Gülsen Ülker’le ilk karşılaşmamız Ankara HDP İl binasında oldu. Tanışmalar, el sıkışma, isim söyleme ve ardından memnuniyet belirteçleriyle devam eder ya, bizimkinde bir fazlası oldu. İç sesim şöyle söylüyordu: “Gülsen Hanım, sizinle bir kahve içsek karşılıklı, siz bana usul usul anlatsanız hayat hikayenizi, ben her anlattığınız cümleyle daha da merak etsem bir sonraki sözcüklerinizi, izlesem sizi ve desem ki bir kahve daha içelim mi? “
Gülsen Ülker kimdir? |
Gülsen Ülker 1961 yılında Diyarbakır’da doğdu. Babasının görevi nedeniyle taşındıkları Bandırma’da lise dönemine kadar yaşadı ve liseyi Eskişehir’de bitirdi. 1979 yılında Basın Yayın Yüksekokulunu kazanarak Ankara’ya geldi. Kadın Çalışmaları alanında master yaptı. Maliye Bakanlığında sürdürdüğü çalışma hayatı bir yıl önce emekli olmasıyla son buldu. 1980’li yıllarda kadın gruplarının oluşturduğu tartışma gruplarına girdi ve o yıllardan beri Türkiye Kadın Hareketinin bütün dönemeçlerinde yer aldı. Kadın Dayanışma Vakfında fiili olarak çalışıyor. İlk kadın vicdani redci Ferda Ülker’in ablası. Ankara’da yaşıyor ve HDP 2. Bölge 2. Sıra adayı. |
Yeni tanıştığınız insanlara bunları söylemek zor olsa gerek ama tanıştıktan sonra anladım ki, ilk tanıştığımız anda da söylesem sohbetimizin sıcak gölgesinde içilen kahvenin tadı değişmeyecekmiş.
Nerede buluşacağımız konusunda anlaşmaya çalıştık. Elbette ki “Ankara’yı çok seviyorum” diye bir cümle kuran herkesin yegane buluşma mekanı “Mülkiyeliler” dir. Yıllardır masa ve sandalyeleri hiç değişmeyen, değişmeyen her şeyin yarattığı alışkanlıkla sevilen bir mekandır “Mülkiyeliler”. Gülsen Ülker sohbetimiz esnasında vurucu cümleyi kurmuştu bile ben etrafı izlerken. “Ankara’yı çok seviyorum” Herhangi bir kenti sevme hali hiç tartışılmazken Ankara’yı sevme meselesi genelde iki üç cümleyle geçiştirilmeyecek bir konuşma konusu olur. Eksik kalmak bize yaraşmaz diyerek Gülsen Ülker’in Ankara’yı sevme halini de konuştuk.
“1979’da Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulunu kazandım ve Ankara’ya taşındım. O zamandan beridir Ankara’da yaşıyorum. Diyarbakır’da doğdum. Gençliğim Bandırma’da geçti. Diyarbakır daha sonra kadın mücadelesini sürdürürken politik bir anlam da taşıdı benim için. Simgesel bir anlamı da oldu. Dolayısıyla Türkiye’nin her yerinden olmak diye tanımlayabiliriz bunu. Fakat benim için en çok “Ankara” var. İnsan anıları neredeyse orayı severmiş. Anım olan her yeri seviyorum fakat en çok da Ankara’da var anılarım. 36 yıldır burada yaşıyorum.”
Bu cümlelerle başlıyor Gülsen Ülker’in sevme hali ve aynı cümlelerle de sona eriyor. Sanki her bir anısı kendine özel, anlatmak istemiyor, anlattıkça daha fazla sevecekmiş gibi Ankara’yı. Sanki daha fazla sevmek de istemiyor çünkü hayatı ölçülü yaşamaktan yana. Bu ölçünün derinliği nedir acaba diye bir soru geliyor aklıma ama hemen sormam mümkün değil. Sorular ve cevaplarla, araya giren kahkahalarla birbirimizi henüz tanıyoruz. Ancak yine de peşindeyim bu ölçünün. Elbet bulacağım bunu. Anne’den başlamak lazım diye düşünüyorum. Ama önce kardeşleri sormalıyım. Gülsen Ülker’in dört kardeşi daha var. Ailenin ilk çocuğu. Kardeşleri çeşitli şehirlerde yaşıyorlar. Bandırma’yla da bağları kopmamış. Bu durumu “benim her yerde evlerim var” diye anlatıyor.
Anneniz de Ankara’da mı yaşıyor merak ettim...Nasıl bir ilişkiniz var?
