Bu metni gazeteci Faruk Eren’in İletişim Yayınları’ndan çıkan “Kayıp Bir Devrimin Hikâyesi/ Bir Zamanlar Hasköy'de”* kitabından aldık. Faruk Eren 21 Kasım 1980’de gözaltında kaybedilen ağabeyi Hayrettin Eren'in 1 Mayıs 1977 gününü anlatıyor.
***
[G]enellikle üniversitelerden çatışma haberleri geliyordu ama daha 1 Mayıs 77, 16 Mart, Kahramanmaraş gibi katliamlar yaşanmamıştı. Gazetelerin 'sağ-sol çatışması' diye yazdığı ve kısa sürede bir tür iç savaşa dönüşecek gelişmelerin arifesindeydik. Abim ve arkadaşları Devrimci Gençlik adlı bir dergiyi takip ediyorlardı. Bu dergi daha sonra Devrimci Yol'a dönüşecekti.
Ülkedeki politik gerginliğin en büyük işareti 1977'deki 1 Mayıs'tı. Galiba ondan sonra her şey sertleşmeye başladı. İlk kez kitlesel olarak 1976'da kutlanmış 1 Mayıs, benim onunla ilgili hiçbir anım yok. Abim gitmişti ama hangi grupla gitti hatırlamıyorum. Aradan geçen bir yılda sol daha da serpilmeye başlamıştı ve bu kutlamanın çok daha coşkulu geçeceği belliydi. Ama ortalıkta babamın kulağına kadar ulaşan bir provakasyon söylentisi dolaşıyordu. Babam mitinge gitmememizi istiyordu. Abime zaten laf geçiremezdi ama en azından İkbâl'le benim gitmemi engelleyecekti. Belli ki meyhanede arkadaşlarıyla bu konuda sohbet etmişler. Bir gece önce biraz sinirli biçimde "DİKS'in mitinginde bir şeyler olacak gitmeyin" dedi. Babam içince DİSK'e hep DİKS derdi. Yıllar sonra öğrendik 77 1 Mayıs’ındaki katliamın göz göre göre geldiğini.
Sabah abim çıktı ama bizim çıkmamız yasaktı. Öğlen saatlerinde babam artık bizim gitmeyeceğimize inanmış ki benim dışarı çıkmama izin verdi. Ya da kendi sıkıldı evden çıktı, tam hatırlamıyorum. Orhan'la buluştuk yürüyerek Taksim'e çıktık. Mahşeri bir kalabalık vardı. Intercontinental Otel'in önünde durduk, etrafı meraklı gözlerle seyrettik. Kürsüye Kemal Türkler çıkmış mıydı, yoksa aradan geçen yıllar mı hafızamı yanıltıyor bilemiyorum. Ama Orhan'la artık alandan ayrılmaya karar verdik. Paramız yoktu ve Hasköy'e yürüyerek dönmemiz gerekiyordu. Döndük de... Hemen Kazancı Yokuşu'nun başındaydık. Dönmeseydik başımıza büyük bir iş gelirdi her halde...
Eve gittiğimde Taksim'deki mitingin tarandığını çok sayıda ölü olduğunu duyduk. Bütün ev ahalisi endişeyle abimi bekledik. Herkesin suratı bembeyazdı. Ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum, ama hava kararmıştı, abim Ali abiyle birlikte kan ter içinde geldiler. Onlarca insanın ölmüş olabileceğinden filan söz ettiler, üstlerini değiştirip apar topar çıktılar.
Ali abi, o günü gözleri dolarak anlatırken, "İnanılmaz bir şeydi. Yukarıdan mermiler yağıyordu. Otelin üzerinden. Kitle kaçışmaya başladı. Biz Gümüşsuyu'ndan aşağıya doğru indik. Orada polis saldırmaya devam etti. Dolmabahçe'de çatışmalar sürdü. O tarafta Dev-Gençliler vardı, polise karşılık veriyorlardı. Bir polis arabasını devirip barikat yaptılar. Çatışma bitince biz Hasköy'e sizin eve geldik" dedi. Evde üstlerini değiştirdikten sonra Hasköy'den bir zayiat olup olmadığını öğrenmeye gitmişler.
