Hekimler ve gitmek/ İrfan Cüre
Erdoğan’ın “giderlese gitsinler” lafını duyunca ne hissettiniz?
Neden Almanya’ya göç etmeye karar verdiniz?
Burada karşılaştığınız sorunlar neler?
Almanya'ya gelen hekimlere sorduk, hikayelerini görüşlerini paylaştılar. CUmhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Giderlerse, gitsinler" cümlesine karşı hepsinin ilk tepkisi "şaşırmadım" oldu.
Erdoğan'ı yanıtlıyorlar
Aile hekimi Y. N.: Devletin tepesindeki bile eğitimlilerin halinden anlamıyorsa diğerlerinden bekleyemem. Bir doktorun eğitiminin hem maddi hem de manevi olarak hiç de kolay olmadığı aşikardır. Kendi eğitim sürem boyunca aldığım öğrenim kredisini faiziyle geri ödediğim için vicdanım rahat.
Diş hekimi S.A.: Her zaman başhekimlerimizin söylediği bir sözdü: “Şartlar bunlar işinize gelirse”. Şaşırmadım. Bu bakış açısı yüzünden yaşadıklarımız bunlar.
Göz hastalıkları uzmanı H. Ö.: Amaçları kafası basan, düşünen eleştiren insanların ülkeyi terk etmesiydi bence. Gelecekte ülkede kaliteli doktor bulunmayacağının farkında değiller. Tam gün yasasıyla iyi hocalar özele geçti. Devlette ameliyat yapan doktor kalmadı. Tıp fakültelerinde hoca görmeden bitiren doktorlar yetişmeye başladı. Tahminen 10 yıl sonra Türkiye’de pek çok genç pek bir şey öğrenmeden doktor olacak.
Nöroloji uzmanı H. K. G.: İyi ki gelmişim dedim. Göz göre beyin göçü oluyor buna dur demek yerine gidin diyor.
Asistan doktor L. G. K: Aslında hükümet, politikalarıyla zaten çoktan göstermişti bu şekilde düşündüğünü. Beni bu karara iten bu politikalardan çok halkımızın bu politikalara olan bakış açısı oldu. Birçok hekim arkadaşım da, vatandaşın desteğini hissetseydi zorlu mesai şartlarına, döviz bazında düşünüldüğünde komik denilebilecek maaşlara rağmen idealist bir şekilde başlayıp ülkenin her köşesindeki vatandaşa yardım etme isteklerini, sevdiklerini, ülkelerini, dillerini, ailelerini, kültürlerini bırakıp yepyeni bir dil öğrenmeye yeni bir kültüre adapte olmaya çalışmazlardı.
Kadın-Doğum Uzmanı M. T.: Hayatımdaki en doğru kararmış gitme kararı. Yaralandım aynı zamanda, içime bir taş oturdu meslektaşlarım adına. Umarım yapmayı planladıkları eylemler onları bir arada tutar, direnirler, yılmazlar, haklarını elde ederler. Tüm şartlar normale dönse bile dönemeyecek kadar kırıldım ben.
Öğretim görevlisi M. Z.: Üzülüyorum ülkeme tabii ki. Hekimler bu lafı unutmayacak. Ülkemde bir gün bunlar iktidardan inecek, geri döneceğim. Demokrasiyi elde etmek her ülke için zor. Bugün belki de bana düşen bir süre Batı dünyasında tecrübe biriktirmek ve ülkeme geri döndüğümde muasır medeniyetler seviyesine ulaştırmak için bir tuğla koymak.
Anestezi uzmanı D. T.: Kızgınlık, şaşkınlık vs. Yani Erdoğan’dan başka bir şey beklemezdim zaten. Bir şeylerin değişeceğine dair umudumuz kalmadığı için buradayız.
Hekim S.U.: Derin bir acı hissettim. Ruhumun ve kalbimin derinliklerinde bir yerler titredi, acıdı ve çok üzüldü. Dünyada başka bir ülke var mı ki acaba; insan kaynaklarını, yetişmiş eğitimli insanını bu kadar kolay gözden çıkarsın aşağılasın. Tıp fakültesi son sınıfta okuyan tanıdıklarımla konuştuğumda “Artık kimse TUS çalışmıyor, herkes Almanca, İngilizce kurslarına gidiyor” diyorlar.
Artık öğrenciler Tıp Fakültesi 1. sınıftan itibaren yabancı dil kurslarına başlıyorlarmış. Bir an kendimi düşündüm. Ne kadar heyecanla, hevesle Tip okuduğumu. Şu an buradayım ve burayı çok seviyorum. Emeğin karşılığı olan, insanların yaptığınız işe saygı duyduğu bir ülkede yaşadığımız için kendimiz ve evladım adına mutlu ve umutluyum. Ülkem adına da sadece derin üzüntü ve endişe duyuyorum. Umarım güzel günler yakındır.