“Annem İstanbul’da yaşıyor. Şu an 72 yaşında. Annem beni 17 yaşındayken doğurmuş. Ben annesine aşık kız çocuklarından sayılabilirim. Annemle çok özel bir ilişkimiz var. İlk çocuğum ben. O yüzden aslında Annemle birlikte büyüdük diyebilirim. Biz hiç bir zaman anne-kız gerilimi yaşamadık.
HDP’li kadınların genelde en çok vurguladıkları ilişki anneleriyle kurdukları ilişki. Sizin annenizle kurduğunuz bağa nasıl bakmamız gerekiyor?
Anne çok güçlendirici bir şey. Dediğim gibi annem beni çok küçük yaşta doğurmuş. Babamı çok erken yaşında kaybettik. Babamın ardından annem evin her şeyi oldu ki öyle çok dışarı çıkan bir kadın değildi. Bütün hayatı o yüklendi. Annem bizi hep güçlendirdi. Bizi her sabah hayatımızı kurmamız, kimseye muhtaç olmamamız, hep gidebileceğimiz bir yerimiz olması yönünde öğütlerle okula yollardı. Hepimiz de okuduk.
Babanızı erken yaşta kaybettiğinizi söylediniz. Siz kaç yaşındaydınız?
Ben üniversite son sınıftaydım. Babamla çok fazla zaman geçirdiğimizi söyleyemem. Ev hayatının dışında çünkü. Babam astsubaydı. Onu kaybettiğimizde çok gençti. 43 yaşında vefat etti.
Annenizin istediği gibi oldu mu peki? Hepiniz üniversite eğitimi aldınız mı?
Bir kızkardeşim liseden sonra evlendi, geri kalanlar okudu. Erkek kardeşim Boğaziçinde okudu, bir kızkardeşim Siyasalı bitirdi. Hepimiz için hayatta sadece okumak vardı.
Anneniz için muhteşem olsa gerek... Öğütlerinin sonucunu almış sanırım...
Annemin bütün hayatı biz okuyalım diye geçti. Ama artık yeter diyor. Artık durun diyor. Bizim peşimizden koşmaktan yoruldu. Sonuçta bu ülkede üniversite öğrenciliği yapmış duyarlı insanların başına iyi şeyler gelmiyor. 80’lerde biz de öyle sıkıntılar yaşadık Ankara’da. Annem o zamanlar da yanımızdaydı. Ama artık, oturun, sakin olun, yorulmadınız mı diyor.
HDP’den aday olmanıza tepkisi ne oldu?
Adaylığımı destekledi. Ben çok çekinmiştim annemden. Çünkü emekli oldum geçen yıl, artık otururum diye çok umudu vardı onun ama ben yine bir takım işlere girdim. Bitecek tamam diyordum sonra adaylık çıktı. Ama bunu da destekledi. Yoruluyorum diye üzülüyor sadece.
Kardeşleriniz de sizin gibi politik mi?
Biz hepimiz politik insanlarız. İlk başı çeken politik olunca kardeşler etkileniyor biliyorsunuz. 87 gibi kadınlarla ilişkimiz başladı. Kadın hareketi sonra oluştu. İzmir’de ki kızkardeşim anti militarist, ilk vicdani redci kadın. O daha çok savaş karşıtları çevresinde çalışıyor.
Onunla ilgili bir çok sıkıntı da olmuştur eminim...
Evet tabi. Annem onun da bütün mahkemelerine geldi. Askeri mahkemeye. Annem de hoş bir kadındır güzel giyinir. Ferda’nın mahkemelerine gelirken en şık kıyafetlerini giyinirdi. Saç renginden, göz kalemine değin itina gösterirdi. Görsünler diyordu, çocuklar öyle sıradan çocuklar değil diye bütün mahkemelerini de izledi. Hatta genelkurmayın oradaydı mahkemeler, annemi avukat sanıp önden içeri alıyorlardı. O kadar kendinden emindi. Benim kızım kötü bir şey yapmadı mesajını vermek için. Tabi çok acı çekti. Ama hep yanımızda oldu.
Biraz da sizin hayallerinizden bahsedelim mi?
Geldim 54 yaşına. Dolayısıyla hani kendim içinde hayallerim var ama düşündüğümde en temel hayalim yıllardır hayalini kurduklarımızın bir kısmını görelim bari gitmeden evvel. Hayali kurduk, şimdi o hayallerin gerçekleşmesini hayal ediyorum. Bu hayalleri, kendimiz için, çocuklarımız için, torunlarımız için kurduk. Onlar bizim yaşadığımız gibi yaşamasın istiyorum açıkçası. Tüm mücadelem de bu ama Türkiye’de herkes için halklar için bu sadece bir söz değil. Çünkü bütün acılarımız bunlar üzerine. Yok saymak üzerine. Görmemek, yok etmeye çalışmak, yok saymak gibi de değil. Halkların, inançların, farklılıkların var olduğunu bilip imha etmeye çalışmak aslında. Farklılıkların kabul edilerek bir arada yaşandığı bir Türkiye ve dünya istiyorum. Buna en çok karşı çıkanların bile bunu yaşamasını istiyorum. Buna hakkı var çünkü. Ve biz bunu anlatabilirmiyiz, derdimiz o.
