6 Şubat 2023… Merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi olsa da yok olmaya yakın bir Hatay kaldı elimizde.
“Hatay’a ve tüm deprem bölgesine ulaşmak için canla başla gayret ettik’’ demişti Erdoğan, ama müdahalenin geciktiğini, yardım araçlarının şehir girişinde bekletildiğini, gönderilen yardımların yol kenarlarına atıldığını görmüştük, duymuştuk. İktidar tarafından yalnız bırakılan ama iktidara inat sivil halkın el uzattığı Hatay, kendi yarasını kendi sarıyor.
Depremin birinci yılı yaklaşırken hem depremzede, hem gönüllü olarak yarasına rağmen yaraları iyileştirmese bile yaralara dokunmaya cesaret eden arkadaşım Seren’le boğazımız düğümlenerek söyleştik.
“Şehir tanınmaz haldeydi”
Seren nasılsın?
Seren: Upuzun zamandır bu soruyu cevaplayamıyorum. İyiyim ama anlık iyiyim. Duygularım kısa sürede çok çabuk değişiyor. Özlem, bazen umutsuzluk, bazen yarını düşünememe, bazen hayatla ölüm arasındaki o ince çizgi. Evet şu an iyiyim ama... Olur olmaz şeylere alınabiliyor, takılabiliyorum.
Önceden de bu halim vardı ama eskiden bu kadar alınmaz, takılmazdım. Her şeye alınganlık yapacak gibi hissediyorum kendimi. Bazen iyi, bazen kötü, bazen mutlu, bazen mutsuz, anlık değişiyor. Burada çalışıyor olmanın da verdiği bir ağırlık var açıkçası. Her gün farklı hayatları dinliyor, bazen ayıp ama acılarını yarıştırıyorsun. Hatay’dan çıktıktan sonra sanırım bunun gerçek cevabını bulacağım. Bu ortamda olmak ruh halini fazlasıyla etkiliyor çünkü.
6 Şubat 2023’te sen İzmir’deydin ve şartlar gereği birkaç gün sonra ailenin yanına Hatay’a gidebildin. Karşılaştığın görüntüyü sorsam…
Seren: Karşılaştığım manzara bir savaş alanından daha kötüydü. Otogara geldim, insanlar lastik yakmıştı ısınmak için, ki otogar bildiğimiz otogar değildi. İtfaiye, ambulans, polis siren sesleri birbirine karışmıştı. Bir tarafta ağlayan insanlar vardı. Otogardan sonra normalde eve otobüsle dönebiliyordum ama otobüs yoktu.
Şehir içinde benzin olmadığı için ailemden birileri bu yüzden gelip alamamıştı beni. Eve otostopla gidebilmiştim, Samandağ’ına. Eve gidene kadar birçok hikâye dinledim ilk dakikalarda. Zordu o süreç benim için. Deprem anında burada değildim ama yaşamış kadar olmuştum. Ailem buradaydı, onlara ulaşmak zordu.
Gelip görünce, psikolojik olarak beni çok etkiledi, nereye geldim, burası benim şehrim mi? Kendi ilçeme vardığımda sokaklarını tanıyamadım. Bugün hâlâ enkazlar var kaldırılmayı bekleyen ve ben enkazların kaldırıldığı sokaklardan geçerken tanıyamıyorum biliyor musun? Burası neresiydi diyorum. Bizim evimizde ilk depremde çatlaklar oluşmuştu, buna rağmen evde kalmaya devam etmiştik. Sonraki artçı depremde duvarlar yıkıldı ve artık daha zorlu bir süreç başladı.
“Öfkeleniyorum”
Merkez üssü Kahramanmaraş olmasına rağmen en çok kaybın ve yıkımın Hatay’da olduğunu öğrendik. Müdahalede geç kalındığı neredeyse hepimizin ortak fikri. Bununla ilgili neler söylemek istersin?
Seren: Her şeye çok geç kalındı, sadece enkaz için değil! Bugün bile hâlâ her şeye çok geç kalınıyor. Çok yavaş ilerliyor her şey. En önemlisi bir afet bölgesi ilan edilebilirdi o süreçte Hatay. Belki bir parça iyileştirme olurdu o zaman. Bununla ilgili neler söylemek istersin dedin ya, öfkeleniyorum, öfkeleniyorum ya!
