Filmde Marilyn Monroe'nun canlandırdığı kızın bir ismi yoktu, sadece "O" kızdı ve karısı tatile çıkmış orta yaşlardaki yaz bekârı bir kocanın fantezisi gibi ortaya çıkmıştı; iç çamaşırlarını buzdolabında unuttuğundan yarı çıplak, dar bir etek ve yüksek topuklu beyaz ayakkabılarıyla Richard Sherman'ın (Tom Ewell) balkonuna düştüğünde.
Bir dönem Marilyn'le 40 gün süren bir aşk fırtınası yaşayan Hans Jörgen Lembourn'un şaşkınlığına Richard Sherman da yuvarlanır. Balkonuna "domates gibi düşen" ve alışılmıştan daha çok fısıldayarak konuşan "O", sahra şafağının mavisine benzeyen gözleriyle, teninin şeffaflığıyla, göğüslerinin hafif hafif dalgalanmalarıyla, pango şeftalisine benzer poposundaki alaycılıkla ve kiraz kırmızısı dudaklarındaki o müthiş ritimle, asla gerçek biri olamazdı, bir ismi de olamazdı, olsa olsa herkesin ortak hayâllerinin bir yansıması olabilirdi. Tıpkı, Richard Shermem'ın rüyalarının kadını Marilyn Monroe gibi. Bu rüyadan hiç uyanmak istemediği için, filmin sonlarına doğru bir arkadaşına, "Belki de o Marilyn Monroe'dur" diyecektir.
Marilyn Monroe ismiyle çağımızın en güzel sarışın efsanelerinden birini yaratan Norma Jean, l Haziran 1926'da Los Angeles'taki devlet hastanesinde dünyaya gözlerini açar. Bebek, Norma Mortensen ismiyle hastane kayıtlarına geçirilirken, annesi hanesine de Gladys Monroe yazılır. Oysa, Monroe, Gladys'in kızlık soy ismiydi ve ikinci kocası Martin Edwards Mortensen ile talihsiz Norma'nın doğumundan hemen önce ayrılmışlardı: Zaten, Norma'nın babasının Martin Edwards Mortensen olduğu şüpheliydi. Gladys de, sonradan kızına sararmış bir fotoğraf uzatacak ve "Senin baban işte bu adam" diyecektir. Fotoğraftaki baba, asla Martin Edwards Mortensen değildi.
Norma'nın bebekliği çocukluğuna, çocukluğu genç kızlığına zaman darbecisi rüzgârların eşliğinde devrilirken, Clark Gable'ın "ikiz kardeşi" fotoğraftaki baba her geçen gün biraz daha pathos'laşır. Boy atar, Clark Gable filmlerinin müptelâsı olur. Tilki bıyıklı Clark, kadınlarına sarılırken, ürperir; fotoğraftaki babasının kavurucu sıcaklığını bedeninde hisseder. Gün gelir, Clark Gable filmlerinin âşığı Norma Jean Marilyn Monroe olur; ve John Huston'un Uygunsuzlar'ı için karşılaşırlar.
"Clark Gable, Marilyn için, çok beğenilen biri olmaktan da öte bir şeydi. Marilyn' in gerçek babası olmamış, annesi ona, babası olduğunu söylediği bir erkeğin fotoğrafını göstermekle yetinmişti. Gable'ın fotoğraftaki erkekle benzerliği, onunla aynı filmde oynamakla Marilyn için bir saplantıya dönüşmüştü: Babası bu büyük sinema oyuncusundan başkası olamazdı."
Bu nedenle, çekim boyunca onun yanında tıpkı küçük bir kız çocuğu gibi şımarır. Clark Gable, Marilyn Monroe'nun Norma Jean ismiyle yaşadığı sisli günleri bilmediğinden, köpürür. "Bu Allah'ın belâsı kızın sorunu ne? Kahrolası tipini beğeniyorum ama, hiç de profesyonel biri değil lanet olası." Ama, Marilyn Monroe'nun Norma Jean şımarıklıklarından da çok yorulmuştur; uzun zamandır tekleyen kalbi ona daha fazla dayanamaz.
Marilyn'in fotoğraftaki babasıyla ilgili esrar perdesi, ancak 1980'lerin sonlarına doğru Anthony Summers tarafından kaldırılır: Gerçi, Marilyn 1950'de, henüz şöhretin ilk basamaklarında iken, fotoğraftaki baba'nın isminin Charles Stanley Gifford olduğunu işitmişti. Aynı yıl, kalbi pır pır, Los Angeles'ın güneyindeki küçük çiftçi kasabası Hemet'a giderek, orada Charles Stanley Gifford ile görüşmek istemişse de ,ne yazıktır ki bu arzusu ihtiyar çiftçi tarafından reddedilecekti.
