Mustafa Sütlaş 16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde öğrenciydi. Biz sorduk, Sütlaş anlattı.
Neler anımsıyorsunuz?
Aslında çok şey değil. İnsan aklı unutmakla malûlmüş. Çok uzun zaman geçti. Tabi bir de insan belleği yaşadığı kötü olayları daha kolay ve hızlı siliyor. Bir tür korunma içgüdüsü diyebiliriz. Ama küçük küçük, bölük pörçük de olsa önemli noktalar var.
Neler mesela?
Ben 1974-75 döneminde tıp fakültesine girdim 78'de fakültenin dördüncü sınıfındaydım. Tıp fakültesinde dördüncü sınıf kuramsal derslerin bittiği, uygulamaya yönelik eğitimin yoğunlaştığı yıldır.
Ben politik olarak "sol" görüşlüydüm ama, herhangi bir grup içinde değildim. Okulumuzun bir öğrenci derneği vardı, onun üyesi ve aktivistiydim. Öğrenci olmama karşın tabip odasına düzenli gider gelirdim. Ayrıca üniversitenin tiyatro topluluğunun kurucusu ve yöneticisiydim.
Kısacası çatışmaların yoğun olduğu bir dönemdi. 16 Mart'la ilgili anılarda başkalarının da anlattığı gibi, o dönemde üniversitelere gidip gelenlere yönelik saldırılar sık oluyordu. Bizim okulda da öğrencilere yönelik saldırılar oluyordu. Hatta bir arkadaşımız bir amfinin merdivenlerinde tabancayla vurulmuştu.
O dönemde tüm öğrenciler, biraz böyle tanınan bilinen öğrenciler, genel olarak "risk" altındaydı. Bir kez ben de okuldan çıkarken saldırıya uğramıştım. Dolayısıyla zaman zaman okula toplu olarak gidenlere katılırdım; derslerin olanak tanıdığı oranda toplu olarak ayrıldığımı da anımsıyorum.
Kısacası her an bir çatışma ya da çatışma haberi bekler durumdaydık okulda. Tabi "tıp öğrencisi" olduğumuz için müdahale etme açısından sorumlu sayardık kendimizi. Beyazıt'ta bomba atıldığının haberi de kısa sürede ulaşmıştı. Çünkü Çapa Tıp Fakültesi bölgeye en yakın hastanelerden birisiydi. Dahası bölgenin tek kan merkezi de Çapa'daydı. Bu nedenle hemen "alarm" haline geçildiğini anımsıyorum.
Ne yaptınız?
Anımsadığım kadarıyla cerrahiye çok sayıda yaralı geliyordu. Birçok insan ve öğrenci de onlarla birlikte geliyordu. Yeni bir saldırı olursa diye bir güvenlik hattı oluşturmak üzere pek çok öğrencinin de kendiliklerinden oraya geldiğini hatırlıyorum. Adeta bir anda hastane işgal edilmişti.
Böyle zamanlarda hastane polisi biraz geri çekilirdi. Kontrol tümüyle öğrencilerdeydi yani. Yaralılara eksiksiz müdahale edilmesi için de o güvenlik çemberinin içinde de sükûnetin ve düzenin sağlanması gerekiyordu. Bu yapıldı öncelikle. Ayrıca kendisine müdahale edilenlerden durumu daha iyi olanların, yatması gerekmeyenlerin sorunsuz bir şekilde hastaneden ayrılmaları gerekiyordu. Bu tür olaylarda "tutuklamalar"da olurdu. Bunun da olmaması için gerekli yardımın sağlanması gerekiyordu.
Kısacası herkes kendiliğinden ya da kendi içinde olduğu grupların kararlarıyla bir şeyler yapıyordu. Tabii yaralı çok olduğu için bir de kan merkezindeki organizasyon vardı.
Nasıl bir organizasyondu?
Dediğim gibi sürekli yaralı öğrenciler geliyordu. Tam sayıyı şimdi anımsamıyorum ama sanırım otuzdan daha fazlaydı. Aralarında daha ağır dolayısıyla kan ihtiyacı olanlar da vardı. Bu ihtiyaç oraya gelen kalabalığa bildirilince bir anda kan merkezine doğru da bir yığılma oldu. Her yolla haber yollanıyor, yurtlarda bulunanlara haber yollanarak öğrenciler kan vermeye çağrılıyordu.
