Avukat Güçlü Sevimli, "Hayata Dönüş Operasyonu, Koğuştan Hücrelere" isimli kitabında hem Türkiye'deki F tipi sürecini hem de Hayata Dönüş Operasyonu'nu belgelerle anlattı.
19-22 Aralık 2000'de yapılan Hayata Dönüş Operasyonu'nda 28 tutuklu ve hükümlü öldü, sonrasındaki ölüm oruçlarıyla birlikte 122 kişi hayatını kaybetti, 600'den fazla insan sakat kaldı. Kitabın önsözünde Behiç Aşçı şöyle diyor: "Bu bizim için vicdani bir görev değil. Adalet duygumuzun, bağımsızlık ve demokrasi isteğimizin, verdiğimiz mücadelenin, ödediğimiz bedellerin gereği."
34 yaşındaki Güçlü Sevimli, "Kontrgerilla Hukuku" dediği uygulamanın 50'li yıllardan bu yana gelişimini, hâkimiyetini nasıl kurduğunu ve bu yapıda F tipi sürecinin yerini yazdı. Kitapta, "12 Eylül ile devletin gizli anayasası haline geldi" denilen, aslında askeri kanadın temel mevzuatı olan Sahra Talimnamesi-31, şöyle tanımlanıyor: Talimnameye göre tüm yasal kurallar ve normlar düşmana karşı mücadelede ayak bağıdırlar. Düşmana karşı ancak illegal yöntemlerle başarı sağlanabilir."
Avukat Sevimli'nin kitabında, operasyon öncesi hükümlü ve tutuklularla yapılan görüşmeler de yer alıyor. Bunlar, özellikle operasyonun yapılmaması büyük çaba gösteren Mehmet Bekaroğlu'nun "Kandırıldık" diye özetlediği sürecin anlaşılması açısından önemli.
Dönemin hükümeti Demokratik Sol Parti (DSP)- Anavatan Partisi (ANAP)- Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) koalisyonunun başbakanı Bülent Ecevit'ti. Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, operasyonu "Devletin ayıbı temizlendi" diye tanımlayan İçişleri Bakanı Saadettin Tantan'dı.
Dönemin Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun'a 2004 yılında Devlet Üstün Hizmet Madalyası verildi. Operasyonu yöneten Ankara Jandarma Özel Asayiş Komando Birliği (JÖAK) Komutanı da Albay Burhan Ergin'di.
12 kişinin öldüğü, altı kadından beşinin yanarak hayatını kaybettiği Bayrampaşa Cezaevi operasyonunun davası olaydan 10 yıl sonra açıldı. İkinci duruşması 6 Nisan'da görülecek davadan önce Sevimli'yle davayı ve F tipi cezaevlerini konuştuk.
"Operasyon tam bir travmaydı"
- Neden böyle bir işe kalkıştın? Kitap fikri ne zaman oluştu?
Operasyon yapıldığında Marmara Üniversitesi Hukuk bölümünde son sınıftaydım. Operasyonu da takip etmiştim. Sonrasında avukat olmamla birlikte bu konuya eğildim. Davaların İstanbul ayağını takip ettim. Yaklaşık 2 yıl önce bu kitap projesi fikri oluştu. Asıl amaç, operasyonda neler olduğunu, kimin ne dediğini, öncesindeki süreci, belgelerle birlikte kamuoyuna sunmaktı. İnsanların gerçekte ne olduğunu bilmelerini istedim.
Operasyonda ölen tanıdıklarım da oldu. Bu tam bir travmaydı. Sonrasındaki bir hafta dışarıda olanlar için de çok kötüydü. Özellikle İstanbul'da olağanüstü hal ilan edilmiş gibiydi. Hatırlamak istemeyeceğim günlerdi. Sürekli yanlış haberler alıyorduk. İsim listeleri uzun süre netleştirilemedi. Ölenlerin isim listesinde olanların birçoğunun aslında ölmediği anlaşıldı. Kimin nereye sevk olduğunu netleştirmek 10 günü buldu.