Siz 12 Eylül’ü nasıl yaşadınız?
Ben Ankara’ya geldikten bir sene sonra darbe oldu. Dolayısıyla politik bir üniversite öğrencisi ne yaşadıysa ben de onu yaşadım. Ama o zaman doğrudan bir örgütlülüğüm yoktu. 82 yılında faşist cuntaya karşı örgütlenmemiz gerkiyor diye düşünüşlerin sonucunda örgütlendim. 85 ‘te de gözaltı süreci yaşadım. O süreçler tabi kötüydü. Herkesin bildiği süreçler. Herşeyiniz darmadağın oluyor. Ama toparladık kendimizi. O vahşeti yakından gördüm.
12 Eylül’le ilgili hatıralarınızda en çok hissettiğiniz duygu nedir peki? Hemen şu an aklınıza ne geliyor?
Gözümün önüne ilk gelen şey, her yer çok güvensizdi. Düşünün, en fazla üç beş gün önce çok hareketli bir politik ortam ama bir şey oluyor ve siz artık üç kişi bile bir araya gelip konuşamıyorsunuz. O bir tehlike oluyor, risk oluyor. İlk mesela bu 87’de Ankara’da kadın tartışma grubu toparlanmaya başladı. 10-15 kadın bir araya gelip sonra 50’ye 100 e çıktı. O duyguyu hala içimde hissediyorum. Hem korku hem gerilim ama hem heyecan...Yeniden bir araya geliyorduk çünkü. O çok güçlendirici bir şeydi. Bugün en doğal hak, olmazsa olmaz diye gördüğümüz ufacık şeyler o dönem insanların, haftalarca aylarca işkence görmesine, hayatını kaybetmesine neden oluyordu. Dolayısıyla bunu tecrübe etmek çok sarsıcı aslında. Bugün yine baskı var. Çok faşizan bir baskı ve gün geçtikçe artırıyor. Ama biz o dönemi biliyoruz. O yüzden bu İç güvenlik yasası 12 Eylül cunta yasası aslında. Tam da o günleri işaret ediyor.
O dönemi Basın Yayında nasıl deneyimlediniz?
Okulda çok şeyler yaşadık. Hocalarımız o dönem arkadaşlarımızı vermemek için çok mücadele ettiler. Çok sistemli bir şekilde okula polisi sokmamak için çok mücadele verdi Basın Yayındaki hocalarımız. Metin Kazancı’yı hiç unutmuyorum. Kapıda dururdu, siviller içeri girmesin diye. Çok kötü bir dönemdi, çok kayıp oldu. Çok acı oldu. Bir kuşağın üstünden geçildi. Bir umudun üstünden geçildi. Kendine gelmeye çalışıyor neredeyse 20 yıldır Türkiye Sol Hareketi. Yol da aldı bence.
HDP’nin söylemleri 12 Eylül’ün yarattığı etkilerle nasıl bir ilişki içinde?
HDP’nin toplumda çok büyük bir karşılık bulduğunu görüyorum. HDP’nin sol bir söylemi var. O söylemin ulaşması önemli. Çünkü hayal ettiğimiz her şey bu toplumda suç haline getirildi. Devlet hala öyle bakıyor. Kısa esler dışında. Ama bu sürec çok umutlu. Bizim gerçekten 30 yıldır unuttuğumuz her şeyi hatırladığımız bir dönem. 12 Eylül’le hesaplaşma deniliyor ya. Çok içten bir hesaplaşma dönemi. Bitiş döneminin müjdesi gibi geliyor bana, HDP ve HDP’nin savundukları. Öyle bir farkı var. Sadece bir partinin meclise girmesi değil. Tabiki meclise girmek, barajı geçmek demokrasi açısından çok önemli ama bunun ötesinde bu bir umudun adı aslında. Benim için o yüzden çok heyecan verici bir şey HDP. Çok hisli zamanlar aynı zamanda. Benim yaş kuşağımdan herkes yaşlanmış; torun torba sahibi olmuş ama yine beraberiz meydanlardayız, sokaklardayız.
