Zaten adını da bir İran tanrıçasından alıyor: Anahita... Oğlum bu sözcüğe bayılıyor...
Anahita'nın gözleri ne yeşil, ne kahve... Uzun, siyah, dalgalı saçlarının çevrelediği esmer yüzünde elmaslar gibi parlıyor gözleri...
'Özür dileyerek yaşamak istemedi babam'
İran kökenli İsveçli bu genç kadın altı yıl Fransa'da yaşamış... Şimdilerde Stockholm'de oturuyor... Babasının yurduna dönmesi yasak:
"Şah rejimine karşıydı... İran Komünist Partisi'ndeydi... Sonra da elbette Humeyni'ye karşıydı... Şimdi 'pişmanlık getirirse' dönebilir oysa babam böyle birşey yapmak istemiyor. Sürgündeki bazı İranlılar dilerlerse 2-3 bin dolar ödüyorlar ve İran'a dönüyorlar, elbette 'değiştiklerini' de 'kanıtlamak' zorunda kalarak... Bir tür özür dileyerek yaşamaya mahkum oluyorlar... Babam bunu yapmak istemiyor...'
İsveçli yazar Marianne Fredriksson'un Şilili siyasi mülteci Mira'yla karşılaşmasını anlattığı "Göçmen Kuşlar" başlıklı romanı gösteriyorum Anahita'ya... Hayatı anlamlı kılan insan ilişkilerinden sözediyor Fredriksson, Pinochet diktatörlüğünde dehşetler yaşamış bir Şilili'yle bir İsveçli'nin kültür farkını, çelişkilerini, tüm bunlara karşın kurmaya çalıştıkları dostluğu...
Diktatörlüklerle, faşizmle derin bir deneyim yaşamamış olanların başka coğrafyalarda yaşananları zor kavrayabildiğinden sözediyoruz...
"Onlar için demokrasi, insan hakları, barış için mücadele birer slogan gibi duruyor çoğu zaman... Bunları "doğal" kabul ediyorlar, başka coğrafyalarda ödenen bedelleri tasavvur edemiyorlar..."
"Göçmen Kuşlar" başka coğrafyalarda yaşanan acıları anlatıyor İsveçlilere...
O uzak coğrafyadan sözediyor Anahita...
"Soğukla nasıl başediyorsun?"
"Başetmiyorsun!... Edemiyorsun... Eksi bir dereceyle başedebiliyorsun... Sıcak tutan giysiler giydiğinde üşümüyorsun... Ancak ısı eksi yirmilere düştüğünde bununla başedemiyorsun. Eski bir arabam var... O zaman çalışmayı reddediyor!..."
Biz Akdenizliler için böylesi bir soğuğu düşlemek zor: bir keresinde Estonya'nın başkenti Talinin'de eksi yirmi derecede, canyoldaşımla buz tutmuş sokaklarda yürümüştük - başımızda kürk kalpaklar, ayağımızda botlar, içten giydiğimiz çift kat çoraplar, tüylü eldivenler, içine yumuşacık kürk geçirilmiş süet paltolarla... Ayağımız kayıp düşseydik herhalde burnumuz bile kanamazdı - kat kat giyindiğimize göre yuvarlana yuvarlana Kısabacak ya da Uzunbacak Sokakları'nın sonuna kadar giderdik!... Yıl 1988'di...
Talinin'den bir geceyarısı ekspresiyle, Kızıl Ok treniyle gittiğimiz Leningrad'da, Aurora gemisinin buz tutmuş güvertesinde durup kıyıya bakmış, Nazım Hikmet'i tanımış rehberimiz İvan Pehlivan'ın buzlu nehirle ilgili hikayelerini dinlemiştik... Yanaklarımız kızarmış, burnumuz donmuş ama içimiz ısınmıştı... Gençtik, militandık, inançlıydık... Şimdi ortayaşlarımıza geldik, saçlarımız beyazlaşmaya başladı ama inançlarımızı yitirmedik, rejime boyun eğmedik, eğilip bükülmedik. Atılan bütün çamurlara, uygulanan bütün baskılara, savrulan bütün tehditlere rağmen duruşumuzu değiştirmedik...
Bu akşam havuzbaşında aynı sıcaklığı duyuyoruz: soğuktan eser yok... Çünkü yüreğimizi ısıtan dostlarımız burada...
Leymosun'da kuşların yok olmasına yol açacak İngilizlerin ve Amerikalıların yeni "dinleme tesisleri"nin anten dikimine karşı Yeşiller'le bir eylemden dönen Murat, burada yaşadıklarını anlatıyor... "Sınırlar"ın aralanmasıyla birlikte artık Kıbrıslıların "ortak bir ülke için ortak eylemleri" başlıyor... Kadınlar ve gençler bu eylemlerde önde gidiyor... Geçen hafta Kıbrıs'ın ilk ortak kadın örgütü Hands Across the Divide (Bölünmüşlüğü Aşan Eller) olarak geçişlerin insancıllaştırılması ve acil bir çözüm talebiyle "Yeşil Hat" üzerinde ilk ortak eylemi gerçekleştirdik. Aynı akşam Lefke'de Kıbrıslıtürklerle Kıbrıslırumlar ortak eylemdeydi...