Neden Göç ediyorlar?
Hekimler için bir Almanca dil kursu: "Akciğer iltihabı", "pankreas", "12 parmak bağırsağı"...
Aile hekimi Y. N. Politik sebeplerle geldim. Olmasaydı bile yurt dışına çıkma düşüncemiz vardı. Doktorların aşağılandığı, sağlıkçılara artan şiddet olaylarının cezai bir karşılığının olmadığı bir ortamda durmanın insanın fıtratına ters olduğunu düşünüyordum. Bu sıkıntıların üstüne mobinge uğramam da cabasıydı. Çocuklarımın geleceği için kalmanın akıllıca olmadığı kanaatine varmıştık.
Diş hekimi S.A.: Ertesi gün neye uyanacağınızı bilmediğiniz, bir gecede çalışarak biriktirdiğiniz her şeyin eriyebileceği bir ülkede yaşadığımız için çok mutsuz ve kaygılıydık. Her şeyi göze alarak bu kararı verdik.
Göz hastalıkları uzmanı H. Ö.: Memleketini bırakıp gitmek zordur. Hem psikolojik hem de fiziksel olarak. Türkiye’de ne sınavlar geçerek yüzde 1-2’lik dilimde olan insanlardık. Türkiye’de gayet güzel bir yaşantımız vardı. Eşimle ikimiz öğretim üyesiydik. Maddi olarak bir sorunumuz yoktu. Yanlış bir algı var: “doktorlar para kazanamadıkları için geliyorlar”. Bu gerçek değil. Son bir senede artan enflasyonun biraz etkisi belki olabilir, ama temel neden bu değil bence.
Performans sisteminde kim daha çok hasta muayene eder, kim daha çok ameliyat yaparsa, döner sermayeden alacağı payı artar. Tıpta en önemli şey anamnez (hasta öyküsü) almaktır. Türkiye’de yoğun tempoda hastaya yeterince zaman ayıramazken, burada hastanın tüm sıkıntılarını dinliyoruz, bölmeden kesmeden. Esas geliş amacım iki çocuğum. Türkiye’deki eğitim sisteminden alacaklarının çocuklara pek bir şey katmayacağını, tam tersine birçok şey götüreceğini düşünüyorum.
Nöroloji uzmanı H. K. G.: Türkiye'de hem meslek hem olarak genel olarak ülkenin sosyo-kultürel yapısının, ekonominin giderek bozulmasından dolayı gelecek kaygısının ve doktorlara yönelik şiddetin giderek artması, doktorların sürekli hedef gösterilmesi, her şey gibi hekimliğin de değersizleşmesi, okuyan insanın hiçbir kıymetinin olmaması. Önceden bu kadar değildi. Herkesin kendi adamını belirli pozisyonlara yerleştirmesi nedeniyle, kendim ve en önemlisi çocuklarım için gelecek kaygısından dolayı geldim.
Asistan doktor L. G. K: Türkiye’deki geriye evrimi, cehaletin pirim yapması, karışışında kültüre ve bilgiye verilen değerin azaldığını fark ettiğimde yani insanımızın DNA'sının değiştiğini hissettiğimde karar verdim. Ülkede okumuş olmanın bir handikaba dönüşmüş olması, hayat boyu çalışıp girdiğim sınavlar kazandığım okullar... Sanki bütün çabalarım boşa gitmişti. Sanki okumaya, kitaplara harcadığım para ile kuruyemiş dükkânı açmış olsam toplumda daha fazla saygı görecek, daha iyi benimsenebilecektim gibi hissetmeye başlamıştım.
Kadın-Doğum Uzmanı M. T.: Sevgiyle, özveriyle uyguladım mesleğimi hem de devlet hastanesinde ve maddi kaygılardan uzak, ta o güne kadar. Çalıştığım ekibi çok severek ve hastalara hep ailemden biri gibi davranarak, ama bir yandan da çalışma şartlarından, kıymetimizin bilinmemesinden şikayet ederek ve birlik olup karşı durmaya çabalarken hep yalnız kalarak, her an şiddete uğrama kaygısından uykularım kaçarak.
15 Temmuz ‘darbe girişimi’nden sonra eşim koymuştu kafaya. Ülke giderek güvensiz ve adaletsiz bir hale geldi. İki yıl Almanca çalıştı, direndim gitmem, geçmişimi, çocukluğumu bırakıp, diye. Bir hekim arkadaş randevu sistemindeki çarpıklığı sosyal medyada dile getirdikten sonra "terör örgütü" üyeliğinden suçlandığında, bir gün belki de pek çok hekim arkadaşım gibi şiddete uğrayan, ölen, yaralanan hekim olarak manşette bile yer alamayacağımı düşündüğümde gitmeye karar verdim, içim çok yanarak. Yurtdışı deneyimi yaşamak değildi bu, göçtü zorunlu hissederek çünkü.
