Serin bir Bremen sabahında, önümde duran binanın zillerinde Hacer Arıkan adını arıyorum. Hacer'le bundan önce defalarca görüşmüş olmamıza rağmen heyecanlı ve gerginim.
Cesaretimi toplayıp zile basıyorum. Hacer'in sesiyle rahatlıyorum. Günün hangi saati olursa olsun aynı sevgi ve mutluluk tonunda karşılıyor beni. İçerisi sıcak, ''Hoşgeldin ''diye sarılması, sımsıcak.

"Hayata dönüş" davası avukatlarından 'zamanaşımı' tepkisi
Oturma odasına geçiyoruz, Hacer masanın üzerine kahvaltı hazırlamış. Çay da hazır, diyerek mutfağa yöneliyor. Çayları birlikte alıp oturuyoruz. Masanın dayandığı duvarda kocaman bir tablo asılı. Sarışın bir kadın, eteklerini serip, yemyeşil çimenlere oturmuş. Eteklerinin üstünde oynayan, mutlu, afacan dört çocuk. Tabloya dikkalice baktığımı görünce, "Bu tabloya baktıkça çocukluğumuzu ve annemi hatırlıyorum. Biz de dört kardeşiz ya, bu tablo mutluluk veriyor bana" diyor.
Kahvaltıdan sonra yeni çaylarımızı doldurup, koltuklara geçiyoruz. Cebimden ses kayıt cihazını çıkarıp, sehpanın üzerine bırakıyorum.
"Başlıyor muyuz?" diyor.
Sen hazır olduğunda..
(Gülüyor), Ben hep hazırım. Daha önce de çok röportaj verdiğim için alışkınım. Sırtını koltuğa yaslıyor. Sorabilirsin.
Hacer, ne zaman ve nerede doğdun?
1 Nisan’da doğdum. Annem eve geldiğinde sancıları başlamış ve evde doğurmuş. Ailenin yaşayan üçüncü çocuğuyum, tek kızım. İki ağabeyim, benden sonra bir erkek kardeşim var. Gönen’in Sarıköy’ünde büyüdüm. Çocukluğum çok güzeldi.
Tek kız çocuğu olmam nedeniyle aile içinde hiç baskı yaşamadım. Babam CHP’liydi, annem okuma yazma bilmezdi ama çok ileri görüşlüydü. Beni kendi ayakları üzerinde duran bir insan olarak yetiştirdi. Abilerim de bana hiçbir zaman yasak koymadı. Ege’de, karma yapılı bir köyde büyüdüm; bu da özgür hissetmemi sağladı.
Politik fikirlerle ne zaman tanıştın?
Ortaokul yıllarında abilerim devrimci fikirlerle tanışmıştı. Evde sürekli tartışmalar olurdu. Onlar kitap okurdu, ben de okumaya başladım. Büyük ağabeyim Erdal üniversiteyi bitirdiği dönemde cezaevine girdi. 12 Eylül’ü o cezaevindeyken yaşadık.
Bu seni nasıl etkiledi?
Annem “Benim oğlum kötü bir şey yapmaz” demişti. Cezaevi görüşlerinde abimi yara bere içinde görmek çok etkileyiciydi. O yaşta cezaevi gerçeğini tam kavrayamasam da büyük bir haksızlık olduğunu hissediyordum. Edip Akbayram’ın Aldırma Gönül türküsü abimle özdeşleşti. Annemle sık sık birlikte dinler, ağlardık.
Bu yaşananlar devrimci olmana neden oldu mu?
Annem her zaman, bizi birbirimizden ayırmadan, her birimizin ihtiyaç duyduğu kadar kıyaslama yapmadan, karşılıksız sevdi. Ben annemin seviş tarzına hayrandım. Devrimci olmamın nedeni abilerim değil bence annemdir. Annemin insanlara olan sevgisi, yaşamdaki duruşu.
Devrimcilik, bir bakış açısı sonuçta, bir yerden alınıp, bir yerden başlamaz. Doğa sevgisi, hayvan sevgisi, insan sevgisidir devrimci olan. Devrimcilik, toplumun yapısından koparılarak, kişinin tek başına olması değildir, olmamalıdır da.
