Haydar İlker, CHP, Dev-Genç, THKP-C, Devrimci Yol, hapishane, ÖDP. AnkaralI; Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Jeoloji Mühendisliği öğrencisi olarak başladığı 40 yıllık politik serüveninden 68'ler Trabzonu'nu ve Karadenizi anlatıyor.
Taş yağmuru altında mitingi yapamadık. Yine de bizi Trabzon'dan atamadılar
6. Filo geliyor. Vedat Demircioğlu'nun ölümünden yedi ay sonra, Şubat 1969'da yeniden Türkiye'de. Biz de Trabzon'da yapacağımız büyük mitinge hazırlanıyoruz. Minibüs kiraladık, Maçka, Of, Vakfıkebir gibi ilçelerde miting bildirisi dağıtacağız.
İşin başında, Maçka'da jandarma bizi gözaltına aldı, soruyorlar: "Bildiriler izinli mi?" Bizim izinli dememiz yetmiyor, merkeze soracaklar telefon ya da teleksle. Hep birlikte Trabzon'dan bilgi bekliyoruz. O sırada Maçkalılar da karakolun önünde toplanmış bizim bırakılmamızı bekliyorlarmış, olmadı karakola saldıracaklarmış.
Haber geldi, bildiri izinli, biz bırakıldık. Karakoldan bir çıktık alkış kıyamet. Heyecanla on kişi minibüse doluyoruz, yola devam. Sürmene'deyiz, minibüsü çektik bir kahveye, başladık bildirileri dağıtmaya.
İlçenin Trabzon tarafından girişi Adalet Partisi, Rize tarafından girişi ise CHP ve solcular bölgesi oluyormuş. Yani Sürmene ikiye bölünmüş. Kahvenin üstü de AP Sürmene İlçe Merkezi. Bilmiyoruz tabii. O gün ayrıca Sürmene'nin pazarı. Önce üç-beş kişinin hücumuna uğradık.
Yumruklaşmalar, patırtı kütürtü, bağırış çağırış ve başlarında kalpaklı bir adam. Giderek çoğalıyorlar, duyan geliyor gibi. Biz bildirileri vermemek için cenk ederek ilerliyoruz. En nihayet Trabzon-Rize karayoluna çıkmayı başarıyoruz.
"Bunlar favorili (1) bunlar Rus tohumu, İngiliz, Fransız tohumu, katli vaciptir" sesleri duyuluyor. Satır gösteriyorlar, doğrayalım dercesine. Başlarındaki kalpaklı kişi, "Sîzleri Mustafa Suphiler (2) gibi Karadeniz'in engin sularında boğacağız" diye bağırıyor. Sadece kafamı korumaya çalıştığımı hatırlıyorum.
70 yaşındaki adam bastonla vuruyor, 15 yaşındaki çocuk tekme atıyor. Hepsi gelse ölürsün tabii o hengâmede. Bir ara havada uçuyorum, sonra Karadeniz'in buz gibi sularındayım. Sudaki bir kayanın arkasına geçiyorum.
Taş yağıyor. Bir ara iki kişi kollarımdan çekmeye başlayınca "Tamam kurtardık" dememe kalmadan asfalta adım atar atmaz yine saldırıyorlar.
Bizim minibüsü görüyorum, can havliyle koşarken kimi tükürüyor, kimi tekmeliyor. Nihayet bizim minibüsün kapısına yapışıyorum ama içerden arkadaşlar çekiyor, dışarıdan adamlar. Nihayet minibüsteyim.
Miting ânı geldi (3). Gülbahar Hatun Camii'nin aşağısında çukur bir alandayız, çanak gibi. Üstten köprü geçiyor. Öğrenci Birliği adına Durukal Çulha konuşmaya başlar başlamaz yeniden taş yağmuru altındayız. Durukal kürsüye de taş gelince mikrofonu bırakıyor.
Etraf polis dolu, öyle duruyorlar. Can havliyle, taş yağmurundan kurtulmaya çalışıyorsun, çanaktan çıkmayı başarıyoruz. Pek çok arkadaşımız yaralandı. Mitingi yapamamış olduk.