Babanızın astsubay olduğunu söylemiştiniz. Babanızı anlatmak ister misiniz?
Babam askerdi ama sosyalist bir adamdı. Düşünmemizi, tartışmamızı sağlayan, bize bu konuda öncülük eden babamdı aslında. Sol literatürü, solculuğu onunla öğrendik. Hem bir adalet duygusunu hem de solu. O anlamda çok katkısı oldu. Klasik bir asker değildi.
Nasıl politize olduğunuzun hikayesine dalalım istiyorum... 87’de ki kadınlarla buluşma nasıl başladı? Siz nasıl içinde yer aldınız?
Görüştüğüm bazı arkadaşlarım vardı. Onların vesilesiyle bu toplantılara katıldım. Bağımsız Kadın Tartışma Grubu, Ankara’da. Gittik, gidiş o gidiş. Kadın olmak üzerine düşündüğüm zamanlardı. Çok da ilginç bir yerden doğru düşünüyordum aslında. Sanatın Öyküsü diye bir kitap var, onu okuyordum. Koca kitapta bir tane kadın ressam yok, heykeltraş yok, kadınlar yok. Bir tane bile kadın bir şey yapmadı mı demiştim. Fakat o grupta kadınlık deneyimleri üzerinden konuştukça aslında kafam açıldı. Kendim için, annem için, yaşadığımız şey için. Ayrım yok dediğimiz şeyde bile aslında nasıl içselleştirdiğimiz ayrımlar olduğunu, sırf bu yüzünden kendimizi görünmez kıldığımızı anladım. Hem kendim için hem çevrem için bir sorgulama süreciydi. O yüzden 91-92 ye kadar geçen süreç çok öğreticiydi. Ve ben feminist değildim. Ama sindire sindire feminist oldum. Kendi deneyimlerimiz üzerinden. O dönem Türkiye’de Kadın Hareketi açısından önemli bir dönem. Daha sonra çok gelişti hem sokakta hem üniversitelerde. Ama o ilk dönemlerine şahitlik ettik, yaşadık.
90’ların sonlarına doğru bir kadının ben feministim demesi neredeyse ayıp sayılırdı. Hele bir de işin içine sosyalizm girdiyse hepten eleştirilerden kurtulmak mümkün değildi. Hem sosyalist hem feminist olunamazdı. Feminizm çok ayrıksı bir yerde dururdu. Bu biraz daha olumlu yönde değişti ama hala cinsiyetçi bir tutumu eleştirdiğinizde “bırak bu feminist ayakları” tadında tepkilerle karşılaşmak mümkün. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Artık feminizmin kavramlarını, yaklaşımını kullanarak anti feminizm yapılıyor. Bizim en çok da buna dikkat etmemiz gerekiyor. Biz Yüksel Caddesinde, karma sol örgütlerle ilk 8 Martları kutlamaya başladığımızda bizim standımıza gelirlerdi. “Feminizm ayrımcılıktır, 8 Mart dünya emekçi kadınlar günüdür, sizler küçük burjuvalarsınız, devrimle ilginiz yok” gibi ağır suçlamalarda bulunurlardı. Kaldı ki biz hepimiz sol gelenekten gelen kadınlardık,solcuyduk, devrimciydik ve dolayısıyla feminizmle onu çok güzel birleştirmiştik. Diğer örgütlerin, grupların bunu anlaması epey zaman aldı.
Geldik 2015’e. Şimdiden bakalım bir de...
Feminizmin sözü yayıldı aslında. En ummadığımız karma yapılarda kadın oluşumları var değişik adlar altında. Fakat başka bir tehlike oluştu. O da, açılan alan ve kavramsal çerçeve bazen anti feminizm yapmak için kullanılıyor. Kafalardaki feminizm algısı çok tehdit edici olduğu için çok karikatürize ediliyor. Çok dışlanıyor. Neredeyse aşağılama o kadar yaygınki. En kapitalisti de en müslümanı da en solcusu da hepsinin birleştiği yer orası çünkü feminizm herşeyin temelini sarsıyor. Kadınlar o temeli sarsıyor. O sarsmada daha başarılı oldukça da daha fazla öldürülüyoruz aslnda. Sarstıkça tepki de artıyor çünkü.
Feminizm olmadan devrim olur mu?
Feminizm bu sistemin en temeline karşı savaş açmış. Ataerki o kadar güçlü ve yaygın ki hala. Feminiz çok cesur bir hareket. Feminizm olmadan devrim olmaz.
HDP bir kadın partisi mi?