Ortak slogan atmak
İlk ortak koromuz burada Türkçe ve Rumca şarkılar söylüyordu - kalabalığın attığı sloganlar da Türkçe ve Rumca'ydı: Kıbrıs'ta barış engellenemez... Yine aynı akşam EDON Festivali'nde Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum gençler birlikteydi - Yurtsever Birlik Hareketi (YBH) Gençlik, Cumhuriyetçi türk Partisi (CTP) ve Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) Gençlik Kolları broşürlerini ve bildirilerini dağıttıkları standlardaydılar... İki toplumlu grupların oluşturduğu "Çözüm Şimdi! Solution Now!" örgütünün de 15-20 Temmuz 1974'te ölenlerin anısına 18 Temmuz Cuma akşamı "sınır"da ortak bir eylemi olacak...
Bu topraklarda savaşlarda ölenler anısına mumlar yakılacak... Eriyen mumlar, yıllar boyu birikmiş önyargıları, kuşkuları, birbirimizi "öteki"leştirmeyi de eritmeye başlayacak... Ortak yapılarda ortak eylemlere giriştikçe anlam kazanacak mücadele... Ayrı örgütlerde, yalnızca "kendimizi", "kendi bölgemizi", "kendi toplumumuzu" düşündükçe birbirimizden uzaklaşacağız... Ortak yapılarda tanıyabileceğiz ancak birbirimizi, ancak böyle kuracağız yeni bir Kıbrıs'ı... Birbirimizi "düşman" değil dost görerek, insanları sevme yeteneğimizi kullanarak...
Murat yeni dinleme tesisine karşı eylemleri sırasında İngiliz askeri üslerine tam teçhizat İngiliz askerleri ve Dikelya İngiliz Üsleri'nde çalışan Türk polisleri getirildiğini, dönüşte de Rum polisiyle tartıştıklarını anlatıyor... Ortak bir ülke yaratmak kolay olmasa gerek!...
Amerika'da okuyup coğrafya mastırını Almanya'da yapan, Peru dağlarına tırmanıp kondorların sesini dinlemiş İnanç burada... Neredeyse on yılını Avustralya'da geçirmiş ve şimdi tropikal bir coğrafyadan sıcacık adacığına dönmüş mavi gözlü Ahmet, soğuk Klagenfurt'tan göçmen bir kuş gibi kopup gelmiş, saçları omuzlarına dek uzamış, kolunda bir akrep dövmesi taşıyan Destine havuzbaşında... Anahita oğlumla derin sohbette...
Sabahleyin en canlı rokaları, en kırmızı domatesleri, kocaman bir kutu çilekli ve çikolatalı dondurmayı bu dostlarım için kendi ellerimle seçtim... Tombalak mantarları bol soğan ve maydanozla tereyağında kızarttım... Dondurma için çikolatalı sosu ateşin başında durarak tahta kaşıkla severek karıştırdım...
Canyoldaşım pidelere incecik hellim ve domates dilimlerini ustalıkla sıraladı, kömür onlar için yakıldı... Etler ve ciğerler şişlere onlar için dizildi... Anahita rokaları, tazecik naneleri, dal dal kerevizleri, kırmızı domatesleri doğradığı dev bir salata yaptı bu sıcak yaz akşamında... Avustralya'dan kopup gelmiş ve henüz hangi coğrafyada kalacağına karar vermemiş arkadaşımız Ahmet, "Etin kokusu orada böyle değil" diyor... "Hiçbir yerde böyle değil bu duman... Bu Kıbrıs'a özgü bir koku..."
Desti'nin oğlu Sammy'nin altın sarısı saçları kesilmiş, boyu uzamış... Oturma odasındaki koltukta mışıl mışıl uyuyor - oğlumun onunla Almanca konuşma düşleri bu akşamlık ertelenecek... Çünkü Sammy'cik gece boyunca hiç uyanmıyor...
Des'in babası da göçmen bir kuştu: uzun yıllar Katar'ın çöllerinde ter döküp emek verdi: Larnaka'lardan kopup Katar'lara sürüklendi. Üç çocuğuna daha iyi bir yaşam sağlamak için ter döktü, emek verdi... Yurdundan uzakta o Arabistan çöllerinde Akdeniz'i düşledi, bir balıkçı teknesini, sabaha karşı balığa çıkıp ufuklarda özgürlüğü aramayı... Birkaç yıl önce Kıbrıs'a kesin dönüş yaptığında ilk işi bu oldu: bir balıkçı teknesi almak, onu sevgiyle boyamak, onarmak, ağları hazırlamak... Sonra denize açılmak... "Deveci" adlı bu tekneyle avlanmak için ayırdığı sibyaları gönderiyor bana: sevgiyle limonluyorum sibyaları... O mavi gözlü balıkçı ruhlu hayat yorgunu ama sevgi dolu, ömrünün çoğu çöllerde, petrol rafinelerinde geçmiş Kıbrıslı'yı düşünerek...
Kısacık tatiller için burada arkadaşlarım: İnanç da gidecek, Desti de, belki Ahmet de... Anahita gelecek hafta İsveç'e dönecek... Oğlum ona "Eva'nın Odası"nı gösteriyor... Bu odayı İsviçreli arkadaşım Eva için hazırlamıştık - Eva gitti, adı kaldı... Kalmak için gelen dostlarımız Eva'nın Odası'nda konakladı...
Anahita odayı beğeniyor:
"Burada kalabilirsin... Ne zaman istersen gel... Odan hazır..."
Hayatı anlamlı kılan dostlarımıza her zaman yer bulunacak yüreğimizde... Hayatımız onların düşleri, düşkırıklıkları, acıları, umutları ve sevinçleriyle çoğalacak... "İnsanlık" bu değil mi zaten? İster hüzün, ister sevinç olsun herşeyi paylaşmak, paylaşabilmek... Duruşumuzu buna borçluyuz: hayatı, insanları sevme yeteneğimize... (NK)