1897'de Newport'da doğan inatçı adam, 1925 yılında bir film laboratuarında çalışırken, montajdaki Gladys'le tanışmıştı, Clark Gable'ın ikiz kardeşiymişçesine dolaşan bu 27 yaşındaki delikanlının dikensi büyüsüne anında kapılan Gladys, çok geçmeden, yasak arzularını onun yatağında yaşamaya başlar. Ancak, bir müddet sonra, Charles Stanley Gifford, Gladys'den kaçarak Hemet'a yerleşecek ve orada üçüncü evliliğini yapacaktı.
Fotoğraftaki baba'nın hayalî sevgisinin peşinde koşuştura koşuştura büyüyen Norma Jean, sanki onlardan birinde kayıp babasını bulacağının umuduyla hayatına çok sayıda erkeği sokar. Ama, tıpkı hasta annesi, tıpkı kaçak babası gibi, sadece 3 evlilik yapar. Aslında Marilyn Monroe rolündeki Norma Jean'in ne sevgiliye ne de kocaya ihtiyacı vardı; kısacık hayatı boyunca sadece kendisini koruyacak ve kâbuslarına kucak dolusu sıcaklıkta kucak açacak bir baba özlemiyle yanıp tutuşmuştu.
İlk kocası Jim Dougherty gibi ceplerini zehirli akrep yeşili dolarlarla şişiren sonradan görme bir taşralının Marlyn'i anlaması asla mümkün değildi. Dünyalar güzeli kiraz dudaklı yuvarlak şeffaf karısının, salyalı erkeklerin kuduzluğuna aldırmadan gecelikle Catalina Island sokaklarında dolaşmasına, veya yağmurlu soğuk bir gecede üşümesin diye ıslanmış bir ineği eve almak istemesine, Jim Dougherty isimli geri zekâlının kafası hiç basmadı.
İkinci evliliği için Joe Di Maggio efsanesini seçer. Ancak, Joe Di Maggio efsanesini yaratan "ceset", sıradan ve inatçı bir köylüydü. Marilyn, kocasına evlilik hediyesi olarak yaman bir sürpriz yapar; ona takvimlerdeki çırılçıplak Marilyn Monroe'yu verir. Aslında bu, onun babasını arayan çocukluğu Norma Jean'den kurtulmak istediğinin ve kadınlığında aşkı büyütecek bir erkeğe ihtiyacının filizi ifadesiydi. Ama, köylü köylüdür; şehirli bir dünyanın efsanesi de olsa, neticede kırıklıkların sevgiye hasret inceliklerini asla fark edemeyen bir köylüdür. Hiddetten tıpkı bir sarhoşun kravatı gibi çarpılır. Ve, o andan itibaren Marilyn'in çıplaklığından ölesiye nefret etmeye başlar: Joe DiMaggio'nun nefret ettiği çıplaklık, sadece Marilyn'in hayâllerimizin komünizmi çıplak bedeni değildi, asıl nefret ettiği karısının ruhundaki çıplaklıktı.
Marilyn Monroe'nun aslında Norma Jean olduğunu kavrayabilen belki de yegâne sevgili Yves Montand'ndı: Oysa, kısacık, çığ parlaklığında bir ilişkiydi onlarınki. Marilyn'in "aptallığını" viski kadehlerine çerez yapa yapa sikleri kalkmayan, kalpleri yağdan menekşe çırpınışlarda atmayan göbekli erkekler, pembe aralıklarını nemlendirmedikleri kıllı karıları vasıtasıyla bu güzel ikiliye saldırırlar. Ama, Yves Montand'nın karısı Simone Signoret'nin eski bir direnişçi, zevklerin ve anlayışın artık en incesine varmış bir komünist olduğunu nedense es geçmişlerdir.
O güzel komünist kadın lâflara sadece güler; "Marilyn kocama âşık olmuşsa, bu onun çok zevkli biri olduğunu gösterir, ben de kocama aynı nedenlerle âşığım" der. Simone Signoret ile Marilyn Monroe elbette terazinin aynı kefesinde tartılamazlardı; Yves Montand'nı kazananın Simone Signoret olması çok doğaldı.
Marilyn, hayatı boyunca Norma Jean'i hep beraberinde taşımış ve bir taraftan ona karşı Marilyn Monroe'nun mutluluğu için mücadele ederken, diğer taraftan da mutsuz Norma'ya mutluluk vermeye çalışmıştır; daha çok mutluluk. Meselâ, Norma Jean'den çıkardığı erkekleri çıldırtan sarışın bomba" figürü, aslında çocukluğuna tecavüz eden bütün erkeklerden alacağı intikam için, Norma'yı mutlu etmek için tasarlanmıştı:
"İnsanlar beni görmek için deli oluyorlar.Onlara bakınca, annesinin dahi görmek istemediği o küçücük kızı, kimse tarafından sahiplenilmediğim yılları hatırlıyorum. Beni şimdi görmek isteyen insanları cezalandırarak müthiş bir haz duyuyorum, fakat gerçekte onları değil, geçmişte beni Norma Jean olarak görmek istemeyen insanları cezalandırıyorum."