12 Eylül dönemini nasıl yaşadın?
Öncelikle 12 Eylül'ü Türkiye'nin doğusunda yaşayan halklar gibi yaşamadık. Yani bizlerde de sokağa çıkma yasağı vardı ama evden eve kaçarak gidip gelirdik. Hatta askerlere nanik yapıp kaçardık. Tüm ülkenin üzerinde baskı vardı ama bizde baskının şiddeti azdı.
Yani hiç bir asker silah doğrultmadı bize. Evdeki durum içinde şöyle söyleyeyim, ortaokul bitmişti, abim cezaevindeydi. Sınıfta başarılıydım, okumayı istiyordum, annem de bunu hep söylemişti. Ancak durumları ortadaydı, yaşadıkları acı ve sıkıntıyı görüyordum. Bir çocukları içeride, cezaevindeyken, okumak istiyorum diyemedim. Abimin cezaevinde ihtiyaçları karşılanıyordu.
Görüş ziyaretine gidip gelme, yol masrafları derken ağır bir yükümlülük tutuyordu. Bu koşullarda bir de okul masrafları eklenmesi zordu, beklemem gerekiyor diye düşündüm. Ama babam bana sürpriz yaptı. Okullar açılmıştı. Düz liseye bu yıl gönderemedim, en azından Akşam Sanat Okuluna yazdırayım diye düşünmüş. Kayıt için gittiğinde, müdüre hanımla konuşmuş.
Müdüre hanım da buranın lisesine kaydedelim o zaman diyerek beni meslek lisesine kaydetmiş. Meslek lisesi planladığım bir şey değildi ama çok sevinmiştim.
Öğretmenlik mesleğini seviyordum. Her koşulda öğretmen olabilecektim. Düz lisede olsaydım, hukuk seçmek için bir alternatifim olurdu. Abimin durumuyla da bağlantılı avukat olmayı isterdim. Yani haksız yere cezaevine girenleri savunmak, hedeflerimden biriydi. Ancak öğretmenlik benim için vazgeçilmezdi.
Bir de sen sorunca aklıma geldi. Köyde yaşadığımız için o zamanlar, şehirde yaşamak isterdim.
Bu isteğin ne zaman gerçekleşti?
Üniversiteye gidince. Ankara'da Gazi Üniversitesi, Meslek Eğitim Fakültesini kazanmıştım. Üniversiteye kayıt için babamla birlikte Ankara'ya gittik. Öğrenci işlerine girecekken babam belgeleri elime tutuşturdu, kızım okuyacaksan, işlemlerini de kendin yapacaksın dedi. Kaydımı yaptırdım, kalacak yer ayarladık. Babam beni bırakıp gitti. 19 yaşındaydım, ilk defa evden ayrılmıştım. Bir hafta sonra eve telefon açtım, ben okulu bırakıyorum diye.
Ankara'nın havasına dayanamıyorum, burada oksijen yok dedim. Yani yaşadığım zorlukları değilde hava kirliliğini bahane etmiştim.
Öğretmenlik yaptın mı?
Evet. Eskişehir Sivrihisar’a atandım. Öğrencilerimle aram çok iyiydi. Dört-beş yıl öğretmenlik yaptım. Hayatımın güzel dönemlerinden biridir.

Aşk hayatın nasıldı?
Âşık oldum ama uzun soluklu ilişkilerim olmadı. İnsanların hayata bakışı benim için önemliydi. Sadece para kazanmayı hedefleyen hayatlar bana uzak geliyordu. Ailem evlenmemi isterdi ama hiç zorlamadı.
Bu hayatı bırakıp neden devrimci mücadeleyi seçtin?
Toplumda büyük adaletsizlikler vardı. Yoksulluk, işsizlik, emek sömürüsü. Yaşadıklarım beni bu mücadeleye itti.
