Habertürk TV'de yayınlanan "Türkiye'nin Nabzı" programında geçen hafta HDP'nin "Darbeye Karşı Demokrasi Yürüyüşü" ele alındı. Programda Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin ve avukat Salim Şen vardı ancak HDP'yi temsil eden biri yoktu.
Bu durum sadece Habertürk'e özel bir durum değil. Türkiye'nin yaygın medyasında artık HDP'lilere yer verilmiyor. Bu durum kamuoyunda "HDP'ye medya ambargosu" olarak anılıyor.
Gazeteciler Mirgün Cabas ve Ertuğrul Mavioğlu, HDP'ye yönelik "medya ambargosunu" bianet'e değerlendirdi.
Cabas: "Çözüm süreci sonrası HDP'yi şeytanlaştırma politikası uyguladılar"
"Tartışma programlarında amaç, stüdyoda hararetin yükselmesi, izlenmenin artması. Doğal olarak konular, bunu sağlayacak gündem maddeleri arasından seçiliyor. Ama burada tartışmayı alevlendirecek olan, konuklar. Konuklar için ise birkaç kriter var. Birinci ve en önemli kriter yasaklı olmamaları.
"Yasaklıların listesi uzun zaman içinde, iktidardan gelen açık ya da örtülü tepkilerle oluşuyor. İkinci kriter, konukların ekranda tartışmaya uygun profillerinin olması. Üçüncü kriter, bir siyasi görüşün temsilcisi olmaları. Bu programlara son zamanlarda iktidardan milletvekili, parti yöneticisi gibi isimler katılmıyor.
"İktidar kanadı zaten uzun zamandır kendilerinden başka görüşün çağrılı olduğu hiçbir programa katılmıyor. CHP de bu duruma cevap olarak milletvekillerini yayınlara göndermemeyi tercih ediyor.
"O yüzden siyasi tartışmaların hemen hepsi birkaç gazeteci ile partili kimliği baskın avukatlar arasında geçiyor. Aklınıza gelecek her siyasi konu avukatlar üzerinden tartışılıyor.
"HDP’lilerin yayına çıkarılmaları her zaman sorunluydu. Önceleri askerler, kanalları taciz ederek çıkarılmalarını engellemeye çalışıyordu. Zamanla askerlerin siyasetteki ağırlığı geriledikçe bu gevşedi, rahat bir dönem yaşandı ama kısa süre sonra bunu AKP’nin baskıları takip etmeye başladı.
"Başlangıçta “Biz siyasi tartışmalara oyumuz oranında katılalım. Muhalefetten birer temsilci varsa biz iki kişi gelelim” gibi şeyler söylediler. Sonra “Neden tartışmalara bizim zayıf milletvekillerini seçiyorsunuz, bize komplo mu kuruyorsunuz” dediler. Sonra “Biz başka partilerle birlikte çıkmayız“ dediler. En sonunda “Onların katıldığı programlara, biz arka arkaya bile bağlanmayız” noktasına geldi iş.
"HDP’yle ilgili duruma gelince… Çözüm sürecinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından HDP’yi şeytanlaştırma politikası uygulamaya başladılar. Her zeminde HDP’nin önünü kesmeye çalışırken, elbette, seslerini çıkaracakları televizyonlardan, gazetelerden uzak tutulmamaları düşünülemezdi, baskıyla bunu da yaptılar.
'Haber koordinatörüne konuları kabul ettirmek zordu'
"Günün sıcak gündemine göre… Ama şunu yapmaya gayret ediyorduk, bir konunun muhatabına ulaşamıyorsak, ya da ele aldığımız konunun anlamlı bir temsilcisi yoksa o konuya girmemeyi tercih ediyorduk. Yani “suyunun suyuyla” değil, ilgilisiyle konuşmaya çalışıyorduk.
"Ama zamanla pek çok iş gibi bu da sürdürülemez hale geldi. İktidarın hesap verme kaygısı azaldıkça, ekrana çıkmak konusunda da nazlanmaya başladı. CNNTürk’e uygulanan ambargo, az önce saydığım tuhaf kaprisler bunu takip etti.
"Yöneticilerin baskısı diyemem. Çünkü bu işin içinde yönetici, editör, sunucu hep aynı taraftaydık. Ben yöneticilik yaparken de, programlarımı yaparken de hep, “Bu durumla nasıl başa çıkarız” diye en aşağıdan en yukarıya kadar tüm ekip kafa yoruyorduk. Sonra bir gün, yine saçma sapan bir kaprisle karşılaştığımızda, bu işin bu şekilde sürdürülebilir olmadığını kabullendik. Bir günde, akşamdan sabaha NTV’nin yayın prototipi değişti.
"Dengeli yayıncılık yapıyormuş gibi davranmaktansa, bu işin sürdürülemeyeceğini kabul edelim dedi kanal yönetimi. Saat başı haber bülteninden başka siyasi içerik yayınlamıyoruz, tartışma programı filan yok. Bu kanal kültür, sanat, sağlık vs yayınlayacak dendi. CNNTürk’e geçtiğimde orada da aynı sorunlarla karşılaştım. Her sabah haber koordinatörüne o akşam ele almak istediğim konuları kabul ettirmeye çalışırken karnım ağrırdı.