Saldırganların başını herkesin tanıdığı AP'li kuyumcu, kitapçı gibi esnaftan kimseler ve onların adamları çekiyorlar. Elbette ki, Komünizmle Mücadele Derneği üyeleri ve Ülkü Ocaklılar da saldırganlar arasındaydılar.
68'in cinsiyeti biraz erkekti
Trabzon yüz yıl önce altı dilde gazetenin derginin yayımlandığı bir şehir... (4) Edebiyatın, sanatın, kültürün, Doğu Karadeniz'in merkezi. Ankara'dan sonra Trabzon'a gelince ilk etapta biraz sıkıldım; hareket alanım son derece sınırlı.
Şehir küçük, 50-60 bin nüfus. İlk bir ay liseden bir arkadaşın evinde kaldım, kampüsün ilk yurdu açılınca, hemen geçtim. Başta hafta sonları ava falan giderdik, sonra her şey o kadar hızlı gelişti ki...
Mübalağasız her gün üniversitede olay var, şehre de yansıyor. Üniversiteyi koruyoruz, şehri de korumaya çalışıyoruz...
Hepimiz Trabzonsporlu'yduk (5), takım daha yeni, o ilk kadrolarıyla Türkiye'nin en eğitimli takımı olduğu söylenirdi. Sahiden de oyuncular ya KTÜ ya da Eğitim Enstitüsü öğrencisiydi; Osman sınıf arkadaşımdı ve takımın hamalıydı.
İlk aklıma gelen isimler, KTÜ'den Atay Aktuğ (Trabzon eski Belediye Başkanı), Faruk (Nafiz Özak, 60. Hükümet, Bayındırlık ve İskân Bakanı), Bülent, İskender, Eğitim Enstitüsünden Şenol Güneş (A Milli Takım eski teknik direktörü), Necmi, Haydar. Özkan Sümer'e "Dostoyevski okuyan antrenör" denirdi.
Şehir futbolcularını seviyordu, hepsi kendi çocukları, donla gezdikleri zamanları biliyorlar. Kadınlı erkekli takıma verilen destek oyuncunun hayatına hem keyif hem keder getiriyordu; yenilince kahveye bile çıkamazdı, kazanınca düğün bayram. Futbolcularla arkadaştık, bizimle dolaşırlardı, Ülkü Ocaklı'yla değil...
Okulda kızların sayısı çok azdı, Trabzonlu olmayanların sayısı daha da az. Kız yurdu olmadığı için bu arkadaşlarımız kampüste öğretim üyeleri için ayrılan lojmanlardan birinde kalırlardı. Bizim onları ziyaret etmemiz hayli zordu.
Keza servislerle şehre indiğimizde, Trabzonlu kız arkadaşlarımızla çok kısa bir mesafe yürüdükten sonra ayrılırdık. Onlara evlerine kadar eşlik edemezdik. Mimarlık öğrencisi bir kız arkadaşımız ailesinin de izniyle bizi evine yemeğe davet etmişti. Tabii süreç içerisinde bu konuda olumlu gelişmeler oldu ama genel bir muhafazakârlık vardı.
68'in cinsiyeti için biraz "erkek"ti demeliyim. Mesela, bizim mitingler öğrenci, yani erkek ağırlıklıydı, kızlar tek tük gelirdi. Açıkçası, feodal bir mantıkla çatışma ihtimali varsa kız arkadaşlarımıza gelmeyin de derdik.
Kız arkadaşlarımız "lojistik destek" verirlerdi. Şimdi elbette bunları çoktan aştık, her şeyi aştım mı? Buna da açık kapı bırakalım. Mücadelenin kadını erkeği olur mu? Olmaz da, hâlâ saldırı maldın ihtimali varsa doğal bir refleksle ilk copu biz erkekler yiyelim gibisine düşünmekten kendimizi alıkoyamıyoruz galiba.
Esas olarak Amerika'yı Türkiye'den kovacağız, öyle düşünüyorduk. Bir Barış Gönüllüsüne (6) Samsun'u terk ettirmiştik, antiemperyalist mücadelemiz çerçevesinde. Amerika ülkeni kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiriyor, çarpık kapitalistleşme nedeniyle işçi ve köylü emeğinin karşılığını alamıyor.