Ölüm yanımıza yaklaşmaya başlamıştı. Hasköy Ortaokulu'nda Ticaret dersine giren hocamız Mustafa Elmas ölenler arasındaydı. Aynı zamanda bir ilkokulda da öğretmenlik yapıyordu. Katıldığım ilk cenaze töreniydi Mustafa Elmas'ınki. Ondan sonra cenaze törenleri hayatımızın bir parçası oldu sanki, hep cenaze törenlerine katıldık. (Bir sabah kızımı okula hazırlarken televizyondaki son dakika bandında gördüm Berkin Elvan’ın öldüğünü. Hemen Okmeydanı hastanesine koştum. Aradan on yıllar geçti, hala öldürülen insanlarımızın cenaze törenlerine gidiyoruz.)
1 Mayıs'ta ölenlerin bulunduğu afişlerde Mustafa Elmas'ın fotoğrafını göremedim. Ama yüzü hala gözümün önünde. Hafif çekik gözlü bir Anadolu delikanlısıydı diye hatırlıyorum. TÖB-DER'liydi. Sanırım Sovyetik bir harekettendi. Ortaokulda bir tartışmamız sırasında bana sertçe "Sen Maocu musun" diye sertçe sorduğunu hatırlıyorum.
‘Biz goşistiz’
Serhan abi 1 Mayıs 77’de Hayri ile Ali’yi Dev-Genç pankartının altında çimlere uzanmışken gördüğünü, hatta onlara “Ortam gergin bu kadar rahat olmayın” türünde uyarılarda bulunduğunu ama ikisinin de gülerek “Biz goşistiz [1] bize bir şey olmaz” dediğini anlattı. O gece Ali ve Hayri, bizden sonra Serhan’ların evine gitmiş. İGD'li Serhan “1 Mayıs 77 benim için de bir kırılma noktası olmuştu. Sabaha kadar Hayri’yle tartıştık, artık ben de klasik yöntemlerle bir mücadelenin olmayacağını ikna olmaya başlamıştım” diye hatırlıyor yıllar sonra o geceyi.
Hayrettin Eren hakkında1954 doğumlu Hayrettin Eren, 1970’li yıllar boyunca sosyalist hareket içinde yer aldı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 21 Kasım 1980’de babasına ait otomobille Haşim İşcan geçidine geldi. Burada gözaltına alınarak Karagümrük Karakolu’na götürüldü. Ailesi, gözaltı olayını öğrenince gittiği Karagümrük Karakolu’ndaki gözaltı defterinde Hayrettin Eren’in adını gördü. Karakol yetkilileri Hayri ve aynı operasyonda yakalanan 8 kişinin Gayrettepe'deki Siyasi Şube'ye götürüldüğünü söyledi. Hayrettin Eren’in annesi Elmas Eren, Gayrettepe'deki polis binasına gittiğinde kapıdaki polisler ona “Burada Hayrettin Eren diye biri yok, gözaltına alınmadı" dedi. Ancak Elmas Eren siyasi polis karargahının bahçesinde otomobillerini gördü. "İşte arabamız burada, oğlum da burada olmalı" diye ısrar edince oradan tartaklanarak uzaklaştırıldı. Elmas Eren, Karagümrük Karakolu'na döndüğünde gözaltı defterinde Hayrettin Eren'in adının yazılı olduğu sayfanın yırtılıp yok edildiğini gördü. Tekrar Gayrettepe'ye gittiğinde artık otomobilleri de orada değildi. Hayrettin Eren ile birlikte gözaltına alınan 8 kişi çıkarıldıkları askeri mahkemelerde Hayri'nin de kendileriyle birlikte olduğunu, onun da kendileriyle birlikte yargılanması gerektiğini söylediler, ancak hiçbir yanıt alamadılar. Ailesinin başvurduğu tüm makamlardan “Hayrettin Eren gözaltına alınmadı” cevabı aldı. Oysa onu günlerce Gayrettepe'deki siyasi şubede görenler var. Tanıklar Hayri'nin günlerce ağır işkencelerden geçirildiğini anlattı. Mahkemeler tanıkların ifadelerini bile almadı. |
TIKLAYIN - Kayıp Bir Kuşağın, Kayıp Bir Devrimin Hikâyesi
(FE/EKN)
[1] TKP’liler 70’li yıllarda Dev-Gençlilere ve diğer silahlı mücadeleyi savunanları goşist diyordu. Goşizm (Fransızca gauche, sol demekti) sol literatürde işçi sınıfının önemini küçümseyen, silahlı mücadeleyi savunan gruplara vurulan bir yaftaydı. Bu günün deyimiyle ‘aşırı solcu’!