Diğer yandan yaralı öğrencilerin arkadaşları da, onlar için bir şeyler yapabilmiş olma duygusuyla sıraya giriyor ve sürekli kan veriyorlardı. Bir anda kan merkezinin önü de miting alanı gibi oldu. Acil serviste ki gibi orada da düzen sağlandı. Miktarına bakılmaksızın her gruptan kan alınıyordu.
Siz ne yaptınız o sırada peki?
Ayrıntılar fazla aklımda kalmamış ama, gözümün önüne gelen kare şuydu: kurulan o düzen gereği herkes acile giremiyordu. Ben girebilenler arasındaydım. Bu nedenle acile giriyor, yaralılarla uğraşan asistanlar ve bizden daha büyük stajyer öğrencilerin yaralılar için talep ettikleri kan gruplarını öğreniyor, sonra kan merkezine giderek, o kan gruplarındaki kanları alıp yeniden acile dönüyordum.
Yani her iki birime de girebilen ve bu işi yapmakla görevli olan birkaç kişiden birisiydim. Oradaki bir kaç saat içinde belki 8-10 kere bir o tarafa bir diğer tarafa gidip geldiğimi anımsıyorum. Hava kararana kadar bu sürdü.
Ölenler ya da yaralılar arasında tanıdığınız arkadaşlarınız var mıydı?
İsim olarak kimse aklıma gelmiyor. Ama ölen yedi kişiden birisi olan Cemil Sönmez, benim de kurucuları arasında yer aldığım İstanbul Üniversitesi Tiyatro Topluluğu'nun eğiticilerinden birisiydi. Onu o sırada görmedim. Ama hastaneye canlı götürülüp hastanede yaşamını yitirenler arasında sayıldı hep. Cemil'in yaşamını yitirdiğini de o sırada öğrendim.
Sonra ne yaptınız? Üniversitenin işgaline siz de katıldınız mı?
Kan getirip götürme işi bitince, eş zamanlı olarak cerrahideki işler de bitmişti. Hemen herkes yapılacak protesto için üniversiteyi işgal etmek için merkez binaya gitmeye başlamıştı. Hastanede yapacağım bir şey olmadığını anlayınca ben de arkadaşlarımla birlikte merkez binaya gitmeye karar verdim.
O gün benim İstanbul Üniversitesi Merkez Binası'nda sabahladığım ilk ve son gündü. Daha sonra başka okullarda benzer şeyler yaşadım ama o "ilk"ti.
Bu olaya ilişkin duygularınız neler? Bugün nasıl değerlendiriyorsunuz?
1 Mayıs 1977'yi saymazsak, o dönemde bir anda yedi kişinin birden öldürüldüğü örnek fazla değildi. Ama dediğim gibi bu tür olayları sık yaşıyorduk. İnsanın her an kendisinin de başına benzer bir şey gelme olasılığı olduğunda, daha kolay katlanılıyor sanırım. Daha sonra da benzer başka olaylar yaşadık.
Şunu vurgulamam gerek: Daha sonra da ortaya çıktığı gibi bu olay bir "devlet" organizasyonudur. Bu ülkede devlet sayıları ne kadar olursa olsun gücünü haklılığından alanlara karşı her zaman tahammülsüz ve acımasızdır. Hele hele o "haklı" olanlar, kendi hakları için değil de, kendi dışındakilerin, ezilenlerin, sesleri yeterince çıkamayanların, kısacağı tüm toplumun hakları, daha iyi, daha güzel bir dünya için, herkesin demokrasi içinde ve daha özgür yaşamaları için uğraşıyorlarsa, o zaman ya zindanlara tıkılmış, ya da katledilmişlerdir.
Bugün de dünden farklı değil ne yazık ki! Ama tarihin tekerleği hep iyiden, güzelden, doğrudan yana dönmektedir. (ÇT/HK)