Yani sömürünün ortadan kalkacağı bir düzen için çalışıyorsun, sosyalist bir düzen için. Antiemperyalist olmak lazım, Amerika, üsler gitmeli, herkes bu mücadelede yer almalı diye düşünüyordum.
Trabzon bölgesinde ABD'nin Boztepe'deki Flava İstasyonu (7) halkın gözünde emperyalizmi ve ABD'yi somutlaştırıyor, gençliği desteklemesini kolaylaştırıyordu. Fındık üreticisi için zaten yaşantısı sömürünün bilincine varmasına yeterdi; gençlerle konuştukça da durumu daha iyi kavrıyorlardı.
40 yıl sonra bakınca 68 dediğin anda devrim hayali var tabii ama genel açısından bakınca kendimi de içine katarak başkaldırı, isyan demek istiyorum. Giderek düzene de isyana dönüşen, haksızlıklara, adaletsizliklere karşı çıkma, insanların eşit ve özgür yaşama arzusu.
Köy köy fındık tütün
Köylüler sorunlarını kavradıkça özellikle 1969 ortalarından itibaren hareketlendi. Öncelikle Fatsa çevresinde fındık taban fiyatları başta olmak üzere fındık üreticileri sorunlarının çözümü ve temel hakları üzerine mitingler düzenliyor, emperyalizme karşı çıkıyorlar, bizler de tabii ki bu mitinglere katılıyorduk.
Alaçam tütün üreticilerinin sorunları ve direnişleriyle ilgili Ertan Saruhan'la (8), Çörtük İsmet'le (9) görüşürdük. İsmet'in Çarşamba'da, ırmak kenarında, üst katı adeta bir kütüphane olan kahvesine giderdik, Ertan'la Samsun'da görüşürdük.
Ordu, Giresun, Samsun'a gider gelirdik. Çok köy çalışmalarında Samsun, Çarşamba dağ köylerini dolaşıyoruz. Böyle bir günde, dediler Cuma namazı kılacağız.
Peki, dedik, ben de kılmasını bilirim. Farkında bile değilim kaç gündür geziyoruz, çamaşır falan değiştiremiyoruz, çorabım yırtılmış... Köylünün gözü onu görüyor, "Kendilerini fakir göstermek için yırtık çorapla camiye gelmiş" demişler.
Bu köy çalışmalarında ne kadar dikkatli olmamız gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Karadeniz insanları dışarıdan gelen halklar olması nedeniyle Türkiye'nin en kozmopolit en parçalanmış bölgesi.
Çaykara-Maçka-Tonya hattında yaşlılar Rumca konuşurlar. Devletin politikası gereğince Lazlık etrafında sempati yaratıldı. Karadenizli olan herkese Laz denir, kimse de itiraz etmez. Fatsa dışında devlete karşı tek bir isyan yoktur, ancak Karadeniz'den çok devrimci çıkmıştır. 1980 öncesi devrimciler bölgede çok örgütlüydü.
Bizim gözümüz kulağımız Ankara'da, İstanbul'daydı da aynı zamanda; gidip geliyoruz, memleketin her bir yerinde sola, sosyalistlere ilişkin olumlu olumsuz gelişmelerden etkileniyoruz, seviniyorsun, üzülüyorsun. Oralarda oldu biz de yapalım meselesi de var tabii.
Yurt baskını
KTÜ'de gece gündüz okulda nöbet tutuyoruz. 70'teydi sanıyorum (10) Ülkü Ocaklılar çevre illerden hatta Erzurum'dan da adam toplayarak yurdu bastılar. Alt katları boşalttık, barikat kurduk. Daha ortada olup da ilk katta kalanlar terk etmediler odalarını.
Odalar tek tek basılınca camdan dışarı atlayarak kaçıyorlar. Jandarma saldıranları dağıtmaya çalışıyor, dağılmıyorlar, sonunda ateş ediyor. Baskıncılardan biri, yanlış hatırlamıyorsam ismi Ümit idi yaralanıyor, hastane yolunda ölüyor.
