etkisi taşır
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Dr. Mithat Sancar da "Latin Amerika'da askeri diktatörlük çözüldü, Güney Afrika'da ırkçı rejim çöktü, bizde ise hâlâ baskı ve tehdit var. Bunları konuşmakta tıkanıyoruz" dedi.
Sancar geçmişin unutulmasını dayatan yasaların varlığına değindi ve Unutmaya ya da yanlış hatırlamaya yönelik dayatma yanlış sonuçlar doğrurur dedi.
1945ten önce unutmanın tercih edildiğini söyleyen Sancar sonra bunu durumun değiştiğini aktardı. Almanyadan Nurenberg Yargılamarının sonrasında da toplumun geçmiş sorunları konuştuğunu ancak 60lardan 20 yıl sonra başlandığını, 60larla 90lar arasında suskunluğun olduğunu ifade etti.
Sancarın vurguladığı önemli nokta geçmişle yüzleşmenin demokratik devrim etkisi yaratacağı oldu. Demokratikleşme ve toplumsal barış açısından yüzleşme demokratik devrim olarak algılanmalı. (EZÖ/NZ)