Kurtarılacak canlar vardı, sesi çıktığı kadar enkaz altında bağıra bağıra ölen insanlarımız oldu bizim. Sesleri duyuldu ama yardım edilmedi. Üç gün ya, koca üç gün enkazın altında sesini sevdiklerine duyuran insanlar vardı ama üçüncü günün sonunda enkaz altından ses alınamadı.
O sesin duyulmadığı an yıkılan insanları da gördük. Bugün hâlâ ama hâlâ geç kalınıyor birçok noktada. 11. aydayız ve hâlâ insanlar çadırda yaşıyor, hâlâ çadır isteyen, çadıra ihtiyacı olan insanlarımız var var maalesef.
Bugün bile hâlâ eksik olan neler var?
Seren: Ne tamam ki? Barınma, temiz su, hijyen, eğitim, sağlık, güvenlik… O kadar çok eksik var ki! Çadırlar bir mevsimlik, oysa biz aynı çadırı dört mevsimdir kullanıyoruz. İster istemez o çadırlar yıprandı, eskidi. Dedim ya bugün olmuş insanlar hâlâ çadır istiyor diye bu sebepten.
Görmüştünüz haberlerde, kış geldi yine göreceksiniz (en azından bir iki kanalda, belki birkaç gazetede) sular içinde kalan çadırları. Psikolojik destek gerekiyor bu çok önemli. Çocuk, kadın, erkek fark etmeksizin destek gerekiyor. Hâlâ matemini tutmayı başaramamış insanlar var.
Bu bir patlamaya neden olacak mutlaka. Bu yüzden psikolojik desteğe ihtiyaç var. Şehirden gidenlere neden gittiniz diyemem ama kalanlar doğdukları evlerin, yürüdükleri yolların, geçmişimize tanıklık eden yerlerin artık olmadığı şehirde yaşamaya devam ediyor, bu hiç kolay bir şey değil. Dediğim gibi tamam olan zaten bir şey yok ama burada istihdam sorununa çözüm bulunmalı bir an önce, iş bulmak imkânsız burada!
“Kadınlara varlığını hatırlatmak zorunda kaldık”
Depremden çıkamamış bir kentte kadın olmanın zorlukları nelerdi, neler?
Seren: Birçok anlamda zor ama mahremiyet için çok ama çok zor. Çünkü ortak alanda duş alıyorsun, ortak alanda tuvaleti kullanıyorsun. Gündüz vakti sokakta bile taciz ediliyorken kadınlar, ortak bir alanda duş almak, tuvaletini yapmak ya da çadır alanında, bir bez parçasının arkasında barınıyor olmak başlı başına bir zorluk. Kadınız ve muayyen günümüz var.
Ben kendi adıma mesela bir süre on sekiz kişi bir kamyonun kasasında kaldık. Regl olduğumuz gün, gecenin bir vakti kamyonun arkasından inip biraz uzaklaştıktan sonra sözde güvenli bir yerde kimseye görünmeden pedimizi değiştirmek zorunda kaldık, bu da çok zordu.
Anne olmak çok zor. Kadın olmak sadece kendinden sorumlu olmak değil ki. Çocukların var, eşin var ve hepsinden sorumlusun. Sanki o kadın depremi yaşamamış gibi hayatına devam etmek zorunda kaldı burada da. Annelerin güçlü olmak zorunda olması gibi bir şey var. Ama değil ya! O kadar kendini unuttu ki kadınlar, bazen varlığını onlara hatırlatmak zorunda kalıyorduk.
“Çocuklar altına kaçırıyor”
Gönüllü çalışmalara katıldığını ben biliyorum, neler yaptığından biraz bahseder misin?