Bu olay üzerine Trabzon çok gerginleşti, okul kapandı... Okul kapanınca memleketlerimize gideceğiz ama can güvenliği sorunu var. Otobüslerimize bindik, jandarma otobüslere il sınırına kadar eşlik etti.
Dönüşte ise, Samsun'da buluşuyorduk ve Trabzon'a toplu gidiyorduk. Erzurum'u da kapsayan büyük bir hareketti bu. Yine de devrimcileri Trabzon'dan atamadılar.
"Titrek Hamsi Hücresi"
Darbeden önceki son iki yılda gözaltılar yaygındı, bir hafta, iki hafta, bir ay kalıp çıkıyorsun, tek tük yargılanıp bir-iki yıl yatanlar da olmuştu.
Bir yerde bir şey olunca üç-beş isim biliyorlar, bu isimler olayda olsun olmasın mutlaka alınırdı. İstanbul'da THKP-C'nin İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'u kaçırması üzerine ülkenin her yerinde gerçekleştirilen Balyoz Harekâtı bize de vurdu, tutuklanıp Trabzon'dan Ankara'ya götürülüp "Yıldırım Bölge" ye (11) konduk.
Oradan buradan getirilen insanların çoğu birbirini tanımıyordu. Sosyalist Türkiye kitabının yazarı Ali Faik Cihan, daha sonra TÖB-DER (12) genel başkanı olacak öğretmen Gültekin Gazioğlu ile birlikte getirilmiştik. O sırada Zülfü Livaneli de oradaydı.
Benim de aralarında olduğum Karadeniz grubu bir-bir buçuk ay kadar kaldıktan sonra, dava bile açılmadan bırakıldık. Livaneli yazılarında "Titrek Hamsi Hücresi" demişti bize. Hatırladığım kadarıyla daha sonra KTÜ rektörü olan Doç. Dr. Erdem Aksoy ve Doç. Dr. Edip Yazgan da (matematikçi) alınanlar arasındaydı.
Asla milliyetçi değildik, okuduklarımız kadar enternasyonaldik
O arada teorisiz olmayacağını görüyorsun. Politzer'in Felsefenin Temel İlkeleri'nden başladık, okuyoruz, okuyoruz. Mühendislik öğrencisiyiz, artık dersler o kadar da önemli gelmiyor.
İki işimiz var, bir okumak bir kavga etmek... Faşist örgütlenme güçleniyor, lümpen kesimi bize karşı örgütlemeye çalışıyorlar. Bizim de şehirle ilişkimiz yoğunlaşıyor, sadece okuyan yazanlar değil, kabadayılar da bizi seviyor.
Cumhuriyet ve Akşam'dan Çetin Altan üzerimizde etkiliydi. Milli mücadele, açık işgale karşı verilen mücadele hepimiz için önemliydi, dolayısıyla kalpaklı Mustafa Kemal önemli bir simgeydi. Ben ailemin CHP geçmişinin önemli olduğunu düşünüyorum. Asla milliyetçi değildik, hiçbir arkadaşımızın dini, etnik kökenini bilmezdik.
"Ordu Gençlik El Ele" sloganları atıyorduk. Bizim kuşak sokağa ilk Kıbrıs mitingleriyle çıktı; 14-15 yaşlarında çocuklardık o zamanlarda, 1963'lerde. Denktaş'ın büyük oğlu Raif, ben kolej sondayken, lise birdeydi.
Mücahitlik olayı başladı, başka yerlerde okuyan Kıbrıslıtürkler memleketlerine dönüyorlar. Denktaş'ın oğlu da gitmişti. Biz de o yaşımızda Anamur üzerinden Kıbrıs'a gitmeyi falan düşünüyoruz. Hatta, Anamur'da yakalanıp dönen arkadaşlarımız da olmuştu.
O zamanlar Demokrat Parti'nln Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu' yu (13) "Mr. Yüzde 10/ Denizde yüzer filon/ Kıbrıs'ı kaça sattın/ Yüzde 10 mu komisyon" sloganıyla protesto ederdik. "Ya taksim ya ölüm, Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır" diye bağırırdık. Bunların etkisi oldu tabii bizlerde.
