Sumru Yavrucuk, son yıllarda, özellikle Yabancı Damat dizisi en çok izlenen dizilerden biri olmaya başladığından beri, adını sıkça duyduğumuz yani bizim için “popüler” olmaya başlamış bir oyuncu.
Bu rolü nasıl bu kadar iyi icra ettiği, nasıl çalıştığı ve böylece hatırlanan tiyatro-sinema oyunculuğu hakkında sorular her röportajında kendisine tekrar tekrar soruluyor. Özellikle Feride tiplemesinin yaşlarında seyreden annelerimizin yorumu onun başarısını anlamaktaki yolu bize tarif ediyor: “Kadın tiyatrocu, oynuyor!”.
Tabi ki tiyatrocu geçmişi onun özellikle kadınlar tarafından hayran olunması, ya da yine özellikle kadın seyircilerin adeta kendilerinin bir kopyalarını izliyor olduklarını hissetmeleri için tek sebep değil. Zira tiyatrocu bir geçmişi olmayan birçok sanatçı da, bizlere çoğu zaman oyunculuk harikaları izletiyor.
Mücadeleyi tiyatroyla sürdürmek...
Ama Sumru Yavrucuk’un kendisinin de “ben hayata karşı rövanşımı hep tiyatro ile aldım” demesi gibi; tiyatroyu hayatla mücadele kanalı olarak seçmesi onun bu samimi ve alabildiğine insani oyunculuğunun en önemli kaynaklarından biri gibi görünüyor.
Sumru Yavrucuk, ortaokul ikinci sınıfta başlıyor oyunculuğa; okulda alınmadığı tiyatro kolunun gösterisine alternatif bir gösteri hazırlayarak. Sonrasında tiyatro yapmadan yaşayamayacağını anladığı söylüyor.
Yolculuk Şan bölümünde başlıyor...
Tiyatrosuz ya da sanatsız yaşayamamak ifadesi bu günlerde artık ne yazık ki bir parça klişeleşmeye başlamış bir, ‘ben çok kararlıyım’ gösterisine dönüşüyor olsa da; Sumru Hanım’ın iddiasının sonuna kadar gerçek ve inatçı olduğunun kanıtı onun yaşam hikayesi. Zira Sumru Hanım, ortaokuldaki bu macerasından sonra konsevatuvar sınavlarına giriyor ve hatta tiyatro bölümüne alınmayınca, şan bölümünü kazanıp konservatuarın kapısını aralıyor.
Sonrasında konservatuar hayatı tiyatro eğitimi ile devam ediyor, eğitim döneminden başlayarak tiyatro ile deneyimleri ona hep ödül ve başarılar getiriyor. Tiyatro ile birlikte bir dizi sinema filmi ve diziye de imza atıyor.
10 yıl işitme engellilerle tiyatro...
Belki de Sumru Hanım’ın sanat yaşamının en etkileyici dönemlerinden biri de işitme engelli gruplar ile tiyatro yaptığı dönem. 10 yıl kadar işitme engelli gruplar ile çalışıyor ve Susuz Yaz ve Kurban isimli oyunlar bu çalışmaların sonucunda sahneliyor.
Bu oyunlardan Susuz Yaz 1986 yılına Türkiye Sağır Dilsizler Mim Festivali En İyi Yönetmen Ödülü’nü alıyor, Kurban ise 1985’te Barcelona Dünya 2. Pandomim Festivali En İyi Yönetmen Ödülü’nü alıyor.
Bunca ödülün hakkını verip bir yana koyarsak; bu çalışmalarında asıl etkileyici olan, devlet memuru bir tiyatrocu olarak maaşını alıp, oyununu oynayıp sakin bir hayat sürmekten ziyade belki de hiçbir oyuncunun kolay kolay cesaret edemeyeceği ya da etmeyeceği bir alana girmesi; böylece hem tiyatronun sosyal bir işlev kazanmasını sağlaması, hem de kendini, kendisinin de belirttiği gibi bu çalışmalar ile hiç tahmin etmediği kadar çok geliştirmesi.
Tiyatroda, sinemada; söz konusu bir rolü canlandırmak olduğunda, erkekler mizahi ve lirik öğeleri nasıl oyunculuklarına yedirdikleri, nasıl oyunculuk buluşları yaptıkları, ne kadar geniş bir yelpazede farklı oyunculuklar sergiledikleri ile telaffuz edilirlerken, kadınların oyunculukları daha ziyade bakışları, duruşları, ya da kısacası “havaları” ile ölçülebiliyor.
Oyunculuk gücünü "emekle" kurdu...
Bir oyuncunun sahne hakimiyetinin, sempatisinin ve teatral anlamda fotoğrafının, yani belki de havasının önemi tabi ki göz ardı edilemeyecek sanatsal ibrelerdir. Fakat Sumru Yavrucuk, oyunculuk ile olan dostluğunu ortaokuldan beri adım adım işlediğinden belki de, ya da kendi deyimiyle rövanşı hep tiyatro ile aldığından; onun havası da adım adım emek kokuyor.
Zira o annelerimizi yarım saatlik bir sürede önce güldürüp sonra gözünden yaşlar akıtabiliyorsa; bu hem onun geniş oyunculuk yelpazesinin, hem “havasının”, hem de kadınca bir şeylere dokunduğunun kanıtıdır. (PG/NZ)