Toplumun gerçekten özgürlüğe ihtiyacı vardı. Haksızlıkları, açlık, yoksulluğu görüyordum. Tüm bunlara dayanamadığım için, gerçekten sosyal bir devletin kurulabileceğine inandığımdan tercih ettim bu yaşamı. Çalışan emeğiyle, kazandığıyla yaşayamıyor, ailesini geçindiremiyordu. Açlığa mahkumdu. İşsizlik sorunu tüm toplumun genelini kapsıyordu.
İnsan olmanın gerekliliğini oluşturacak bir düzen istedim sadece ve buna inandım. Benim çocukluğumdan beri istediğim şeylerdi bunlar.
Çiftçi bir aileden geliyorum. Yıl boyu çalışıp emek verilmesine rağmen yaşam şartlarının ne olduğunu gördüm. Sadece kendi ailemde değil başka ailelerin yaşamlarında da gördüm. Haksızlığa karşı mücadele vermenin ne demek olduğunu yaşadım, 12 Eylül'de yara bere içinde kalan abilerimi ve hatta ölümü gördüm. Anlatmak istediğim, yaşamın kendisiydi beni etkileyen. Bu benim hayata bakış açımdı.
"Beni tehdit ettiler"
Ne zaman tutuklandın?
1992 yılında bir operasyon oldu, gözaltına alındım. Gözaltında ağır işkenceler gördüm. Aynı dönemde abim de gözaltındaydı.
Beni en çok onunla tehdit etmişlerdi. ''Öldüreceğiz, abilerin hayatta kalmayacak'' diye. Sonra onların, hayatta olduğunu öğrendiğimde öyle sevinmiştim ki işkenceleri, acıyı unutmuş mutlu olmuştum. Gözaltından sonra mahkemeye çıkardılar. Mahkeme tutuklama kararı verdi. Cezaevi aracı ringlere bindirirken dayak başladı.
Cezaevine kadar dayak yedik. Ringin kapısı açılınca perende attım. Havada öyle dönerek uçtum ki inanılmaz. Yere düşünce de vurmaya başladılar. Gözaltında olan arkadaşlar üzerime kapandı. Arkadaş diyorum da tanımıyordum, hepsini sonradan cezaevinde tanıdım.
"Bugün gibi hatırlıyorum"
Ailenin tepkisi ne oldu, annen baban, keşke sen cezaevine girmeseydin, hatta bu işlere hiç karışmasaydın gibi tepkileri oldu mu?
Ailem için çok zor bir dönemdi, dediğim gibi abim de aynı dönemde gözaltına alınmıştı. Hem onun için koşturdular hem benim.
Hayatları hep bizim için koşturmacayla geçti. Düşüncelerimizin doğruluğunu biliyorlardı. Tartıştığımız zamanlar oluyordu, karşı geldikleri ya da onaylamadıkları şeyler olsa bile çocuklarına sahip çıkıyorlardı. Ben de her zaman o güveni duydum, yanlış da yapsam ailem bana sahip çıkar, annem babam beni korur diye.
Annem, ben gözaltına alınıp, cezaevine girmeden çok önce söylemişti; Artık öğretmensin, devrimciliğe desteğini katkını böyle ver diye. Annemin söylediği şekilde devam etseydim belki daha iyi olabilirdi. Ancak o dönem koşullarında böyle düşünmedim, hep daha fazla katkıda bulunmayı seçtim.
Cezaevi yaşamı nasıldı?
Bayrampaşa Cezaevine götürüldük. O zamanlar kırk beş kişilik koğuşta doksan kişiydik. Kadınlar koğuşu tekti, yatmak için yerimiz yoktu, nöbetle uyuyorduk. Ranzalarda ikişer kişiydik. Üst ranzada yatıyordum, dönerken aşağı itmişim yanımda yatan arkadaşı.
Onu aşağıda görünce öyle dehşete düştüm ki, öldü mü, yaralandı mı diye deli oldum. Bugün bile hatırlıyorum bende öyle yer etmiş. Sonraları direnişle bir kadın koğuşu daha açılması talebimizi, kabul ettiler. Koğuş yaşamını, komün yaşamını ilk zaman garipsedim.
Bulaşık yıkamayı hiç sevmezdim. Evdeyken bile yıkamazdım. Zaten tarla işleri, hayvanların bakımı derken aynı anda yiyemezdik yemeklerimizi. Herkes yemeğini yiyince tabağını yıkar kaldırırdı. Böyle bir düzenden sonra elli kişinin tabağı bardağı kaşığı...