KTÜ'ye Filistin'den, Suriye'den, İran'dan gelmiş öğrenciler vardı, dolayısıyla enternasyonal bir ortamdı. Kürt arkadaşlar kendi aralarında konuşurlardı, Doğulu denirdi tabii, Kürt lafı pek yoktu. Ben kendi adıma Türkiyeli gibi bakıyordum.
O yıllarda "Kürt meselesi" tartıştığımızı hatırlamıyorum. Böyle bir "mesele"den haberdar da değiliz. Tarihi ve teorik bilgin de henüz buna elvermiyor. Benim babam Ahıskalı (şimdi Gürcistan'da). Ardahanlı olan annemle evlenince Kars'a yerleşmişler. Kars'ta Kürtler vardı ama senin ona farklı, kötü bakacağın bir ortam yoktu.
Baba tarafından birçok Gürcü yengem var, hatta biri Hıristiyan Gürcü Mina Yenge, buraya gelmiş olmuş Müslüman Mine Yenge. Eşim de Şapsı, Çerkez Ethem gibi. Ne var ki tek kelime Şapsıca bilmiyor. Kız kardeşimin eşi Oset. Bizim aile dünyalı; aramızda Cezayirli ve Boşnak da var. Yani benim kişisel olarak "Türklük" gibi bir meselem olamazdı da.
Peki ne kadar enternasyonaldik? Marx'ı, Lenin'i kendinden biliyorsun, hayransın. Galiba okuduklarımız kadar enternasyonaldik. Çekoslovakya'nın işgalinde kafamızda müdahaleye karşı çıkmak vardı ama ABD/Batı sosyalizmin anayurdu SSCB'nin elinin altından Çekoslovakya'yı kaydırıyor, anladığın bu, dolayısıyla "mubah" görme durumu oldu, yani bir tür onay verme gibi. Ama işgalin uzamaması gerektiği görüşündeydik.
Vietnam önemliydi. Vietnam deyince Clay'in (14) askere gitmeyi reddetmesi gelir aklıma. Çok etkilenmiştim. Gönlümüz Vietnam halkıyla beraberdi. Her mitingde "Ho Ho Ho Şi Min, Daha fazla Vietnam" sloganlarıyla ortalığı yıkardık.
Türkiyeli devrimciler dayanışma anlamında en güzel sınavı Filistin üzerine verdiler bence; coğrafi yakınlık da kolaylık sağlıyordu. KTÜ'deki Filistinli arkadaşlarımıza, "Okul neyinize, savaşa katılmanız lazım" derdik.
Bazıları da "teşkilat"ın ne dediğini aktararak cevap verirdi; "Mühendis, doktor olacağız, Filistin devletinin inşasına katılacağız."
Mamak'taydım Sabra Şatilla Katliamı (15) olduğunda; havalandırmada kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Aramızda, "Dilekçe verelim, bizi göndersinler Filistin'e, bizden de kurtulmuş olurlar" laflan döndüğünü hatırlıyorum.
Filistin'de mücadeleye katılan, hayatını oralarda yitiren, işkencelerden geçen, hapishanelerde kalan arkadaşlarımız var. Belki Vietnam da yakın olsaydı, gidenler olurdu. Vietnam'da yaşananların bizdeki antiemperyalist mücadelenin yükselmesinde etkisi çok oldu. 2008'de dünya ve imkânlar çok farklı; katliamlar, ihlaller, destek-dayanışma bir tuşla dünyanın öbür ucuna gidiyor.
Kendi maceram
1949'luyum; 1966'da Ankara Koleji'ni bitirdim, 66-68 arası Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Filolojisi'nde okudum. Sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümüne geçip kendimi Trabzon'da buldum.
Haziran 1968'deki DTCF işgalinde oradaydım ama örgütlü bir öğrenci değildim. İşgale, forumlara katıldım öğrencilerin çoğu gibi. TİP beni pek etkilemedi, hatta bir arkadaşımın yakasında TİP rozeti görünce, "Ne bu ya" dediğimi hatırlıyorum.
