Hatip Dicle kimdir? Kürt siyasal hareketi ile nasıl tanıştı? Diyarbakır’dan İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarına İslami ve sosyalist değerler nasıl ve nerede kesişti? Site Öğrenci Yurdu, Vefa Lisesi'ndeki günleri? Politikleştirme sürecinde en etkilendiği olay neydi? El fetih’te altı ay ne yaptı?
Şeyhmus Diken (ŞD) ve Naci Sapan (NS) Hatip Dicle'ye 1991 öncesi hayatını sordu, Hatip Dicle yanıtladı.
ŞD: Çok uzun yıllardır tanışıyoruz. Fakat 1980 sonrasında hem politik hem de entelektüel bir şahsiyet olarak artı mahpuslukla beraber anılan bir isim oldunuz. En başa dönelim..
19 yaşında, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) öğrenciyken kendimizi siyasetin gerçekleriyle karşı karşıya bulduk. Babam Said-i Nursi’nin, Said-i Kurdi’nin öğrencisiydi. Dolayısıyla evde aldığımız eğitim daha çok İslamiydi. 1970’lerde Ziya Gökalp Lisesi’ndeyken daha çok Güney Kürdistan öne çıkıyordu.
Sınıf arkadaşlarımızın arasında babası peşmerge olup, Barzani saflarında savaşanlar vardı. Onlar aileden etkileniyordu, okulda bizi etkiliyorlardı. ‘Biz Kürt’üz, bizim haklarımız şöyle gasp edilmiş, şöyle çiğnenmiş anlamında’ bir bilinç oluşuyordu.
Mahir-Deniz ve devlete başkaldırı
Hatip Dicle 7 Eylül 2014’ten bu yana Demokratik Toplum Kongresi (DTK) eş başkanı. 1954, Diyarbakır doğumlu. 1979’da İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ni bitirdi. 1990’da İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şube Başkanı oldu. 1991 genel seçimlerinde ittifak çerçevesinden SosyalDemokrat Halkçı Parti (SHP) listesinden seçilen milletvekilleri arasındaydı. Seçildikten sonra Halkın Emek Partisi’ne (HEP) katıldı, Aralık 1993'te Demokrasi Partisi (DEP) Genel Başkanı seçildi. 2 Mart 1994’te dokunulmazlığı kaldırıldı, gözaltına alındı, 10 yıl sonra 2004’te tahliye oldu. Demokratik Toplum Kongresi’nin kuruluş çalışmalarında yer aldı, kongre eş başkanlığı yaptı. KCK adı altında yürütülen operasyonlar kapsamında Aralık 2009’da tutuklandı. 12 haziran 2011 seçimlerinde Emek, demokrasi ve Özgürlük Bloku adayı olarak Diyarbakır’dan milletvekili seçildiyse de Yüksek Seçim Kurulu vekillliğini iptal etti. 29 Haziran 2014’te Diyarbakır Cezaevi’nden tahliye oldu. |
Bir diğer üçüncü bileşen de Mahir’lerin [Çayan], Deniz’lerin [Gezmiş] hareketleriydi. O dönem yaygın gençlik içerisinde amaçları çok bilinmese de devlete karşı bir başkaldırı, cesur ve yiğit bir hareket olmasıyla sınırlı bir algılanma düzeyi vardı, bir sempati yaratıyordu.
Dolayısıyla aile, okul ve Türkiye’nin siyasi ortamından ve Kürt Hareketlerinden aldığım etkileşimlerle İstanbul’a gittim. Yurt-Kur başvurusunda kurada Vezneciler Site Öğrenci Yurdu çıktı. Bu da yaşamımda ilginç bir tesadüftür. Farklı bir devlet yurdu olsaydı belki siyasi hareketlerle ilgilenmem veya etkilenmem o kadar öne çıkmayabilirdi.
Site Öğrenci Yurdu İstanbul’daki bütün öğrenci hareketlerinin merkezi konumundaydı ve karşısında Sivas Öğrenci Yurdu vardı. Sivas Öğrenci Yurdu da İstanbul’un bütün ülkücü hareketin, o zamanki tanımıyla faşist hareketin merkeziydi. Zaman zaman öyle çatışmalar oluyordu ki, sabaha kadar sürüyor, sabah bile çoğu kez polis gelmiyordu.