HDP bütün bu mücadeleyi ilerletmenin daha fazla mümkün olduğu bir parti. Bir kadın partisi gerçekten. HDP’de Türkiye Kadın Hareketinin deneyimi de var Kürt Kadın Hareketinin deneyimi de var. İkisi de çok ciddi mücadeleler. Bütün bu deneyimlerin yansıdığı bir parti. Eşbaşkanlık olsun, eşit temsil olsun, kadın meclisleri aracılığıyla kadınlar hakkındaki kararların sadece kadınlar tarafından verilmesi olsun, bunlar çok önemli. Ama bunlarla kalmadığını da biliyoruz. Bu bir başlangıç için çok önemli ama bunun daha yayılması, kabul edilmesi, içselleştirilmesi için hala yapacak çok iş var. Bu her yer için geçerli. Homofobi var, ataerki var zihinlerde. Bunların dönüştürülmesi zaman alacak bir şey. Bu mücadele için HDP önemli.
HDP’de feminist mücadeleyi sürdürmek için yeterince mekanizma var mı?
Tabi. Buna imkan veriyor. Bunu yapabileceğimiz bir alan. O yüzden bu adaylığı çok önemli buluyorum. Feministlere alan açma böyle bir iradeyi gösterir. Kazanımlarımızı devam ettirebileceğimiz bir yer. Ama tabi ben bunu hem HDP için hem diğer karma yapılar için çok önemli buluyorum. Bu yapılar içinde yer almalıyız. Fakat yanı sıra bağımsız bir feminist kadın hareketinin de mutlaka olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü karma yapıların içindeki kadına gücünü veren dışarıdaki bu bağımsız feminist yapılanmalar.
Kadınlarla ilgili seçim bildirgesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim söylediğimiz, talep ettiğimiz her şeyi içeren bir seçim bildirgesi. Yüzde yüz herşey bitti diyemeyiz ama taleplerimizi içeriyor. Oraya yazılmamış taleplerimizi ifade edecek bir alan sunuyor HDP. Bunlar önemli. Ayrı bir kadın bildirgesinin yazılmış olması önemli. Bildirgenin içinde her başlık altında zaten kadınları ilgilendiren ayrı bir kadın bildirgesi önemli çünkü kadınların Yaşam Hakkı gibi bir problemleri var.
Ankara’da seçmenin tepkisi nasıl diye sorsam?
Bir çok kadın alanda çalışıyor ve ben Ankaralı seçmenden çok iyi geribildirimler alıyorum. Çok iyi çalışıyor herkes. Çok canla başla çalışılıyor. Bildirilerimizi istemeyenler tabiki oluyor ama merak var, şaşkınlık var ve ben de bunu iyimser bir merak olarak nitelendiriyorum. Bu seçimde ne olur bilmiyorum ama HDP olarak hem Türkiye’de hem Ankara’da insanlara temas ettik. Ne kadar temas ettiğimizi anlamak biraz daha zaman alacak. Bir ilk adım olarak çok başarılı. Önyargılar temelinde bakan çok az insana rastladım. Seçim sonucu ne olursa olsun bu adım Türkiye’nin hayrına bir şey olacak.
Son olarak “Yeni Yaşam” nedir sizin için?
Hepimizin kendini var ederek yaşayabildiği, kendini geliştirebildiği küçük alanlara sıkıştırılmadığı, ekonomik olarak, demokratik olarak, kültürel olarak, siyasi olarak sıkıştırılmadığı, birbirimizi dinlediğimiz bir yaşam. Bunları yaptığımızda zaten bir barış ortamı olacak. Bunun sağlandğı bir rahatlama hali diye düşünüyorum gerçekten. 12 Eylül’ün izlerinin silindiği bir yaşam.
***
Mülkiyelilerdeki sohbetimiz sona erdikten sonra Kolej Meydanı’na yürüdük. Ankara Mitingi’ne katıldık. Size anlatmadığım elbette çok şey kaldı. Mesela mor çiçekli yüzüğünü, mesela evde zaman geçirmeyi nasıl sevdiğini, mesela Uçan Süpürge Film Festivalini başından sonuna dek izleme hayalini, internetten izlediği dizi filmleri... Fakat belki Gülsen Ülker’le ilgili son olarak anlatmak isteyeceğim şey, roman okumayı çok sevdiği. Sohbetimizi Gülsen Ülker’in cümlesiyle bitiriyorum:
“Sovyet Devrimini romanlardan öğrendim. Romanlar olan biteni anlamanın en iyi yoludur. Roman acılar karşısında süregiden hayatı da görür. Romanlar iyileştirir üstelik. İyileştirmek için de yapmaz, sadece gördüklerini anlatır. O yüzden roman okumayı çok seviyorum.” (DÖ/HK)