Küçük, sarı bir armuda benzeyen hüzünlü yüzünü açıkça hatırladığım adsız çocuk. Adsız diyorum, çünkü adını kimse sormazdı, ardından hep 'piç' diye bağırılırdı ağız dolusu.
Ebeyevn ahlakının tezahürü
Diğer çocuk akıllarının ebeveyn ahlakının tezahürleri olduğunu, minik birer gölge olduklarını o vakitler bilmiyordum elbette. Çocuklar, yetişkinlerin öğrenilmiş sinsiliğine sahip değildi. Bilinçlerinde eğreti duran bu yasakçı 'küfrü' bağırırken, ne yaptıklarını tasavvur edemiyorlardı.
İçten içe öfkelenirdim onlara. Anlıyordum belki de o küçük kızı. Adı ne olursa olsun aynı durumdaydık ikimiz de. Öncelikle tam da bu küllenmiş hatıranın duygusallığından değil bugünün aklı ve ruhuyla Ece hanımın nikahsız çocuk doğurma çağrısına özne olabilecek tüm kadınların -özel yaşamlarının mahrem ayrıntılarına zinhar bulaşmadan- kolektif bir cesarete ihtiyaçları olduğunu düşünsem de yazıyı aynen destekliyorum.
Aşk'tan doğan üstünlük
Çünkü farklı olanı, yaşam biçimini kendileri tayin etmiş olanları sevmeyen muhafazakar çoğunluğun bu tip çözücülere ihtiyacı var.
Evlilik kurumunun içinde olmayı istememiş, bu seçimi doğallıkla yapmış olanların, resmi makamlar önünde imzasını atmışlar üzerinde 'aşk' tan doğan bir üstünlük kurmadıkları gibi evlenmeyi seçenlerin de birlikte yaşayanlar üzerinde ahlaki bir tahakkümü yoktur, olmamalıdır.
Bu anlamda çoğunluk gayri meşru diye adlandırdığını belli bir mesafeden seyretmeyi, yargılamayı sever. Bir yandan dışlarken bir yandan da değiştirip dönüştürmek yönünde şaşırtıcı bir çaba sarf eder.
Evlilik dışı çocuk sahibi olmaya yöneltiyor
Ece hanımın yazısına öfke duyabilecek ya da üzerine fetva verecek büyük kesimin içinde ona, çağrısını kendisinin gerçekleştirmesi yönünde "Memleket senden görev bekliyor..." diyerek akıl veren, televizyon kanallarında yayınlanan yerli dizilerdeki veled-i zinaları bir bir sayan ya da dinen caiz olmadığını defalarca ifade eden bulunduğu gibi, basın konseyine şikayet etmeyi kendine görev sayan bir kadın okur da bulunabiliyor.
Üstelik bence bu zahmete katlanmasalar da sayıları hiç de az değil. Şikayetin iddiasını da okur; "yazarın sözde toplumdaki muhafazakarlık ile mücadele ve sevgi kelimesini ardına sığınarak, insanları evlilik dışı çocuk sahibi olmaya yönelttiği, bunun hem genel ahlak anlayışı dışında olduğu ve hem de aile kurumunu zedelediğini, bu görüşün kadınları evlilik dışı çocuk yapmaya yönlendirerek onların yasal haklarını kaybetmeleri sonucunu doğuracağını belirtmiş ve gereğinin yapılmasını istemiştir." olarak sunmuş.
Konseyin kafa karışıklığı
Nail Güreli'nin belirttiği üzere gönüllü bir kuruluş, bir platform olan Basın konseyi önce şikayetin yersizliğine oy çokluğu ile karar vermiş, sonra bunun bir sekreter hatasından kaynaklandığı söylenerek, gene oy çokluğuyla yazarı uyarmaya karar vermişler.
Ece Temelkuran çok yerinde bir cevap ve mizahi bir dille Basın konseyinin aile kurumu ile basın özgürlüğünü korumak arasında kalan "kafa karışıklığı" nı gidermelerinin, kafalarının netleşmesinin tüm ümidi olduğunu söylemiş.
Kadınların toplumun genel ahlakının sadık neferleri olabildiği zamanları küçümsemek gerekiyor. Üstelik kendi küçük çevremde bizzat şahit olduğum üzere çok da sert olabiliyorlar.
Muhalif kadın yazarlara yönelik eril dil
Şikayetçi okurun ise yasal haklar konusundaki hassasiyetini işin temelindeki bir takım karşı çıkış noktalarında yoğunlaştırmak yerine, yüzeysel ve tanıdık bir yol izliyor olması, son zamanlarda muhalif kadın yazarlara yönelik genel/eril davranış biçiminin de bir uzantısı aslında.
Aynı zamanda muhafazakarlaşan ve bundan da hiç rahatsızlık duymayan toplumun tahammül sınırını açıkça hatırlatması açısından dikkate değer. Konunun diğer tarafı ise okurun şikayetini dikkate alırken 'Eğer genel ahlak anlayışını ve aile kurumunu zedeleyecek bir girişiminiz varsa hemen vazgeçin' tarzındaki kararıyla gazeteci ve yazarların haber yapma ve özgürce yazabilme haklarına müdahale etmeyi meşru kılıyor.
Timsah ağzına konmuş karpuz misali sorgulamalar
Basın konseyinin ve özellikle meslek etiğini sıklıkla unutarak tahammülsüzlüğü alenen gösteren gazetecilerin de özeleştiri yapmak için ellerine güzel bir fırsat geçmişken bunu kullanmaları gerekiyor.
Son olarak evliliği gönüllü olarak seçmiş, ama timsah ağzına konmuş karpuz misali her an patlamaya hazır sorgulamaları eksik etmeyen bir kadın olarak aşkla doğmuş çocuğumun, farklı bir yaşam seçmiş ebeveynlerin, ya da tek başına bir annenin çocuğundan bir farklı olmadığından eminim.
Nasıl olabilir ki? Üstelik genel ahlak anlayışının ve aile kurumunun zedelenmesinin de hiçbir zararı yoktur. Bırakın biraz da zedelensin, üzerinde çalışılsın, azıcık da hırpalansın. Yoksa bütün bu hassasiyetler, rahatsızlıklar, hazımsızlıkların sonu gelmeyecek.
Ece Temelkuran'ın da iğneleyerek dediği gibi; "Türk aile kurumu o kadar güçlü ki, zaten ne yazsam yıkamam." Yıkamayız ama, yıkayabiliriz. Hatta sonra da güçlü bir rüzgara karşı savurabiliriz. Buna da bir şey denmez herhalde. (TBÖ/AD)