- Operasyonda da kadınlara daha mı sert davranıldı?
Hayır, şiddetin dozu açısından cinsiyet farkı değil ama cezaevi farkı vardı. Operasyonun en sert uygulandığı yerler Bayrampaşa, Çanakkale ve Ümraniye cezaevleri oldu. Operasyonda ölenlerin yüzde 90'ı bu cezaevlerinde öldü.
- Bayrampaşa davası 10 yılın ardından açılabildi. Davanın geleceğini nasıl görüyorsun?
Ben Bayrampaşa ve Ümraniye davalarını takip ettim. Ümraniye'deki tutuklulara 2001'de operasyonun hemen ardından dava açıldı. Askerlere de 2004'te açıldı. Bayrampaşa'da o yıllarda açılmış tek bir dava vardı o da cezaeviyle ilgili değil, sevk sırasındaki kötü muamele iddiasıyla açılmıştı, zaman aşımından bitti.
Bayrampaşa davasının hukuki yargılama sürecinden hiçbir beklentim yok. Gerçek sorumluların yargılanacağını düşünmüyorum. Yargılama ve tutuklamaların tek faydası, belge ve bilgilerin ortaya çıkması oldu.
Yargılanan askerlerin de ceza alacağını sanmıyorum. Medyada müebbetle yargılandıkları yazıldı ancak iddianameye baktığınızda suçu hafifletecek, meşru müdafaa gibi birçok unsur eklenmiş. Neticede, asıl sorumlular bu askerler değil.
Operasyonu yapanlar da arkasında duramıyor
- Asıl sorumlular kim?
Hiçbirinin ismi gizli değil. Dönemin Başbakanı Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, Milli Güvenlik Kurumu üyeleri, Jandarma Genel Komutanlığı, operasyonda fiilen görev alan üst düzey askerler, bilfiil müdahalede bulunan jandarma askerleri ve komutanlar... Yargılanması gereken bunlar ama hiçbiri yargılanmıyor.
- Son davayla ilgili bir kamuoyu oluştu mu?
Evet, medya bu kez olayla ilgilendi. Basının eski tavrı tamamen tersine döndü, şimdi daha olumlu bir noktada. Her yerde birinci haber oldu. Önceden operasyona destek verenler de şimdi tersine döndü.
- Neden?
Bunun birkaç sebebi var. Genellikle bu tür olaylarda medya veya aydınlar sıcak anlarda objektif bir tutum edinemezler. Bu, korkudan olabilir, devlet yanlılığından olabilir. Ortalık yatışınca, gerçekler anlaşılınca aslında onların yazdığı-söylediği gibi olmadığı anlaşılır. Hayata Dönüş Operasyonu'nda da böyle oldu. Medya genellikle devlet yanlısı bir tutum takınmaya meyillidir.
Ancak bu olayda, açılan davalardan sonra öyle bilgi ve belgeler çıktı ki, operasyonu yapanlar bile arkasında duramaz noktaya geldi. Üst düzey komutanlar da dahil hepsi topu üzerinden atmaya çalışıyor. Oysa operasyondan hemen sonra toplanıp savunan bir açıklama yapmışlardı.
- Ailelerle görüşüyorsunuz, onlar ne düşünüyor ve ne istiyorlar?
Onlar da gerçek sorumluların yargılanmasını istiyorlar ama görebildiğim kadarıyla onların da umudu yok. Bu sadece Hayata Dönüş Operasyonu'na özgü bir durum değil. Hayata Dönüş bir devlet operasyonuydu. Hükümetiyle, askeriyle, hatta Meclis'teki muhalefetiyle... Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Deniz Baykal operasyondan sonra uzun süre konuyla ilgili hiç konuşmadı, açıklama yapmadı. Operasyonda hepsinin onayı var. Hükümette DSP-ANAP-MHP koalisyonu vardı ama o gün Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) de olsa CHP de olsa aynı operasyon yapılırdı.