Yıka yıka bitmiyor. Koca koca tencereler, bir de işkenceden çıkmışım kollarım tutmuyordu. Ama alıştım hatta zevkli gelmeye başladı. Bulaşık yıkarken türkü söylerdim.
Anne gel bak kızın bulaşık yıkıyor, yıkamayı da seviyor aman aman, diye.
Ben hayata, boş taraftan değil de dolu tarafından bakarım. Yani az bile olsa o doluya tutunurum. O nedenle cezaevinin içindeki yaşama da tutundum.
Komün yaşamı, o ortamda olması gerekiyordu. Ailesi gelmeyen, gelemeyen, maddi imkânları olmayan arkadaşlar vardı. Biz de üç kardeş tutukluyduk. Erdal abim İzmir de tutuklanmıştı ben İstanbul'da. Benden altı ay kadar sonrası Erol abimde İstanbul'da tutuklandı. Aile hangi birine gitsin, hangi birine yetişsin. Komünde herkesin ihtiyacı en asgari düzeyde bile olsa karşılanıyordu.
Bir de kendime ait hobilerim oldu cezaevinde.
Çiçek yetiştiriyordum. Bakımını üstlendiğim bir bahçe oluşturmuştum. Yerleri süpürdüğümüzde çıkan toz toprakla, yediğimiz yemeklerin posasını, çay posasını karıştırıyor, toprak yapıyordum. Her şeyin çekirdeklerini hemen ayırırdım bir tarafa.
Domates, biber, aklına ne gelirse. Çiçek tohumları da bulmuştum. Kedi tırnağı çiçeğim vardı, sabah güneş vurduğunda açardı. Sabahları kalkıp o çiçekleri izlemek benim için çok güzeldi. Beni rahatlatırdı. Pek çok arkadaşımın açısından da sanıyorum o köşe rahatlatıcı olmuştur.
Yani dört duvar arasındaydık, beton içinde ama bir köşesi yemyeşil, rengarenk çiçeklenmişti. Erol abim de kendine böyle bir bahçe köşesi yapmıştı. Biber, fasulye ne çıktıysa artık süsleyip püsleyip birbirimize hediye gönderirdik. Kendi emeğimle yetiştirdiğim o şeyleri unutamam.
19 Aralık 2000 gecesi ne yaşadın?
Operasyon olmadan önce Erol abimle görüştüm. Operasyon olabileceğini hissediyorduk. Bana hastaneye refakatçı yazdır kendini dedi. Beni korumak istiyordu.
Kabul etmedim. Ne yaşanacaksa beraber yaşanacak diye üsteledim. Operasyon olursa senin yanına gelmeye çalışacağım dedi, ayrıldık.
O gece operasyon oldu. Üzerimize hem silah sıkıyorlardı hem de tavanı delip bombalar atıyorlardı. Boğulma hissi yaşıyorduk, camları kırdık hava almak için. Kibrit kutusu içinde gibiydik, nereye kaçabilirdik ki.
Pencereler parmaklıklı, istesek de atlayamazdık. Kapıdan çıkalım desek, çıkış kapısının olduğu bölümün tavanında delik açmışlar, içeriye sürekli bombalar atıyorlardı. Kapıya doğru ilerlemek çok zordu. Kapıya yaklaştığımda gazdan dolayı fenalaşan arkadaşlarımı kurtarmaya çalıştım. Çekmek istedim. Seslendim, kalk, yakılıyoruz dışarı çıkmamız lazım dedim. Arkadaşım kendinde değildi. Çıkış noktasına yaklaştığımızda herkes panik halindeydi.
Anlık bir şey oldu, sanırım kalçama bir bomba gelmişti. Düşüp kaldım. O an nefesim kesilecek gibiydi. Dışarı çıkabilenler beni ve arkadaşı, çekmeye çalıştılar.