Norma Jean, yetimhanede hep kirli sularda yıkanmıştı. Büyüyüp, Marilyn Monroe isimli bir intikam perisi'ne dönüştüğünde ise, en sevdiği iş köpüklerin taştığı küvete girmek olur.
Ne yazıktır ki, Marilyn Monroe efsanesinin kurucu unsurlarından biri de, onun perdedeki "aptal sarışın" imajı olmuştur. Oysa, 1978 yılında Atillâ Dorsay'ın yazdığı gibi, Hollywood'un vermek istediği aptal sarışın" görünüşünün aksine, çok yetenekli bir oyuncuydu; 30 kadar filmde gerçekten de tam bir "aptal sarışın" imajını böylesine yansıtmak için bir "aptal sarışın" olmak yetmezdi, çok iyi bir oyuncu olmak da gerekirdi.
Ben, "Marilyn Monroe filmlerinden bir tanesi dahi sinema sanatına örnek olarak gösterilemez" diye yazan Joan Mellen'e asla katılmıyorum. Aksine, "zor beğenir" bir sinema tarihçisinin dahi onun 30 filmlik filmografisinden, John Huston'ın Elmas Hırsızları ile Uygunsuzlar'ı, Joseph L. Mankiewicz'in Perde Açılıyor'u, Henry Hathaway'in Niagara'sı, Howard Hawks'un Bazıları Sarışın Sever'i, Otto Preminger'in Dönüşü Olmayan Nehir'i, Billy Wilder'ın Yaz Bekârı ile Bazıları Sıcak Sever'i, Joshua Logan'ın Otobüs Durağı ve George Cukor'un Gel Sevişelim'i gibi tam 10 tane "çok iyi film" seçeceğine inanıyorum.
Bazı geceler çok garip bir rüya görüyorum: Siyam kedisi tıslamasında bir şarkı yükselirken, kıpkızıl fonda bir adam beliriyor, melankolik çehreli, alabildiğine yakışıklı, simsiyah. Elinde bir M2 model tüfek, kabzası geceden nemli. Yuro Nehri civarı olmalı, gecenin neftî ayazma ve lâcivert karanlıkta uzayıp giden patates tarlalarına bakılırsa. Hemen önünde yürüyen Simon, ben de o da biliyoruz bunu. Ama, o kıpkızıl fonda simsiyah melankoliyle büyüyen adam, makineli tüfek tarakalarından hemen önce, göz açıp kapayıncaya kadarki bir an için, kader arkadaşı sanki hiç unutamadığı bir fantazmaymışcasına onun omzuna dokunur.
Döner yorgun gerilla; gümüşî saçlarıyla, bedenine birkaç numara dar gelen bembeyaz elbisesiyle Marilyn Monroe'ya ışıklanarak sarışınca. Ormanları ağlatacak makineli tüfek tarakaları başlamadan son bir defa bakışırlar. Artık çok mutludur Marilyn. Ona doğru birkaç adım atar ve hayatı boyunca hiç kimseye sarılmadığı gibi, bir ateşin yakıcılığında, kıpkızıl fonda simsiyah büyüyen adama sarılır; dünyanın bütün çocukları için, dünyanın bütün Norma Jean'leri için. Ve öper onu, Samanyolunun uzak yıldızlarından yumuşacık bir şehvetle; efsanelerin kurşun geçirmeyeceğini bildiği için, efsanelerde Norma Jean'lerin de yaşayacağının mutluluğunda.
İşte o an, Marilyn'in öpücüğü sanki benim dudaklarımı kavurmuşcasına uyanırım. Alfabelerden C,H ve E harflerini düşüren silâh seslerini ıslak yatağımda bırakıp, bir sigara yakarım. Sonra, "Büyüyünce, büyüyüp bir yazar olduğumda, Ernesto Che Guevara ile Marilyn Monroe'yı Bolivya ormanlarında buluşturan bir roman yazacağım" diye kendime söz veririm. Hiç kimsenin şüphesi olmasın, bu roman yazılacak; sadece M, A, R, I, L, Y, N ve C, H, E harfleri kullanılarak.(NK/BB)
* 5 Ağustos 1962'de ölen Monroe'nin anına yayınladığımız yazı, Çalıntı Yayınları' ndan çıkan Sinemaskop Kadınlar& Sinemaskop Erkekler kitabından (105-120) kısaltılarak alınmıştır.