Başta sosyaldemokrat olarak bütün eylemlere katılıyordum, yoğun tartışmalardan sonra 1969 ortalarında sosyaldemokratlardan ayrıldım, devrimcilerin safına geçtim.
Ertan Saruhan, Denizler, ibolardan (Kaypakkaya) (16) ama en çok Mahir'den etkilendik tabii, Siyasal'da Mahir Çayan'ın konuşmalarını dinleme şansı yakalayanlar ballandıra ballandıra anlatırlardı. Cemaat ilişkisi şeklinde demesem de hepimiz fabrikasyon şekilde MDD'ci olduk, devamla Kırmızı Aydınlık, sonra da THKP-C, KTÜ devrimcileri de toptan THKP-C'yi desteklediler.
1980 darbesi olduğunda MTA'da jeoloji mühendisi olarak çalışıyordum. Devrimci Yol davasından içeri alındım. Önce ana dava içinde mütalaa edildim, daha sonra benim adıma bir dava açıldı. Otuzdan fazla kişi birlikte yargılandık. Hepsi MTA'lı idi. 5 yıl hapis, 20 ay da Konya'da gözetim cezasına çarptırıldım.
3 yıla yakın yattıktan sonra tahliye oldum. Eşimin işi Ankara'da olduğundan gözetim cezasını Ankara'ya aldırdık. 10 ay boyunca Aşağı Ayrancı karakolunda açılan deftere imza attım. Gözetim cezalarının kaldırılması üzerine imza faslı sona erdi.
Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) kuruluşunda yer aldım, ÖDP genel başkan yardımcılığı yaptım. Halen ÖDP'deyim, mühendis olarak çalışmaya devam ediyorum.
Ankara Koleji Mezunları Derneği kurucularındanım ve kurucu ikinci başkanıyım. iki kez evlendim. İki kızım ve bir oğlum var. Kars'ta doğdum, Ankara'da büyüdüm ve halen yaşıyorum, Trabzon’da kendim oldum. Bu üç kentin bende apayrı yerleri var. (NM/DB)
Dipnotlar:
1. Favori, solculuğun simgelerinden biri olarak kabul ediliyordu o yıllarda.
2. Mustafa Suphi (1883-1921) Türkiye Komünist Partisi kurucusu. Mustafa Suphi, eşi ve 14 arkadaşıyla 28- 29 Ocak 1921 gecesi Sürmene açıklarında bir takada, balıkçı kâhyası Yahya ve adamlarınca öldürülerek Karadeniz'e atıldı.
3. 15 Şubat 1969’da 6. Filo’ya karşı düzenlenen mitingde 20 kişi yaralandı.
4. Osmanlı döneminde Trabzon’da yayımlanan Rumca, Ermenice ve Fransızca gazeteler şehrin entelektüel hayatıyla ilgili bilgiler veriyor. Vali Ali’nin gayretiyle şehirde ilk tiyatro açılıyor, İstanbul ve Avrupa’dan gelen tiyatro açılıyor, şehrin ilk fotoğrafevi, İstanbul’dakinden on yıl sonra 1868’de açılıyor. (www.trabzon.bel.tr/English/index.html).
5. Trabzonspor İdmangücü, Karadenizgücü, Martıspor ve Yolspor’un katılmasıyla 20 Temmuz 1966’da kuruldu. (www.trabzonspor.org.tr)
6. ABD Başkanı John F. Kennedy ABD'yi dünya siyasetinde yeniden güçlendirmek için Soğuk Savaş’ta bir silah olması amacıyla 1961'de Barış Gönüllüleri Örgütünü kurdu. Türkiye’de 1962-70 yılları arasında 1201 Barış Gönüllüsü bulundu; yüzde 67’si İngilizce öğretiminde, yüzde 14’ü toplum kalkınmasında, yüzde 6’sı ise çocuk bakımı programında çalıştı. Barış Gönüllüleri programı halen 78 ülkede sürüyor (Oktay Akbaş, Amerikan Gönüllü Kuruluşları: Barış Gönüllülerinin Dünyada ve Türkiye’deki Çalışmaları’, Gazi Üniversitesi, Türk Eğitim Bilimleri dergisi, 2006, c. 4, sayı 1; www.tebd.gazi.edu.tr/arsiv/2006_cilt4/ sayı/85-99.pdf).