ŞD: 1970’lerde İstanbul’da Diyarbakır Öğrenci Yurdu da aktif politik bir merkezdi. Neden orayı tercih etmediniz?
Öyle bir yurdun olduğunu da bilmiyorduk. 1200 kişilik yurtta, 300 odanın içerisinde benim verildiğim oda öğrenci temsilcilerinin odasıydı. Odada üç kişi öğrenci temsilcisiydi, en aktif siyasi aktörlerdi, son sınıf öğrencileriydi. Dolayısıyla böyle birdenbire yaşam sizi ilginç bir şekilde yönlendiriyor.
Din aleyhine veya Allah aleyhine bir şey olması bende büyük tepki doğuruyordu. Bir ara benim için demişler ki; ‘’bu faşisttir, dövüp yurttan atalım’’. Sonra Kürtler duyunca ‘’biz onunla ilgileniriz, siz karışmayın,’’ falan diyorlar. Bana karışmıyorlar ve ben bu şekilde yurtta kalmaya devam edebiliyorum.
Gündüz çalışıp gece okuyordum
1975 baharında [24 Nisan] yurdun temizlik işçilerinden Abdi Gönen öldürüldü. Üniversite öğrenci hareketlerinde ilk öldürülenlerden biriydi. Diğeri de İstanbul Üniversitesi öğrencisi Kerim Yaman [23 Ocak] idi. Ülkücüler Sivas yurdundan bizim yurda karşı ilk defa silah kullandılar. O sırada Zetina Dikiş Makinesi Fabrikası’nda da çalışıyordum. Fabrikadan izin aldım imtihan dönemim olduğu için ve tam o sırada bu saldırı gerçekleşti.
Babam yoksul olduğu için gündüz çalışıyor, gece bölümünde okuyordum. Liseyi birincilikle bitirmiştim, Diyarbakır Tıp Fakültesi’ni de kazanmıştım ama İTÜ’yü tercih ettim, gündüz para kazanacağım, akşam okuyacağım dedim. Abdi Gönen vurulduğunda tam ne olup, ne bittiğini bilmiyorum. Sadece dışarıdan çok seri silah sesleri geliyordu. İçeriden cevap yoktu.
Demek ki, Abdi Gönen koridorda temizlik yaparken pencereden bakmak istiyor ve o sırada bir kurşun yarası alıyor, orada yaşamını kaybediyor. 23-24 yaşlarındaki liderlik yapan büyük ağabeylerimiz Site Öğrenci Yurdu’nun kapısını kapattılar ve arkadan direniş vardı. Bizim bir arkadaşımız hayatını kaybetmiş, ülkücüler şöyle saldırmış diye anons yapıyorlardı. Polis de etrafı sarmış, hiç unutmam o zaman Türk Solu’nun zihniyetini anlatmak için söylüyorum, içeriden diyorlar ki, polis çekilirse ve asker gelirse kapıyı açarız. Yani sanki askeri kendinden sayma gibi ya da daha tarafsızmış gibi o dönemde böyle bir değerlendirme vardı.
Biz tabi ne olduğuna çok anlam veremiyorduk. Dediğim gibi henüz daha politize olma dönemleriydi. Beni en çok politize eden bu olay olduğu için detayına girmek istedim. Yurdun ortasında büyük bir havalandırma vardı dörtgen şeklinde, bir ara ağabeyler dediler ki; herkes havalandırmaya çıksın. 1200 kişilik yurttan 100-120 kişi varız, hepimiz havalandırmaya çıktık. Ben de en arkada duruyorum. Sorsalar, diyeceğim ki bu yurtta kalıyorum ama olaylarla falan bir bağım yok. Böyle bir rahatlık taşıyorum içimde.
