Anayasa Hukukçusu Yrd. Doç. Dr. Tolga Şirin Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) görüşmeleri sonucunda hazırlanan ve Cumhurbaşkanı’na “yürütme yetkisi” veren Anayasa değişikliği teklifini bianet için değerlendirdi.
Şirin “Orta yaş üstü erkeklerin kapalı bir odada, kimsenin bilmediği pazarlıklar sonucunda oluşturduğu bir metindir bu” diyerek, anayasa değişiklik taslağının hazırlanma sürecini eleştiriyor. Metnin teknik biçimine eleştiri ise "Metin bırakın halktan birini, bir uzmanın dahi öyle kolayca anlayabileceği netlikten uzak" şeklinde.
TIKLAYIN - TBMM'YE VERİLEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TEKLİFİNİN DETAYLARI
Toplumsal katmanlarda tartışılmadan yapılan bir değişiklikle karşı karşıya olduğumuzu belirten Şirin, "Yeni bir 12 Eylül Anayasası'na ihtiyacımız yok diyor.
AKP'nin verdiği 21 maddelik metni inceleyen Tolga Şirin ile önerilen "Cumhurbaşkanlığı sistemin", değişiklik getiren maddelerin doğuracağı olası sorunları ve meşruiyetini konuştuk.
Yönetim sisteminin değişikliğini getiren Anayasa değişikliğinin iki partinin oydaşmasıyla yapılmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bir anayasa değişikliğinin meşru olması gerekir. Bunun da iki temel koşulu vardır. Biri "girdi meşruluğu", diğeri de "çıktı meşruluğu". Girdi meşruluğu dediğimiz şey, farklı toplumsal katmanların yeni anayasanın hazırlanması veya anayasa değişikliği sürecine dahil olması yoluyla oluşan meşruluktur. Bundan kastım, "halka sorduk ya işte" değildir. Toplumun farklı kesimlerinin, efektif şekilde değişiklik sürecine dahil olması gerekir. Görüş bildirmenin ötesinde olmalıdır bu dahil olma süreci. Bu görüşlerin etki doğurması ve beklentiler konusunda oluşan oydaşmanın açıkça karşılık bulması gerekir. Oysa bu değişiklikte bunun esamisi bile okunmuyor. Son on yıldır, Türkiye'de anayasa değişikliği tartışması yaşanıyor. Çok sayıda taslak hazırlandı, birçok insan görüş bildirdi, kendince söz söyledi, Komisyonlar kuruldu, dağıtıldı vesaire. Peki, bunların bir yansıması mıdır elimizdeki taslak? Hayır! Bir oydaşmanın ürünü müdür? Hayır!
Orta yaş üstü erkeklerin kapalı bir odada, kimsenin bilmediği pazarlıklar sonucunda oluşturduğu bir metindir bu. Üstelik son dakikaya kadar, basına sızdırılan bilgi kırıntıları dışında kamuoyu tartışması da olmadı. MHP seçmeni için, bırakalım içeriği, zaten partinin böyle bir sürecin içinde olma nedenleri bile net değildi. AKP seçmenleri yönünden ise; çoğu emekçi yoksul kitlelerden oluşan bu kişilerin bütün iradelerini birkaç kişiye bırakmış olmadıklarını düşünüyorum. Yani insanlar belli bir partiye oy verdi diye, hazırladığı her türlü "sözleşme"ye de kefildirler anlamı çıkmaz. Yani burada girdi meşruluğu sorunu olan bir metinden bahsedebiliriz.
Bir de çıktı meşruluğu dedik. O ise hazırlanan metinin, yani bu süreçten çıkan metnin insan haklarıyla, özgürlükçü demokratik değerlerle uyumlu olmasını, yani iktidarı iyi sınırlandıran bir belge olmasını anlatır. Bunun da mevcut olmadığı açık.
Özetle katılımcılık, yani toplumsal mutabakat girdi meşruluğunu; iktidarı sınırlandırma telosuna uygunluk çıktı meşruluğunu anlatır. Burada iki meşruluk başlığında da sorun var.