Onun öldüğünü anlayınca üzerinden geçip, beni el birliğiyle çekip kurtardılar. Arkadaşlarım kapıya bir metrelik yerde öldüler. Hepsinin ölüm yerlerini gördüm. Özlem'le Seyhan tanınmayacak haldelerdi.
O gece ölen altı arkadaşıma yedinci ben olabilirdim. Havalandırmaya çıktık ancak o zaman nefes alabildim. Yaşadığımı anladım.
Üzerimize tazyikli su sıkıyorlardı. O kargaşada çok bir şey hatırlamıyorum. Yüzümü görmüyordum ancak ellerimin derisinin aktığını görebiliyordum. Sırtım çok yanıyordu. Havalandırmanın yeri ıslaktı, kendimi rahatlatmak için sırtımı su birikintisine bıraktım. Çok sonradan öğrendim ki suyla temas ettiğinde daha kötü oluyormuş. Korkunç bir kargaşaydı. Herkes hem kendini hem de birbirini korumaya çalışıyordu. Bir avuç insandık. Askerler etrafımızı sardı sürüklenenler vardı. Beni sedyeye koydular. Bazı görüntüler kopuk kopuk hafızamda.
Bayrampaşa Cezaevi hastanesine götürüldüm. Hastaneye girer girmez, "ben geldim", dedim. Orada yıllarca refakatçi olduğumdan dolayı doktorları, hemşireleri tanıyordum. Ben geldim dedim ama durumumun ne kadar ağır olduğunu, ciddiyetinin farkında değildim.
Serum taktılar, acı ve ağrılarımı kesmek için ilaç verdiler, yara ve yanıkları temizleyip pansuman yaptılar. Sevk etmek zorundayız, dediklerini duydum.
Ben burada kalmak istiyorum, diye itiraz ettim. Burada kalamazsın, durumun çok ağır dediklerini hatırlıyorum, sonrası kopuk. Atılan bu kimyasal bombalar vücutta yanmaya devam ediyormuş.
Göz kapaklarım yanmaya başlamıştı, gözlerim kapandı. Önce Haseki Hastanesi'ne daha sonra da Cerrahpaşa Hastanesine gittiğimi hayal meyal hatırlıyorum.
Zaten hemen ameliyata alındım. Ameliyattan sonrası aklımda kalan nefes almakta zorluk çektiğimdi. Ölümle yaşam arasında çok gidip geldim. Ne kadar komada kaldım ne kadar kendimdeydim bilmiyorum. Yeni bir süreç başladı benim için o zaman.
"TİHV tedavilerimde yardımcı oldu"
Yaralanman ne durumdaydı?
Ağır yanıklarım vardı. Kimyasal bombalar vücutta yanmaya devam ediyormuş. Hastaneye kaldırıldım, ardından Cerrahpaşa’ya sevk edildim. Aylarca ölümle yaşam arasında kaldım.
Seni hayatta tutan neydi?
Operasyon çok büyüktü ölümler, yaralanmalar çoktu. Ben büyük ölçüde yanmıştım. Kendimi yakmamıştım, yakılmıştım. Bu gerçeği en başta anne babama ve herkese söylemeliydim. Bir anne baba için en ağır şey evladını kaybetmek.
Kendimi yakmadığımı, operasyonda kimyasal bombalarla yaktıklarını onlara kendim söylemeliydim. Ailemle görüştürmüş olsalardı belki söyler, kendimi bırakırdım. Annemle babamı yanıma sokmadılar, görüştürmediler.
Onların hastanede olduğunu, beni aradıklarını biliyordum, hissediyordum. Ama görüş yasaktı. Dört, beş ay boyunca hiç görüşemedik. Bu dirayetimi daha da yükseltti sanırım.
Kendimi yakmadığımı, yakıldığımı aileme anlatmak istedim. Onlarla görüştürülmedim ama bu direncimi artırdı.
Tahliye süreci nasıl oldu?
2001’de “cezaevinde kalamaz” raporuyla tahliye edildim. Türkiye İnsan Hakları Vakfı tedavilerimde çok yardımcı oldu.
Tahliye sonrası hayat nasıldı?