Polislerden biri geliyor. Çok kalın bir sopayla tam enseme vurduğunu çok iyi hatırlıyorum. İki sefer dönüp yere düştüğümü hatırlıyorum. Kalktığım gibi, hani koyunlar saldırıya uğradıklarında hep birbirlerinin içine karışırlar ya, arkadaşların içine karıştım. Havalandırmayla dış kapı arasında ‘’zulüm koridoru’’ denen yerde polisler iki taraflı dizilmişler, ellerinde demir sopalarla Allah ne verdiyse vuruyorlar.
Ben gözlük ve saatimi korudum
Yoksulum ya, zorla numaralı gözlük almışım, bir de saatim var. Herkes kafasını korurken, ben saatimi ve gözlüğümü korumaya çalışıyorum. O koridora girdiğimi hatırlıyorum ama nasıl ve ne kadar darbe yemişim bilmiyorum. Yurdun dış kapısında yere düştüğümü hatırlıyorum. Ve dokuz yerden kafam kırılmıştı. Ölebilirdim de.
Olaydan sonra gözaltına aldılar. Savcıya anlattık durumu, o da bizi serbest bıraktı. Yurda geldim ki, son ‘’anarşik olaylara” katıldığından dolayı o gün yurtta bulunan 120 kişinin ilişiği kesilmiş. Şimdi ben yurtsuz da kaldım mı? Gittim bir akrabanın evine. Ertesi gün hemen şunu akıl ettim, o günün bütün gazetelerini alıp inceleyeceğim. Bakalım olaylara nasıl değiniyorlar.
Devrimciliğe nasıl ilgi duydum?
İlginçtir ki, bir tek Cumhuriyet Gazetesi doğru, gerçekten olduğu gibi yazmış. Öğrencilere böyle yapıldı, onlar direndiler sonra polis kapıyı kırdı, girdi, şöyle dövdü, bu kadar insan yaralandı diye...
Tercüman Gazetesi, o zamanlar en çok o gazeteye ilgi gösteriyordum, bütün o sağ gazeteleri aldım, içlerinde İslami gazetelerde vardı, hepsi solcular kendi arasında kavga etti, bir işçi öldü diye yazıyordu. Yatakları polislerin yaktığını gözlerimle görmüştüm ama bu gazetelerde yurttaki bütün yatakları da öğrenciler yaktı yazmışlar. Böyle bir şey!
Ben kendi kendime dedim ki, Hatip bunu değerlendirmen gerekir. Demek ki, bu solcu, devrimci denen arkadaşlar kötü insanlar değiller. Bu olay bende büyük bir etki yarattı ve ondan sonra ben solculara, devrimcilere sempatiyle yaklaşmaya başladım. Bu devrimcilik nasıl bir şeydir, bu solculuk nasıl bir şeydir diye sorup, ilgi duymaya başladım.
Diyarbakır öğrenci yurdu ve DDKD
Ve o yurttan atılmam şöyle bir şeye daha sebep oldu, Vefa Lisesi müdür yardımcısı Mustafa Kurt, TÖB-DER’li [Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği] bir öğretmendi, bizim sınıfta öğrenciydi. Pomak’tı. Bu Pomak arkadaş da sınıfta bakıyor ben zekiyim, iyiyim ama yoksul bir ailenin çocuğuyum, çalışmak zorundayım.
Bir anlamda bana kol kanat geriyor. Vefa Lisesi müdürüyle konuşuyor, zeki bir çocuk, zaten siyasetle falan da ilgisi yok, alalım yatılı öğrencilere ağabeylik yapsın, onların derslerinde problemlerinin çözümlerine yardımcı olsun, diyor. Böylece beni Vefa Lisesi öğrenci yurduna aldılar. Bu arkadaş da 1977’de saldırıya uğrayıp hayatını kaybetti. Ondan sonra ben de sahipsiz kaldım.
Sonrasında Diyarbakır Öğrenci Yurdu’yla ilişkimiz, DDKD [Devrimci Doğu Kültür Derneği] hareketiyle tanışma ve Kürt Hareketi’nin içinde yer alma başladı. Fakat dediğim gibi dönüm noktası 1975’teki dayak ve Abdi Gönen olayıdır. Ondan sonra devrimci hareketin içerisinde tamamen yer aldım. Nerede devrimci bir eylem varsa gidip katılıyordum.