Seren: Depremden etkilenmiş çocuklarla çalıştım ben. Dağıtımda da çalıştım. Çocuklarla daha çok onların motivasyonunu arttıracak, evet depremin etkisini unutturamazdık ki unutturamadık da ama etkinlikler yapıyorduk, oyunlar oynuyorduk, resimler çizip, sohbet ediyorduk. Onların sevdiği şeyleri yapıyorduk daha çok. Aileler geliyordu, onlarla da sohbet ediyorduk. Mardin’den ve Hatay’dan arkadaşlar gelmişlerdi malzemeleriyle sağ olsunlar. Bize bu anlamda çok destek verdiler.
Katıldığın çalışmalarda seni en çok etkileyen neler oldu?
Seren: Resim çizme etkinliklerinde çocukların ev yerine artık çadır çiziyor olması. Ya da bir oda çiziyorlardı o da konteynırda. Bazı çocuklar çatlamış binalar çiziyordu. Bu beni çok etkileyen şeylerden biri. Bir diğeri ise, kadınlara “Neye ihtiyacınız var?” diye sorduğumuzda hep çocuklarının ihtiyaçlarından bahsediyorlardı. Bizim arkadaşlardan biri “Ben size çocuklarınızın ihtiyacını sormuyorum. Senin bir kadın olarak neye ihtiyacın var, ben sana onu soruyorum.
Senin neye ihtiyacın var? Senin iyi olman için biz ne yapabiliriz?” demişti. Bu an beni çok etkilemişti. Kadın orada hüngür hüngür ağladı. O an gözlerim doldu, ağlamamak için kendimi zorladım. O kadın bize demişti ki “Bize daha önce sizin iyi olmanız için neye ihtiyacınız var diye soran olmamıştı!’’ Bu soru genel olarak soruluyordu ama kadının özelinde hiç sorulmuyor. Belki o an kimsenin aklına gelmiyordu, bilmiyorum ki. Ama o kadının gözyaşlarını unutamıyorum.
Çalışmaların dışında başka bir şeyden daha bahsedeyim, özellikle çocuklarda ama genç oğlan ve kızlarda da altına kaçırma vakalarını çok duyuyorum. En ufak bir şeyde korku oluşuyor mesela.
Hiç duydun mu bilmiyorum ama depremin getirdiği bir ses var, alttan vurur gibi geliyor ve çok büyük bir gürültüye neden oluyor. Herhangi bir gürültüde deprem korkusu yaşıyoruz. Ailelerle görüştüğümüzde “Depremden sonra çocuğumda davranış bozuklukları meydana geldi, psikolojik olarak çocuğum iyi değil” gibi cümleler duyuyoruz. Okul başarısı gerileyen çocuklar da var.
Seninle yaptığımız telefon konuşmalarından birinde yengenin bir cümlesini aktırmıştın: “Çadır çadır gezip birbirimize sarılalım, birlikte ağlayalım, buna ihtiyacımız var!” diye. Bunu yapabildiniz mi?
Seren: Yengem, “İyileşmemiz için ne yapmamız gerekiyor?” diye sormuştu. Ben de ona, “Ağlamak istediğimi ama ağlayamadığımı” söylediğimde kurmuştu bu cümleyi. Bunu geç olsa da yaptık. Ağladık, güldük, anlattık, dinledik, sustuk birlikte. Deprem günü yaşadıklarımızı konuştuk. Ama acı eksilmedi.
Hatay’a geldiğinde gördüğün Hatay’la o günden bugüne neler değişti?
Seren: O günden bugüne konteynır kentler arttı. Enkazlar tamamen kaldırılmamış olsa da kaldırılanlar var. Doğduğum büyüdüğüm sokakları tanımıyorum. İnsan doğduğu büyüdüğü yerde kaybolur mu, kaybolur. Çünkü belirleyici hiçbir şey yok, hepsi bir alan ve o alan bomboş.
Burası neresi, ben neredeyim sorusunu getiriyor akla. Ben sokaklardan geçerken korkuyla geçiyorum bazen. Aklıma şu geliyor, acaba burada can veren biri oldu mu, ben can verdiği yerden mi geçiyorum şu an. Cesedinin kaldırıldığı yere mi basıyorum. Garip sorular geliyor aklıma.