Öğretim görevlisi M. Z.: Üniversitemden daha doğrusu okulumdan, ki ben hep evden Cerrahpaşa’ya "okula" diye çıkardım, çok memnundum. Uzakta ikamet ediyor olmama, her gün ya bir- birbuçuk saat trafik çilesine rağmen Cerrahpaşa benim için hiçbir zaman işyeri olmadı.
2013'de Gezi protestoları ile farkettim Erdoğan'ı ilk defa. Basın ve gerçekler arasındaki o zalim uçurumu gördüm, ürperdim. 2018 oldu ve o zalim el geldi benim ikinci yuvama, aileme dokundu. İstanbul Üniversitesini bölme kararı aldı. Direndik. Ümitliydik. Öğrenciler, asistanlar, hocalar omuz omuza aylarca direndik. Cerrahpaşa kültürü yavaş yavaş yıkılan binalarıyla yok olmaya başladı. Yine de ümitliydim. Ben amfilerde öğrencilerime ders anlatacak, laboratuvarlarda deneyler yapacak, ömrümü bu kampüste tüketecektim.
Öğretim görevlisi kadro ilanına başvurmuş, kazanmıştım. Güvenlik soruşturması ile üniversiteye alınmadım. Beni "güvensiz" bulan bir hükümet tüm geleceğimi ipotek etti ve ben mecburen yurtdışına çıkmak ve burada kariyerime devam etmek zorunda kaldım.
Anestezi uzmanı D. T.: Bir 15 Temmuz gecesi, 8 aylık kızımın yanına yatıp, ona ve kendime bir söz verdim. Bu ülkede bu ne olduğu belirsiz, sözde darbe girişimiyle o gece yaşananlar, Gezi sonrasından kalan son umudumu da yok etti. O gece şu sözü verdim: Bu ülkede bir daha bu geceye benzer bir olay yaşandığında ben bu ülkede olmayacağım. O ana kadar hiç gitmeyi düşünmemiştim. Gitme kararı... Nereye? Fark etmez. Ne zaman? Olabilecek en erken şekilde. Nasıl? Hiçbir fikrimiz yok. Biz gitme kararını böyle verdik.
Hekim S.U.: 32 haftalık hamileydim. Türkiye garip, korkunç bir sürece girmişti. Her KHK ile binlerce insan işinden atılıyordu. Listede ismimi görünce donakaldım, saniyeler içinde son 10 yılım gözümün önünden film şeridi gibi geçti. Zorlu Tıp eğitimim, uykusuz geceler, nöbetler, hayatımda girdiğim en zor sınav olan TUS'ahazırlık sürecim, anne babamın beni şehir dışında okuturken yaşadıkları zorluklar ve bir sürü düşünce… Ve bir damla yaş süzüldü…
Bir anda terörist ilan edilmiş, insanlar beni aramaya mesaj atmaya korkar hale gelmiş, ismim çarşaf çarşaf listelerde yayınlanmış ve her muhalif gibi ben de FETÖ çuvalına atılmıştım. Bir yarım saat kadar ağlama krizine girip ağlayıp biraz rahatladıktan sonra bütün bilgilerim tecrübelerim aklım kalbim cesaretim iradem benimle diye düşündüm ve sonrasında sadece hamileliğime odaklandım.
Ülkede bulunduğumuz son bir yıl adeta hayalet gibiydik. Hiçbir yerde resmi kaydımız yoktu. Üzerimize kayıtlı fatura ve kira sözleşmesinin olmadığı bir evde ailemizle yaşıyorduk. Oğlum bir yaşına girmişti; büyüyordu, hastalanıyordu ve biz doktora bile gidemiyorduk. Bu şartlar altında daha fazla ülkede kalamazdık. Eş dost akrabadan aldığımız son atım kurşunumuzla kaçakçılara verdiğimiz parayla Meriç’i botlarla geçerek Yunanistan’a geçiş yaptık. Almanya’ya gelme kararımızı etkileyen tek şey oturum sürecinin hızlı ve sonrasının belirgin olmasıydı. Ne de olsa Almanya yıllardır göç alan bir ülkeydi.
Almanya'daki sorunlar
Aile hekimi Y. N.: Almanya’da karşılaştığımız en büyük sorun dil problemi ve bürokratik işlemlerin yavaş olması.