ŞD: Aynı zamanda İstanbul Teknik Üniversitesi’nde çok başarılı bir öğrencisiniz. Birincilikle bitirdiğinizi biliyorum. Hem bir taraftan bütün devrimci eylemlere katılıp, hem de okulda başarı gösteriyorsunuz?
Doğru birincilikle bitirdim. Mühendislik ezbere dayalı bir şey değil. Dersi, derste anlamaya çalışıyordum. Çoğu zaman formüllerin nasıl çıktığını kavrardım, hiç formülleri ezberlemeye bile gerek görmezdim, formülü orada çıkarırdım. Ve ben 100 üzerinden 92’yle mezun oldum.
12 Eylül ve silahlı mücadele kararı
Öğrenci hareketlerinin de içindeydim. Mesela 1977 1 Mayıs’ında yanımda, sağımda, solumda üç dört insan hayatını kaybetti. Tesadüfen kurşun yemedim. Tabii DDKD gibi bir hareketle tanışmışız, kendimizi bir Kürt devrimcisi olarak kabul ediyoruz. Okul bitinceye kadar böyle aktiftik. Mühendislik İTÜ’nün en önemli kürsüsüydü. Okul bitince kürsüden okulda kalmam için teklif geldi. Tercih etmedim ve Diyarbakır’a döndüm.
Bir yıl sonra 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Ve 12 Eylül’e karşı bir silahlı mücadeleyi başlatabilir miyiz diye Filistin’e gidip El Fetih’e katıldım. Gittiğimizde duyduk ki, yanlarında PKK vardı, diğer bazı hareketler vardı. Fakat bizim hareket, Şivancılar hareketi, PKK gibi Ortadoğu’da direnç gösteremedi ve kısa süre içerisinde kendi içinde parçalanma yaşadı ve süreç içerisinde yavaş yavaş politik sahneden, aktif bir aktör olmaktan çekilmiş oldu.
El Fetih'te gerilla komutanı eğitimi
NS: El Fetih’te ne kadar kaldınız?
Altı ay kaldık. O dönemde sadece askeri eğitim gördük. Ben gerilla komutanı eğitimi görmüştüm. Harekette bölünmeler ve parçalanmalar olunca biz boşa düştük. Sonradan bizim birçok arkadaşımız PKK saflarına katıldı ve birçoğu da çatışmalarda hayatını kaybetti.
Ama o tarihten sonra bizler, Vedat Aydın cezaevinden çıktıktan sonra ne edelim, ne yapalım diye konuşuyorduk. Yani Şivancılar hareketinden daha umudumuz kesilmemişti. Ta ki 1988’e kadar da doğrusu umudumuz vardı.
Sonra PKK’nin legaldeki kesimleriyle diyaloglarımız gelişti. Ondan sonra da biliyorsunuz HEP’in [Halkın Emek Partisi] kurulmasıyla birlikte de bizim oraya kanalize olmamız söz konusu oldu. Daha önceden benim Diyarbakır’da İHD [İnsan Hakları Derneği] başkanlığım var.
Vedat Aydın’ın da çok yakın arkadaşı olarak bir anlamda bütün özel yaşamı bir tarafa bırakarak tamamen kendimi bu mücadeleye verme üzerine deyim yerindeyse kendi içimde bir yemin ettim. Artık ben bu saflardan ancak ölümle çıkarım diye.
O zamandan beri de neredeyse 40 yıllık bir mücadele süreci bugüne kadar geldi. Ama tabii 91’den sonrası Türkiye kamuoyunun bildiği bir evredir; milletvekili olmam, sonra cezaevine girmem genellikle basının ve kamuoyunun gözünün önünde cereyan etti. (ŞD/NS/BA)
* Fotoğraf: Özcan Yıldız
** Şeyhmus Diken ve Naci Sapan'ın Hatip Dicle ile yaptıkları söyleşinin ilk versiyonu Kürtler Ortadoğu'ya Yeni Bir Model Sunuyor başlığıyla 1 Kasım 2014'te Tigris Haber'de yayımlandı.