Aynısı 1982 Anayasasında da vardı. Yüzde 91 "destek" almasına rağmen meşruluğunu bir türlü kuramadı. Yeni bir 12 Eylül anayasasına ihtiyacımız yok.
"Başkanlık kelimesinin piyasa değeri düştüğü için..."
Tarif edilen Cumhurbaşkanlığı sistemi ki MHP güçlendirilmiş cumhurbaşkanlığı diyor; melez bir sistem mi?
Literatürde "Cumhurbaşkanlığı sistemi" diye bir sistem yok. "Güçlendirilmiş cumhurbaşkanlığı" diye bir şey de yok. Tasvir edilen sistem başkanlık sistemi türevidir; fakat belli ki "başkanlık" kelimesinin Türkiye'de artık piyasa değeri düştüğü fark edilmiş ve bir "PR" çalışması sonucunda böyle bir isimlendirme yapmışlar. Bu şuna benziyor: Zengin pazarında hıyar satmazsınız, salatalık satarsınız; yenilecek şey aynıdır ama. Ticari mantık bu.
"Türk tipi" de deniyor?
Metni incelediğimizde öngörülen sistemin başkanlık türevi olduğunu görüyoruz ama ABD tipi saf başkanlık sitemi değil. Bundan daha kötü bir yerde duran, Latin Amerika tipi başkanlık sistemidir söz konusu edilen. Hatta literatürdeki adıyla "delegasyoncu demokrasi" üreten bir sistem tasvir edilmiş tas tamam. Yeni değildir bu kurgu. Tüm iddialara rağmen "Türk tipi" filan da değildir, özellikle popülist ülkelerde çok sık görülen havaleci demokrasi numunesidir elimizde tuttuğumuz. Bu sistemlere diktatörlük denemez kolaylıkla, çünkü seçim vardır; fakat bütün denklem tek bir kişinin üzerinden kurulur. Parti programları, ilkeler, ideolojik tutarlılıklar vs. önemsizdir, tek bir aday vardır ve o "kurtarıcıdır". Onun kabiliyetlerine kalmıştır sistem. Bir defa seçildiğinde, artık yargıyı kontrol eder. Yasamaya ihtiyaç duymaz çünkü kararnameler yoluyla yasama işlevini de görür. Siyasi partileri işlevsizleşir çünkü lider ön plandadır. Muhalefet de onunla yarışmak için liderini öne çıkarır. Liderler savaşı başlar. Sivil toplum anlamsızlaşır, haliyle demokratik katılım hakları da talileşir. Bu sistemlerde lider, yükselirse çok uçar; düşerse de fena düşer. Bu bakımdan çok tehlikeli sistemlerdir. Latin Amerika devlet başkanlarının yaşadıklarına bir göz atmanızı isterim. İfrat ve tefrit arasında gider gelirler.
"Diktatörlük üretir"
Bu tür rejimlerde seçim her şeydir. Kazanan her şeyi alır, kaybeden her şeyi kaybeder. Sıfır toplamlı oyun derler buna. Dedik ya çok da tehlikelidir bu tür sistemler. Kazanan kendisini kaptırır zaferin kibrine ve git gide bütün sistemi ele geçiren bir diktatöre dönüşebilir. Örneğin Peru'da her seçimden sonra olan bitene "Altı yıllık seçilmiş monarşi dönemimiz hayırlı olsun" derler...
Eğer diktatör oluşmamışsa, muhalefet de askeri diktatörlük üretebilir. Sürekli dışlandıkları için yani seçimi kaybettiklerinde her şeyi de kaybettikleri için bu dışlanma durumu, "iyi saatte olsunları" çağırtır muhalefete. Darbe gelir. Yani ya iktidar ya muhalefet diktatörlüğe yönelir; çünkü kutuplaştırıcı bir niteliği vardır delegasyoncu demokrasilerin. Doğuya gittiğinizde "seçilmiş ağa" şeklini alır bu rejim. Patrimonyal devlet diyorlar buna. Bu sistemde Şener Şen'in "Kibar Feyzo" filminde kullandığı meşhur "Vallaha sataram köyü ha!" biçimindeki söylem, adeta ülke yönetimine sirayet eder ve sistem, başkanın "Salarım polisi üstünüze" veya "açarım sınır kapılarını ha!" şeklinde tezahür eden ben merkezli feodal dilinde tecessüm eder.