Diş hekimi S.A.: Buradaki köhne bürokrasi, açık ya da kapalı ırkçılık, yüksek seviyede yeni bir dil öğrenmek zorunda olmak, istenen evrakları toparlamak, randevu beklemek, önemli farklı bir dilde sınavlara hazırlanmak, tekrar bir hayat kurmak için yıllarınızı vermek, çocuğunuzun uyum sağlaması için yardımcı olmak. Bu sonuncusu psikolojik olarak gerçekten kolay bir süreç değil.
Göz hastalıkları uzmanı H. Ö.: Belli bir yaştan sonra uyum sağlamak öyle kolay değil. İnsanların bakışları ilk başta rahatsız ediyordu açıkçası, belki de Türkiye’de Suriyelilere baktığımız gibi. Dünyanın her yerinde aynı bu bence. Hiçbir toplum başka bir toplumu sorgusuz sualsiz kabul edemez. En önemli sorun olan dili halledince birçok şeyin daha kolay olacağına inanıyorum.
Nöroloji uzmanı H. K. G.: Almanya’ya geleli üç ay oldu. Ama bürokrasi çok yavaş, işler hızlı yürümüyor. Ve bazı işler kişisel olarak ilerliyor. Bir yerin yapmadığı işlemi başka bir yer yapabiliyor. Burada en çok karşılaştığım sorun beklemek: cevap, otobüs, mektup vb. beklemek.
Asistan doktor L. G. K: En büyük zorluk dil ve kültüre alışmak oldu. Almanya’da her şeyin kurala bağlı olması, Alman insanının her dakikasını planlaması karşısında bizim insanımızın “carpe diem” yaşam tarzı buradaki hayata uyumu oldukça zorlaştıran faktörlerdi benim için. Bunun yanında TL’nin Euro karşısında değersizleşmesi ve ekonomik kaygılar doğal olarak ek bir güvensizlik yarattı. Almanya’daki yoğun mektup trafiği ve sıkı bürokrasi de eklenince "göç" ne demek, neden "göçmek" kelimesiyle ayni etimolojik kökten geliyor anlamış oldum.
Kadın-Doğum Uzmanı M. T.: Hiçbiri ülkemde yaşadığım değersizlik kadar iz bırakıcı değildi. Dile, yeni kurallara ve yeni kültüre adapte olmak zaman aldı ama yepyeni bir ailem oldu burada, beni ve ailemi her anımızda destekleyen arkadaşlarımız ve birçok da yeni hastam. 3 yıldır ne sözlü ne de fiziksel şiddete maruz kaldım. Kendimi yabancı hissetsem de köklerimi yavaş yavaş kaybettiğimi sadece insan olduğumu ve sınırlara inanmadığımı söyleyebilirim.
Öğretim görevlisi M. Z.: İşin ilginç tarafı ise Batı dünyasında Erdoğan'ın mağduru iseniz size kapılar daha çok açılıyor. Almanya'da yeniden başladım. Almanca her ne kadar zor olsa da bir şekilde uyum sağladım. Mutluyum. En azından bir değerim olduğunu hissediyorum. Tabii ki zor. Sizi sanki hiç üniversite okumamışsınız gibi sürekli evraklarınızı doğrulamaya, denkleştirmeye zorluyorlar. Aslında bilgi birikimimiz bence eşdeğer.
Anestezi uzmanı D. T.: Uzman oldum, ilk defa 'oh be, bitti artık' dediğim anda, gelmeye karar verdik. Bu sıfırdan başlamak bile değil. Eksi 5’ten filan başlamak. Eksi 5’ten sıfıra kadar Almanca öğrenme kısmı çünkü. Sonra asistanlık. Türkiye’de ne kadar iyi bir eğitim almış olsak da, dil sorunu sebebiyle ilk zamanlar bunu anlatamıyorduk bile. Biz ki ülkemizde aydın, entel, kafası çalışan, ağzı laf yapan koskoca doktorlar, kendini istediğin gibi ifade edememek kadar acı bir durum yok. Burada tüm bağları, hayatın tüm çemberlerini, tüm ağlarını tekrar, sıfırdan örmeye çalışıyoruz. Hem de yeni öğrenilmiş bir dilde.
Hekim S.U.: Burada karşılaştığım en büyük zorluk dil öğrenme sürecim oldu ve hala oluyor diyebilirim. 30’undan sonra anne, ev hanımı, öğrenci, eş ve bir sürü başka rolüm varken bir de üstüne 2 seneyi aşkın zamandır korona derken benim için tam bir “challenge” oldu diyebilirim. Ama üstesinden geldim geliyorum. Çalışmaya idmanlıyız nasıl olsa. (İC/APK)