O günden bugüne çok bir şey değişmedi. Diyorum ki bazen düzelecek miyiz, iyileşebilecek miyiz biz? Sonra şehir merkezini gördükçe içimdeki umut yok oluyor bazen. Belki inanmayacak okuyanlar ama bugün hâlâ enkaz altından ceset çıktığını duyuyoruz. Hâlâ artçı depremler oluyor ve her yağmur yağdığında, rüzgâr çıktığında, soğuk bir gece olduğunda o geceyi hatırlıyoruz hepimiz.
Meselageçen gün çok yağmur yağdı, üzerine artçı deprem oldu ve insanlar o geceyi yaşamış gibi oldu, konuşmalar o yöndeydi. Hakikaten düşününce gerçekten ne değişti diye soruyorum kendime, cevabımın üstüne koyacak başka bir şey bulamıyorum.
“Şehrin geri alanı artık yabancı bize”
Neden konteyner kentlere gitmiyorsunuz?
Seren: Sadece kendi özelimde cevap vermeyeyim çünkü hepimizin ortak sebebi neredeyse bu: konteynır kentler uzak ve yıkık da olsa insanlar evlerinin ötesine gitmek istemiyorlar haklı olarak. Bulundukları yer bildikleri bir yer ama şehrin geri kalanı yabancı artık bize.
Telefon konuşmamızda bana, “Yıkımın ne kadar büyük olduğunu şehir merkezine gittiğinde anlıyor insan. Şehir yok, Hatay yok olmuş gerçekten!” demiştin. Şehri tekrar ayağa kaldırmaya inancı olan siyasilere karşın -depremin üzerinden neredeyse 1 yıl geçti- senin düşüncen ne? Şehir dedikleri gibi yeniden ayağa kalkar mı?
Seren: Bu soru cevaplaması zor bir zoru. Ayağa kaldırılacak bir şehir… 11. aydayız ve hâlâ çadıra ihtiyaç duyan insanlarımız varken, bunu yapabilecek insan var mı bilmiyorum. Zor. Bu sadece siyasilerin oy toplamak için insanları kandırdığı koca bir yalan bence! Ama umut olarak soruyorsan bunu, evet yeniden inşa edilecek şehrimiz var. Çünkü buranın insanları Hatay’ı çok seviyorlar. Memleketini terk etmeyen, her yer yıkılmışken burada kalıp işlerini kaldığı yerden yapmaya çalışan, iş kuran insanlarımız var.
Bunlar siyasilerin dışında. Siyasiler karışmasın, buranın halkı çok daha iyi işler çıkarabilirler. Samandağ’da insanlar hemen işlerini, işyerlerini toparlamaya çalıştılar. Hiçbir siyasi “Gelin bunu yapalım” demeden, kendiliğinden yaptılar. Genelde insanların dediği şey en azından benim duyduklarım bu yöndeydi “Bizden uzak olsunlar, biz başımızın çaresine bakarız!” O süreçte gerçekten siyasiler yardım etseydi duyardım, ben hiç duymadım.
“Evimde nefes almayı özledim”
Seren uzun süredir en baskın hissettiğin duygun hangisi?
Seren: Özlem, bu duyguyu çok baskın hissediyorum. Depremde çok yakın, sevdiğim bir arkadaşımı kaybettim. Bir şey olduğunda onu aramayı seviyordum, konuşmayı uzun uzun. Ne bileyim… Onunla konuşmayı özledim. Onun dışında evimizi özledim.
Mücadele, kadın, nefes almak, yaşam, umut bu kelimelerin sendeki karşılığı ne?
Seren: Özlem; depremde kaybettiğim arkadaşlarım. Çünkü çok arkadaşımı kaybettim ben.
Mücadele; hayatın her anı her alanı.
Kadın; her yere aynı anda yetişmeye çalışan ama kendini unutan. Kendi isteklerine hep geç kalmış.
Nefes almak; evim. Evimde nefes almayı özledim.
Yaşam; anlık bir şey bence. Göz açıp kapattığın süre.
Umut; benim şehrim. Toparlandığında insanlara en güzel cevabı verecek bence. Umarım benim şehrimde de yeniden güzel günlerin yaşandığını göreceğiz.
(GÇ/EMK)