'Didem’in de açıklamasından mutlu olmadığını tahmin ediyorum'
"Didem Arslan iyi bir tartışma moderatörü. En iyi tartışmaların da konuşulan konunun gerçek muhataplarıyla yapıldığını bilir. Habertürk gibi özel televizyonların sorumluluklarının ne olup ne olmadığını da bilir.
Yaptığı açıklamadan mutlu olmadığını tahmin ediyorum. Bu arada kamu kanalları düzenli olarak HDP’lilere yer veriyor olsa, bu açıklama bile belki bir yerinden kabul edilebilir ama böyle bir durum olmadığını biliyoruz.
Mavioğlu:Medya çalışanlarının hicap duymaması vahim
"Bu konuda yaygın basının ortak kriterlere sahip olduğunu sanmıyorum. Ancak medyanın kamusal bir görev üstlenmiş olduğu varsayıldığında, tartışma konularının güncel ve toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren konular arasından seçilmesi gerektiği aşikârdır. Dolayısıyla konuklar da seçilen konunun uzmanları arasından belirlenmelidir. Ve elbette ki o çok sık tekrarlanan, evrensel, objektif ve demokratik yayıncılık ilkeleri gereğince konuk seçiminde karşıt görüşler arasında bir denge kurulması yerinde bir tercih olur. Aksi halde ülkemizde son yıllarda tanık olduğumuz gibi, örneği ancak faşist rejimlerde görülecek tek yanlı bir yayıncılık anlayışı egemen hale gelir.
"Sadece benim çalıştığım dönemde değil, benim çalıştığım dönemden önce de sonra da medya üzerinde baskı ve sansür hep oldu ve bana sorarsanız bundan sonra da olmaya devam edecek. Bunun nedeni en özet haliyle, Türkiye’nin demokratik, eşit ve adil bir ülke olmamasıyla izah edilebilir. Şimdilerde sansürün bir alışkanlık biçimi olarak medyada kurumsal bir hal almış olması ve yaygın medyada çalışanların bu durumdan hicap duymak yerine uyum sağlamaları ise son derece vahim.
'Haber ortaya çıkmadan kaynağında tırpanlanıyor'
"Bu demektir ki, geçmişten farklı olarak medyanın içinde herhangi bir direnme eğilimi kalmamış ve gerçeğin sızıp kamuya ulaşabileceği bütün çatlaklar sıvanmış. Evet, dün de her şey kötüydü hatta zaman zaman bazı haberler gizlenmeye bile çalışılırdı ama medyanın içinde her zaman bir direniş damarı vardı ve gizlenen gerçekler farklı mecralar üzerinden de olsa mutlaka halka ulaştırılırdı. Şimdi görüyoruz ki haber daha ortaya çıkmadan, kaynağında tırpanlanıyor, kamuoyunu bilgilendirme rolü yok ediliyor ve tek taraflı manipülasyon, algı yönetimi ve rıza üretimi medyanın yegâne görevi olarak benimseniyor.
"Basının kamuoyu nezdinde hiçbir saygınlığının kalmadığı yapılan anketlerde ayan beyan ortaya çıkıyor ama asıl olarak televizyonların izlenme oranları ile gazetelerin net satışlarında son yıllarda yaşanan trajik düşüşler bize her şeyi anlatıyor. Mesela ben bu kanalların hiç birini izlemiyor, o gazetelerin hiç birini okumuyorum.
"İşin enteresan yanı, herhangi bir kaybım da olmuyor. Çünkü hepsi, ‘Yeni Türkiye’ propagandasından ibaret birer yalan bülteni sunuyor. Yani çoktan kafasına kurşunu sıkmış, ancak üçüncü sayfada tek sütunluk bir haber olmaya layık bir yaygın medya cenazesi var önümüzde. Fakat namazını kılıp toprağa verecek kimse çıkmadığı için bu zombi kendini canlı sanıyor.
'Biraz gazetecilik yapmaya çalışanlar tümü kapı dışarı edildi'
"Tek adam rejiminin tesisiyle birlikte tam anlamıyla sarayın borazanı haline dönüşen yaygın medyada Didem Aslan Yılmaz’ın sözleri olsa olsa ilk kez bu kadar açık bir dille durumu ortaya koyduğu için manalı. Öyle ki biraz gazetecilik yapmaya çalışanların tümü kurumlarından kapı dışarı edildi.
"Geride kalanlar iktidarın eteklerine sıkı sıkıya yapışmış olanlar. Üstelik bu Goebbels karikatürleri mevcut pozisyonlarını öylesine hatmetmişler ki, birbirlerine şahitlik yaparken de herhangi bir utanma duygularının kalmadığına tanık oluyoruz. Göğüslerini gere gere nefret üretip ırkçılık yapabiliyorlar.
"Hanımlar, beyler, faşistliğin en naif ifadeyle söylersek çok ayıp bir şey olduğunu anımsatmamıza izin verin. Bu durumda size, “Geçtik medya etiğini falan, büyüklerinizden terbiye de mi almadınız, ar damarınız mı çatladı, yüzünüz niye hiç kızarmıyor, ustanız sizi bu kadar mı yoz yetiştirdi?” diye sormak hakkımızdır elbette…(EMK)