"Bakan bizi kandırdı"
- Neden yapıldı bu operasyon?
Ülkede sisteme muhalefetin en ileri unsuru devrimci tutuklular. Türkiye'de hep böyle olmuştur. Devrimci tutukluların sayısı çok artmıştı ve içeriden de muhalefet yapmayı sürdürüyorlardı. Operasyonu da bu muhalefeti tamamen ortadan kaldırmak için yaptılar. Bu, 12 Eylül darbesinden beri süregelen bir uygulama. Sol muhalefeti susturmak için cezaevlerine doldurmaları da işe yaramayınca "Cezaevlerini arındırmalıyım" diye düşündüler. Bunun için de en etkili yol F tipleri oldu.
Yıllardır bunun planı kuruluyordu. Ama mali kaynak yoktu, konjonktür uygun değildi... Devletin elinde yeterli cezaevi yoktu. Ancak 1996'dan sonra F tiplerinin inşası başladı. Hapishaneler yapıldıktan sonra sıra tutukluları oraya koymaya geldi. Bu operasyon 2000'de olmasa 2001'de mutlaka olurdu.
- Devlet amacına ulaştı mı peki?
İnsanları tecrit ederek belli bir noktada başarı elde etti ama F tipindeki tutuklular mücadelelerini sürdürüyor. O nedenle F tiplerinin de bir son olmadığını düşünüyorum. Başka bir cezaevi modeli de gelebilir veya bu rejim daha sert hale gelebilir.
- Aydınlarla görüşmelerin bir fonksiyonu var mıydı?
Mehmet Bekaroğlu "Bakan bizi kandırdı" demişti. '96 ölüm oruçları döneminde aydınların görüşmelerinden olumlu sonuç alınmıştı. Bayrampaşa'da da Yaşar Kemal'in öncülüğünde aydınlar görüşmelere başladı, sonrasında Adalet Bakanı da görüşülmesini kabul etti. Ama bu kez iş farklıydı, çoktan operasyon kararı alınmıştı.
Örneğin, jandarma birliği operasyon için İstanbul'a 11-12 Aralık'ta gelmişti. Aynı tarihlerde görüşmeler sürüyordu hatta belli bir noktaya da gelinmişti. Bu da operasyonun çok önceden planlanmış olduğunun, görüşmelerin göstermelik olduğunu bir kanıtı.
Kamuoyuna "Biz görüştük, onlar uzlaşmıyor. Müdahale etmekten başka yol kalmadı" demenin aracı oldu bu görüşmeler. Görüşmeler operasyondan bir gün önce, 18'inde kesilmişti.
Eğer bu görüşmeler sürerken dışarıda ciddi bir kamuoyu baskısı sürseydi operasyon olmayabilirdi ama bu sistem bir şekilde hayata mutlaka geçecekti.
Şimdi de başka hak ihlalleri görülmüyor
- Şimdi açılan davaya destek verenlerin olması bir fark yaratabilir mi?
Yaratır tabi, oluyor da. Ama hukuki açıdan sıkıntılar var. Gerçek sorumluların neredeyse hepsine takipsizlik kararı verildi. Ama kamuoyu sıkıştırırsa tekrar dava da açılabilir.
- F tipi cezaevleri şimdi ne durumda?
Hala fiili işkence sürüyor. Özellikle Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nde işkence sürüyor. Bir dönem Edirne F tipinde hak ihlalleri vardı sonra Tekirdağ, Kandıra, Sincan... Keyfi disiplin cezaları ise rutin uygulama olmuş durumda.
- Az önce konuştuğumuz konu burada da geçerli mi? Bayrampaşa operasyonunun olduğu dönemde "medyanın ilgisini çekmediğini şimdi gündeme geldiğini" söylemiştin. Şimdi de F tiplerindeki hak ihlalleri görülmüyor mu?
Evet, gerçekten de öyle. Şimdi de bu cezaevlerindeki hak ihlalleri görülmüyor. Medyada çok az yerde kendine yer buluyor. (AS/EÖ)