Hangi ülkelerde görülüyor bu sistem?
Görüldüğü ülkeler, Latin Amerika, Sahra altı Afrika ve Orta Asya ülkeleridir. Avrupa'da örneği yoktur. Tabii zorlayarak, "Avrupa'nın son diktatörlüğü" denen Belarus'u saymazsak.
Değişiklik getiren maddelerin olası yaratacağı sorunlar neler?
En net sorun şu: Bu değişiklik gerçekleşirse kutuplaşma ve kamplaşma daha da artar. Zaten OHAL döneminde anayasa değişikliği yapılması da abesle iştigaldir. Anayasa doktrininde savaş ve OHAL dönemlerinde anayasa değişikliği yapılmayacağı bilinen ve hakim görüştür. O kadar ki, birçok anayasada açıkça yazmışlardır bunu. Belçika, İspanya, Portekiz, Romanya, Sırbistan, Ukrayna anayasaları hemen şimdi aklıma gelenler.
Bunun bir mantığı var. Hak ve özgürlükler kullanılamadan nasıl yarışım yapacaksınız? Gösteriler yasaklanmışsa, gazetecileri tutuklanmışsa, örgütlenmelerin kapısında kilit varsa, insanlar atılma korkusuna düşmüşlerse adil bir yarışım yapılabilir mi?
Ayrıca dün maç çıkışı yaşanan terör saldırısı ortada. Terör saldırılarının bulunduğu bir ülkede çatışma yaratacak, kamplaşma yaratacak "evet/hayır" yarışımına değil, bu şiddet iklimini ortadan kaldıracak sağduyuya dikkat çeken bir dile ve anayasal perspektife ihtiyacımız var. Ben bu sürecin kendisinin daha da gerginlik üreteceğini, daha da mutsuzluk üreteceğini düşünüyorum. "Devletin bekası"nı düşünüyoruz diyenler, tam bir çelişki içinde bence.
İçeriğini ayrıca konuşuruz. Malum, metin bırakın halktan birini, bir uzmanın dahi öyle kolayca anlayabileceği netlikten uzak. İçeriğini incelemek için zamana ihtiyaç var; fakat bu bile halkın oylayacağı şeyin anlaşılır olmadığı notunu düşmek adına eleştiriyi hak etmektedir. (HK)
Yrd. Doç. Dr. Tolga Şirin hakkındaMarmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalı öğretim üyesi. Anayasa Hukuku, Özgürlükler Hukuku, İnsan Hakları Hukuku, Türkiye’de Bireysel Başvuru Usulü gibi dersler veriyor. Şirin aynı zamanda Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Anayasa Hukuku Dergisi Yazı Kurulu Üyesi, İstanbul Barosu Üyesi, Kamu Hukukçuları Platformu Üyesi, Avrupa Takımı Konuşmacılar Grubu (Team Europe Speakers Group/TESG) Üyesi, Raoul Wallenberg İnsan Hakları Ağı Türkiye Üyesi. Kitapları: * Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü: Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Ankara: TBB Yay., 2016.( Erkan Duymaz ve Deniz Yıldız ile birlikte) * Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında Bireysel Başvuru Hakkı, İstanbul: XII Levha Yayınları, 2015. * Çevre-İnsan-Devlet, İstanbul: Tekin Yay., 2015. * Otuz Soruda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Özgürlüğü (Anayasa ve İHAS Işığında), İstanbul: XII Levha Yayınları, 2013. * Türkiye'de Anayasa Şikâyeti (Bireysel Başvuru) : İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve Almanya Uygulaması ile Mukayeseli Bir İnceleme, İstanbul: XII Levha Yayınları, 2013. |