Yürüyemiyordum, her şeyimi ailem yapıyordu. Annem beni sürekli cesaretlendirdi. Yeniden yemek yemeyi, ayakta durmayı, yürümeyi öğrendim.
Üretime nasıl döndün?
Film kolektifi çalışmalarına katıldım. Kurgu ve belgesel çalıştım. 2006’da Karanlıktan Aydınlığa belgeseliyle Ankara Film Festivali’nde birincilik aldık.
Almanya’ya gidiş süreci nasıl gelişti?
Tedavi için davet aldım. Çıkış yasağım vardı, bir yıl sonra kaldırıldı. 2009’da Almanya’ya geldim.
Tedavi süreci nasıldı?
Burnum kendi derimden büyütülerek yapıldı. Çok uzun ve zor bir süreçti. Aylarca ameliyatlar ve bakım sürdü.
Almanya’da kalma kararını nasıl aldın?
Annem “Burada hayat çok zor, orada kal” dedi. Onun sözüyle iltica başvurusu yaptım. Zor bir karardı ama pişman olmadım.
Bugün hayatın nasıl?
Bremen’de yaşıyorum. Tedavilerim sürüyor. Yürüyüş yapıyorum, koroya katılıyorum, etkinliklere gidiyorum. Tek başıma yaşıyorum ama yalnız değilim. Hayatımı kurdum.

Almanya’ya yerleştikten sonra hayatın nasıl şekillendi?
İlk zamanlar çok zordu. Dil bilmiyordum, bedenim çok yorgundu. Tedavi süreci hâlâ devam ediyordu. Yabancı bir ülkede, alışık olmadığım bir sistemin içinde kendimi yeniden kurmam gerekti. Ama yalnız değildim. Dayanışma gördüm. Yanımda olan insanlar oldu. Bu bana güç verdi.
İltica süreci senin için ne ifade ediyordu?
İltica etmek kolay bir karar değildi. Bir yerden kopmak demekti. Ama aynı zamanda hayatta kalabilmek için başka bir yolum da yoktu. Annemin “Orada kal” demesi benim için çok belirleyici oldu. Onun bu sözü, gitmeyi değil, kalmayı mümkün kıldı.
Almanya’daki sağlık sistemiyle ilişkin nasıldı?
Burada sağlık sistemine ulaşmak daha düzenliydi ama süreçler yine de çok yıpratıcıydı. Özellikle yüzümle ilgili ameliyatlar hem fiziksel hem psikolojik olarak çok zorladı. Aylarca bandajlarla yaşadım. İnsan içine çıkmak istemediğim dönemler oldu. Ama bu süreçlerin geçici olduğunu kendime hatırlattım.
Bedeninle yeniden ilişki kurmak nasıl bir süreçti?
Çok zor bir süreçti. Bedenim bana ait ama tanıdığım beden değildi. Aynaya bakmak uzun süre kolay olmadı. Zamanla bedenimle barışmayı öğrendim. Engelli bir kadın olarak yaşamayı kabullendim. Bu bir kabullenişten çok, yeni bir dayanıklılık biçimi oldu.
"Unutulmasın, yaşananlar unutulmasın"
Üretim senin için hâlâ önemli mi?
Çok önemli. Üretmeden yaşayamam. Film yapmak, düşünmek, yazmak, bir şeylere katkı sunmak beni hayata bağlıyor. Fiziksel olarak her şeyi yapamasam da zihinsel olarak hâlâ üretimdeyim. Bu benim direniş biçimim.

Sanatla ilişkin bugün nasıl?
Sanat benim için iyileştirici. Koroya katıldım, şarkı söyledim. Sahneye çıkmak, sesimi kullanmak beni yeniden görünür kıldı. Sanat, bedenin sınırlarını aşabildiğim bir alan oldu.
Türkiye’yle bağın nasıl?
Kopmuş değil. Türkiye hâlâ hayatımın çok önemli bir parçası. Ailem orada, geçmişim orada. Ama artık hayatım burada. İki yer arasında parçalanmış değilim; iki yeri de taşıyorum.
Geriye dönüp baktığında, yaşadıklarını nasıl tarif ediyorsun?