7. 1953’te kurulan kısaca TUSLOG Det 3-1 olarak anılan ABD Türk Lojistik Müfrezesi 3-1 (Turkish United States Logistics Detachment 3-1) 1972-73’te kapatıldı. Sovyetler Birliği, Gürcistan ve Ermenistan sınırlarına 100 mil uzaktaki Tuslog Det. 3-1 ‘Soğuk Savaş’ yıllarında önemliydi (www.trabzonair station.com/about_us.htm).
8. Ertan Saruhan (1942, Fatsa, Beyceli köyü, 1972) Karadeniz'de Türkiye İşçi Partisi'nde başladığı politik mücadelesini başta fındık üreticilerinin mücadelesi olmak üzere her alanda yürüttü, TİP'te yaşanan ayrışmada MDD çizgisinde yer aldı, daha sonra katıldığı THKP-C'nin Karadeniz bölgesindeki örgütlenmesinin öncülerindendi. Mahir Çayan ve arkadaşlarının Fatsa'ya geliş sürecinde her türlü lojistik desteği sağladı, Kızıldere'de öldürüldüğünde 30 yaşındaydı.
9. İsmet Çörtük; TİP Çarşamba İlçe Başkanı.
10. 5 Haziran 1970.
11. 12 Mart darbesi sonrası Ankara Dışkapı semtinde oluşturulan Askeri Gözaltı Merkezi. Sonradan "Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu" adıyla kadın tutukluların kaldığı bir yere dönüştürüldü. Yazar Sevgi Soysal (1936-1976), kendisinin de kaldığı koğuşla ilgili anılarını Politika gazetesinde tefrika etti, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu adıyla ilk kez 1976'da yayımlanan kitabı (İstanbul, Bilgi) Bütün Eserleri dizisinde iletişim Yayınları tarafından 2003'te yeniden yayımlandı.
12. Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) 12 Mart askeri darbesiyle TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) kapatıldıktan sonra kuruldu, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası kapatıldı.
13. Demokrat Parti döneminin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Başbakan Adnan Menderes 27 Mayıs darbesi sonrası Yassıada Mahkemelerinde yargılandılar, 17 Eylül 1961'de idam edildiler.
14. Muhammed Ali Clay (1942) Vietnam'da savaşmayı 1967'de reddetti. Ağır siklet boks şampiyonunu basın yurtsever olmamakla suçladı, New York Eyalet Atletizm Komisyonu ve Dünya Boks Birliği boks lisansını elinden aldı, beş yıl hapse mahkûm olduysa da üç yıl sonra Yüksek Mahkeme'de davayı kazanınca 1970'te ringlere geri döndü.
15.16 Eylül 1982'de Batı Beyrut'taki Sabra ve Şatilla mülteci kamplarına saldıran Lübnan'daki aşırı sağcı Falanjist gruplar 700 ila 3500 Filistinli kadın, çocuk ve yaşlıyı katletti. Bir dönem İsrail devletinin başbakanlığını yapan Ariel Şaron, "Beyrut Kasabı" lakabıyla hafızalara kazındı.
16. İbrahim Kaypakkaya (1949- 1973) Devrimci mücadeleye Çapa Yüksek öğretmen Okulunda başladı. MDD çizgisindeki bölünmede Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) saflarında yer aldı, işçi ve köylü eylemlerinde ön saflardaydı. 1972'de PDA çevresinden ayrılarak Türkiye Komünist Partisi Marksist-Leninist (TKP-ML) ile ona bağlı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu’nu (TİKKO) kurdu. 24 Ocak 1973’te Tunceli mezralarındaki çatışmada yaralanmasından beş gün sonra yakalandı. İzin vermediği halde donmuş ayakları kesildi. Ağır işkencelere maruz kalan Kaypakkaya'nın parçalanmış cesedi 18 Mayıs i973’te, “intihar ettiği” söylenerek babasına teslim edildi.