Çok ağır bedeller ödendi. Çok can yitirildi. Bunları romantize etmek istemem. Ama hayatta kalmak da bir tanıklıktır. Ben tanıklık etmeye devam ediyorum. Yaşadıklarımın unutulmaması için.
Bugün kendini nasıl tanımlıyorsun?
Engelli bir kadın, politik bir özne, hayatta kalan biri. Ama hepsinden önce yaşayan bir insanım. Hayatla bağımı koparmadım.
Hayata dair seni hâlâ ayakta tutan şey ne?
İnsanlar. Dayanışma. Küçük şeyler. Yürüyüş yapmak, güneş görmek, bir dostla konuşmak. Büyük laflar değil. Hayatın kendisi.
Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?
Unutulmasın. Yaşananlar unutulmasın. İnsanlar yakıldı, öldürüldü. Ama biz hâlâ buradayız. Yaşıyoruz. Bu da bir söz.
Yani ben engelli bir insan olarak hayat kurabildim. Her gün doktor randevularım, terapilerim var. Buradaki rahatım iyi, tek başımayım ama mutluyum. Güzel bir yaşantım var. Tek başımayım dedim ama yalnız değilim. Her gün abi ve kardeşlerimle görüşüyorum.
Hatta akşamları internetten görüntülü açıyoruz, sanki bir evdeyiz gibi birlikte uzun sohbetler ediyoruz. Çevremde beni seven insanlar var. Onlarla birlikteyim. Hafta sonları koro çalışmalarına katılıyorum. Sahne bile aldık.
Bana çok iyi geldi. Sağlığım elverdiğince günlük yürüyüş yapıyorum. Tiyatrolara, etkinliklere katılıyorum. Günümü belirleyen tek şey sağlığım. Sağlığıma çalışıyorum kısacası.
Bu röportaj için çok teşekkür ederim sevgili Hacer. Umarım seni üzüp yormamışımdır.
Anlattıkça üzerimden yük kalktı sanki. Ben teşekkür ederim.

“HAYATA DÖNÜŞ / KOĞUŞTAN HÜCRELERE”
“Hayata Dönüş” hakkında ne biliyorsunuz?
Ne olmuştu?
19-22 Aralık 2000’de, 20 cezaevine, 14 Aralık 2000 tarihli “Cezaevleri Müdahale Harekât Emri No:1” başlıklı üst müdahale emri uyarınca operasyon düzenlendi. Bu cezaevlerinden biri olan Bayrampaşa Cezaevi’nde 12 kişi hayatını kaybetti, 29 kişi Adli Tıp raporlarında tespit edildiği üzere yaralandı.
"Hayata Dönüş Operasyonu"nun Bayrampaşa Cezaevi'yle ilgili ilk davası, olaydan 10 yıl sonra 2010'da açıdı.
Eyüp Cumhuriyet Savcılığı'nın 37 er ve 2 astsubay hakkında hazırladığı iddianameyle, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılama başladı.
Davada o dönem Bayrampaşa Cezaevi Jandarma Bölük Komutanı olan Zeki Bingöl, ifadesinde, operasyonun tamamen İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Engin Hoş'un yazılı verdiği "Tufan Harekât Emri"ne göre gerçekleştirildiğini söylemişti.
İfadenin ardından operasyonun planlamasının yer aldığı "Tufan Harekât Planı" adlı belge mahkemeye sunuldu ve operasyonu yöneten rütbeli askerlerin adı ilk kez yargıya sunulmuş oldu.
Mağdur avukatları, "Tufan" belgesinin ortaya çıkmasının ardından, 2012 yılında hayatını kaybeden Hoş, İstanbul İl Jandarma Alay Komutanı İbrahim Tüysüz, dönemin Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanı Yarbay Yusuf Burhan Ergin'in de aralarında bulunduğu askerler hakkında suç duyurusunda bulundu.
“Tufan” planıyla ilgili 157 jandarma mensubuna “öldürme” ve yaralılarla ilgili “öldürmeye teşebbüs” suçlamalarıyla, Mart 2015’te ikinci dava açıldı. Sanıklar arasında üst düzey komutanlar da vardı.
(VÖ/EMK)


